Cumartesi 11.07.2015
Son Güncelleme: Cuma 10.07.2015

Bedenimi de bilincimi de alamazsın

Bilimkurgu, aksiyon, dramın iç içe geçtiği, ölümsüzlük fikrinden yola çıkan Self/Less, sinematografisinden ziyade ahlaki duruşuyla öne çıkan bir yapım

SELF/LESS ***
Ölümsüzlük fikri, sinemada pek çok defa işlenmiş bir konu olsa da yine de ilgi çekici bir yönü var. Bunun için de hâlâ bu fikirden hareketle filmler önümüze gelebiliyor, Self/Less gibi mesela. Hücre/The Cell ile dikkatleri çeken, sonrasındaysa Düşüş/ The Fall dışında pek kendisinden bekleneni veremeyen yönetmen Tarsem Singh Self/Less'te bilimkurgu, aksiyon, dramın iç içe geçtiği bir öyküyle ölümsüzlük fikrini ahlaki yönden ele alıyor. Bugünkü New York'un silüetini çizen inşaat mühendislerinden Damian Hale (Ben Kingsley) var filmin hikayesinin odağında. Damian çok zengin ama kanser. Hayatta çok da ilgilenmediği bir kızı var ve son derece bencil biri. Çok kısa bir ömrü olduğunu biliyor. Ama ölmemek için de direniyor. Karşısına da bir şans çıkıyor. Çok gizli bir tıp merkezine yolu düşüyor ve bilinç aktarımıyla genç bir bedende başka bir kimlikle hayatına devam ediyor. İlk başlarda bir sorun yok. Fakat gördüğü halüsinasyonlar sonrasında o bedenin aslında bir başkasına ait olduğunu anlıyor. Bedeni, hasta kızının sağlık masraflarını karşılamak için kendini feda eden eski bir askere ait. Halüsinasyonlar da aslında iki kişiliğin çatışmasından dolayı yaşanıyor. Damian her şeye rağmen onu sürekli gözetimde tutan tıp merkezinden gizli, askerin ailesini ziyaret edince de işler iyice çığırından çıkıyor. Tıp merkezinin nasıl her yere eli uzanan bir örgüt olduğunu anlıyor. Böylece bir kaçma kovalamaca başlıyor. İlk planda Michael Bay'ın Ada/The Island filmini hatırlatan Self/Less, açıkçası onun kadar aksiyona boğmuyor insanı. Sinematografisi belki Ada'ya göre daha zayıf ama zaten filmin de derdi güçlü bir sinematografiyle dikkat çekmek değil. Tarsem Singh daha çok meseleye ahlaki biraz da sınıfsal yönden yaklaşıyor. Kabaca zenginlerin ya da filmin iddia ettiği gibi dahilerin ölümsüz olabilmesi için başka insanların ama özellikle de fakirlerin donör olarak kullanılmasının ne kadar doğru olduğunu sorguluyor. Alttan alta 'zenginler istediği hayatları sürebilsin diye neden fakirler bedel ödemek zorunda' demeye getiriyor. Filmi kıymetli kılan bu sorgulamaya girişmesi ve yönetmenin aldığı pozisyon. Öte yandan bilimkurgu ile başlayıp aile dramına kayan film, eğer takındığı bu tavırla bilimkurgunun sınırları içinde yoluna devam etseymiş, Singh'in filmografisinin en iyisi de olabilirmiş demeden de insan kendini alamıyor.
YÜZÜNDEKİ SIR / PHOENIX ***
Mesele sırrı çözmek değil cesaret göstermek
Alman yönetmen Christian Petzold, seyirciyi 1980'lerdeki Doğu Almanya günlerine götürdüğü Barbara'da (şimdilik en iyi filmi), Batı Almanya'ya göç etmek isteyen ve bunun için tutuklanan, baskı gören ve sonunda taşraya sürgün edilen bir doktorun öyküsünü anlatmıştı. Otoriter rejimlerin insanlar üzerindeki etkisini çok iyi işleyen filmde yönetmen, bu tür rejimlere karşı da net bir tavır göstermişti. Petzold şimdi de 1945'te Berlin'de geçen bir hikaye üzerinden Yahudi Soykırımı üzerine gidiyor. Yaralı bir yüzle toplama kamplarından kurtulan ve ameliyat geçirip başka bir yüzle yaşayan Nelly'nin Alman kocası Johnny'i arayıp bulma öyküsü aslında film. Nelly kocasını buluyor da ama Johnny onu tanımıyor. Fakat Johnny karısının mirasından pay almak için yeni yüzlü Nelly'den eski Nelly'i oynamasını istiyor. Petzold'un iyi bir fikirden yola çıktığı bir gerçek. Ama mesele Yahudi Soykırımı olunca yönetmenin Barbara'daki gibi kafasının net olmadığı da ortada. Soykırıma karşı film açıktan bir tavır alamıyor. Bir Yahudiyi, gördükleri ve yaşadıkları sonrası intihar ettiren ve bir Alman'ın her şeyi bilmesine rağmen hâlâ vicdanen sorumluluk duymadığı gibi para uğruna türlü planlar yapmasına neden olan o büyük gerçeği gösteremiyor film bize. Yani Petzold, Almanya'nın geçmişiyle yüzleşirken Barbara kadar cesur değil. Finalinin muhteşemliğine rağmen Yüzündeki Sır'ın genel olarak meseleye yaklaşımı filmin en büyük handikabı anlayacağınız.

AYI TEDDY 2 TED 2 ***


Ayılar da insandır

Bir oyuncak ayının canlanıp bir çocuğun en yakın arkadaşı olması serüveninin anlatıldığı Seth MacFarlane imzalı Ayı Teddy, hınzır, esprili ve ergen erkek dünyasından beslenen mizahıyla eğlenceli bir yapımdı. İkinci filmde bu sefer Ayı Teddy'nin vatandaşlık hakkını alma serüvenini izliyoruz. Film 'Oyuncak ayı bir insan mıdır?' gibi bir soru sorup bizi 'Evet insandır' cevabına inandırmaya çalışıyor. Filmin hınzırlığı üzerinde, esprileri yine ergen erkekler dünyasından... Yani ilk filmi beğenenleri tatmin edebilir.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.