Türkiye, güzeli son 20 yılda keşfetti
Türkiye'nin yeni sanat anlayışının anlatıldığı 'Özerk ve Çok Güzel' sergisini, küratörlüğünü yapan SABAH yazarı Hasan Bülent Kahraman'la gezdik ve güncel sanatı mercek altına aldık
TÜRK SANATI ÖZGÜRLEŞTİ
- Sergide eserlerini gördüğümüz 20 sanatçıyı nasıl seçtiniz?
- Farklı 20 sanatçı da olabilirdi ama bu 20 sanatçıyla oluştu. '20 yıl, bu 20 sanatçıdan oluşuyor' demek mümkün değil ama bu 20 sanatçı, bu 20 yılı tanımlamaya, açıklamaya yeter.
- Serginin iki kavramı var: Özerk ve çok güzel. Türk çağdaş sanatı sizce artık bu tanımlara uyuyor mu?
- Evet, yeni sanat anlayışında iki olgu öne çıkıyor. Biri özerk kavramı. Bunun da iki boyutu var. Birincisi, son 20 yılda bizim sanatımız, yani Türkiye'de üretilen sanat daha önceki bağlarından çeşitli ölçülerde kendisini koparmayı başardı. Hâlâ Batı odaklı bir sanat ama geleneğine de bakan, kendi geçmişinden ürkmeyen, gerekiyorsa önemseyen ya da önemsemeyen, mesela Fransa'yı ve Fransa'da üretilmiş akımları kendisine hedef almaktan uzaklaşan bir sanat oldu. Yerellik, bölgesellik, lokal bir sanat gibi kaygılarını kendi dışına itmeyi başardı. Kendini tamamen özgürleştirdi.
GÜZELLİK ÜRKÜLEN BİR OLGUYDU
- Güzellik olgusu neden son 20 yılda oluştu peki? Daha önce sanat güzellikten uzak mıydı?
- Daha önceki dönemlere güzellik korkulan ve kaçınılan bir şeydi. Bugün iki yapı var: Bir yandan çağdaş sanat güzelle doğrudan uğraşmıyor. Modern sanat belki ona bu manada daha yakın. Fakat Türkiye, güzeli ilk defa bu dönemde keşfetti. Yani 'Güzel denen şey dünyayı değiştirme gücüne sahiptir' dendi bu dönemde. 'Güzel devrimcidir' diye düşünülmeye başlandı. Yani estetik, hayatı değiştirecek güce sahip. Bu sergiyi bu iki temel üstüne oturtarak kurdum. Ben son dönemin bu iki kavram etrafında biçimlendiği kanısındayım.
- O halde size göre çağdaş sanatta tüm radikal değişim bu dönemde gerçekleşti.
- Evet 1992'de bienallerle başladı. Bienalin tarihi daha eskiye gidiyor ama Fransa'daki eski salon sergileri gibiydi. 1992'den sonra bienal kavramı değişim gösterdi. Ben de 1993'ten 2005'e kadar bienal danışma kurulunda çalışarak bunu çok içinde yaşadım. Müzesi olmayan, etkileşimi, ulaşımı kısıtlı, kişi başına düşen gelirin çok kısıtlı olduğu bir ülkede 92'den itibaren insanlar ilk kez yeryüzünün en önemli sanatçılarının ayaklarına geldiklerini gördü. Kendi işlerinin dünya sanatçılarıyla sergilenebileceğini fark ettiler.
- Türkiye'de sanatsal anlamda en önemli eksiklik sizce ne?
- Bizim hâlâ kültür kurumları açısından büyük eksiklerimiz var. Bizde Batı sanatına dayalı bir birikim müzelerimizde, koleksiyonlarımızda yer almıyor. Hiç onlarla irtibat kurmamış bir ülke olarak çıkıp 'Bize ilgi gösterin' diyoruz. Bunu da bir günün içine sığdırmaya çalışıyoruz. Ama Sotheby's, Christie's, Bonhams eğer bugün Türkiye'den gelmiş bir sanatçıyı müzayedeye çıkarıyorsa, varsın onu Türk koleksiyoner alsın. O koleksiyoner yarın da gider başka bir sanatçı alır. Japonlar başka bir şey mi yaptı? New York'ta ve diğer dünya piyasalarında kendi sanatçılarını aldılar ve onların orada yaşamalarına imkan sağladılar. Sonra o yapıtları müzelere hediye ettiler. Bugün Türkiye'deki koleksiyoner illa Türkiye'den eser almıyor, yurtdışındaki fuarlara da gidiyor. İşini aldığı sanatçı Türkiye'deki koleksiyonere bakacak, galerici gelip Türkiye'yi görecek. Bu etkileşim ancak böyle doğacak.
EN SON HABERLER
- 1 Sanal dünya çocuklara okuldan tatlı geliyor
- 2 Öğrendiğinizde şaşıracağınız 4 önemli beslenme bilgisi
- 3 Oysa her şey çok iyi gidiyordu
- 4 Sokaklar tenis kortuna döndü
- 5 Her şey bu ülkenin çocukları için
- 6 Bir rüyanın peşinde
- 7 7/24 şehirde yaşam
- 8 Hiçbir doğruluğu olmayan beslenme önerileri
- 9 İnsana güvenmekten vazgeçmeyin
- 10 Küçük sanatçılar için büyük deneyimler