Cumartesi 16.04.2016
Son Güncelleme: Cumartesi 16.04.2016

Tam olmak için hayatı isterdim!

Vahşi bir cinayete kurban giden Özgecan Aslan, bu dünyada etrafına ışık saçan insanlardan biriydi. Bahaettin Kabahasanoğlu ailesi ve arkadaşlarıyla konuşarak Çarşamba Perisi Özgecan adıyla Özgecan’ın hikayesini yazdı

11 Şubat 2015'te, 20 yaşındaki Özgecan Aslan, o minibüse binmese, başka türlü evine gidebilse, en sevdiği yemeklerden Harput Köftesi'ni, onu bekleyen ailesiyle birlikte yiyecekti. Yüksek ihtimal okulunu bitirip idealindeki gibi yetkin bir psikolog olarak kamuoyunun karşısına çıkacaktı. Biz de kendisini öyle tanıyacaktık. Ama olmadı. Bindiği minibüsün şoförü Ahmet Suphi Altındöken onu vahşice katletti. Özgecan cinayeti tüm Türkiye'yi sarsmıştı. Acı büyük ve derindi. Kadınlar sokaklara çıktı. Kadına yönelik şiddetin sembolü oldu Özgecan. Ki hâlâ da öyle... Cinayetten sonra yakalanan ve müebbet ceza alan Altındöken, geçen hafta hapishanede vurularak öldürürdü. Cenazesi gömülemedi. Mezarlıklar kapatıldı. Cesedi morgda kaldı. Peki gerçekte Özgecan Aslan kimdi, onu farklı kılan neydi, nasıl bir insandı, neleri severdi, hayata nasıl bakardı, insanlarla ilişkisi nasıldı? Onu bir cinayetle tanıdık ama bu vahim olay olmasaydı, o yaşasaydı neler olurdu? Bahaettin Kabahasanoğlu, Librum Yayınları'ndan önümüzdeki günlerde çıkacak olan Çarşamba Perisi Özgecan kitabında Özgecan'ın yaşam hikayesini anlatıyor. 22 Nisan'da kitapçılarda olacak kitabın gelirinin bir kısmı Özgecan Vakfı'na bağışlanacak. Kitabın önsözünü babası Mehmet Aslan sonsözünü de annesi Songül Aslan kaleme almış. Yazar Kabahasanoğlu, Aslan ailesi ve Özgecan'ın yakın arkadaşlarının tanıklığı ile bir anlamda Özgecan'ın romanını yazmış. Yaklaşık 500 sayfalık kitapta, Özgecan'ın çocukluk günlerini, ailesiyle kurduğu güzel ilişkiyi, psikolog olmak için verdiği mücadeleyi, hayata nasıl güçlü bir şekilde tutunduğunu okuyorsunuz. Şiirler yazan, büyük kitaplıklar hayali kuran, günlüğüne Çarşamba Perisi adını veren, çantasında güvencinler için hep bir avuç buğday taşıyan, sevgi dolu bir ortamda büyüyen ve etrafına da sevgi saçan bir genç kızın, bu dünyadan böylesi bir vahim olayla göçüp gitmesini hazmedemiyorsunuz. İşte annesinin, babasının, babaannesinin, ablasının, arkadaşlarının gözünden Özgecan!
ODAMIZ KÜÇÜK DÜNYAMIZ
Ablası Beste Aslan: "Birbirimize çok bağlıydık, ikizler gibi. Sürekli el ele gezerdik. Ondan ayrı bir şey yapmayı düşünemezdim. Odamız, küçük dünyamızdı. Özoş, yarım kalan kitabını okurken kahvesini yudumlamaktan çok keyif alırdı. İçine kapalıydı ve bu durumu kitaplarla farklı bir boyuta taşımaya çalışıyor gibi bir hali vardı... Verdiği cevaplardan okuduğu kitapların listesini çıkarabilirdiniz. Ruhunu sayfalardan besliyor ve küçük derelerle koca bir nehre dönüşüyordu. Rus yazarları çok severdi, Tolstoy, Dostoyevski ve Çehov... Türk yazarlardansa Peyami Safa... 'Ruh tahlillerinde ondan daha iyisi yok' derdi. Morali bozulsa da okurdu, mutlu olsa da. Onun için her zaman en uygun liman kitaplardı, 'ne kadar çok kitap okursan, o kadar az konuşursun' diyerek yeni bir tartışma açmış ve kendi sessizliğini de buna bağlamak istemişti. (...) Bir gün sordu 'Kadınlar neden sardunyaları çok sever?' diye, ben cevap vermeyince kendi verdi; 'İkisinin de kırıldıkça yeşeren dalları vardır, o yüzden' dedi."
CEVAPLARIYLA BİZİ ŞAŞIRTIRDI
Özgecan'ı, ablası Beste ile birlikte babaannesi Güler Aslan büyütmüştü. Onun 'süper babaannesiydi'. Güler Hanım, ilişkilerini şöyle anlatıyor: "Özgecan, Beste'den bir yaş küçüktü, el kadardı yavrum, onları birlikte uyuturduk. Birini büyükbabası, diğerini de ben sallardım. Biz büyüttük yavrularımızı. Özgecan, bir melek gibiydi. Bebekliğinden itibaren böyle bir his uyandırmıştı bende. Bakışları, düşünceli hali ve verdiği cevaplarla bizi sürekli şaşırtırdı. (...) Babaanne torun gibi değildi ilişkimiz. Küçükken bir şey paylaşacak olsa 'gel babaanne' diyerek kolumdan çekiştirirdi. Büyüdükçe 'yalnızca sana söylemek istiyorum' dediğinde akan sular dururdu. Kimselere söyleyemeyeceği bir şey mi var, sır deposu yanında. Onu saatlerce dinlediğim olurdu, 'bu seans bedava' derdim ve gülerdik. (...) Kıymalı yumurtayı çok severdi. Çocukken, et yerdi ve yemek de seçmezdi, ne zaman ki, kurban kesilirken oradaydı, olup biteni ağlayarak izledi, Beste'yle birlikte vejetaryen kesildiler. Her ne demekse. Et yemiyordu işte, ne yaptıysak çare olmadı, 'hayvanları sevmeyen, insanları da sevmez' diye bir şey öğrenmişti ve ne zaman konu açılsa öyle söylüyordu."
PSİKOLOJİYİ BİLE İSTEYE SEÇTİK
Ailesine düşkün, az arkadaşı olduğu için içine kapanık gibi görünse de idealleri olan bir genç kızdı. İlkokul sıralarında tanıştığı Nazlıcan Aktaş en yakın dostuydu. Fakat üniversite, yollarını ayırmıştı. Özgecan, Çağ Üniversitesi'nde, Nazlıcan ise Kıbrıs Üniversitesi'nde psikoloji okuyordu. Nazlıcan kitapta ilişkilerini ve psikolojiyi okumak istemelerini şöyle anlatıyor: "Hedefimiz psikoloji bölümünde okumaktı. Çünkü toplumun çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorduk. Bir keresinde hastaneye bile gittik, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü mezunları ne iş yaparlar diye.
GÜVENMEK GÜZEL DUYGU
"İlkokuldan itibaren tanışıyoruz. Mahalleden de komşuyuz ya, adeta kardeş olduk. Ben onu kız kardeşim yerine koymuştum ve öyle sevmiştim. Özgecan çok ürkekti, ben de öyleydim. İki ürkek bir araya gelince güçlü olduğumuza inanıyorduk ama biliyorduk gerçekleri. Güvenmek çok güzel bir duyguydu, kime güveneceğimiz konusundaysa kararsız kaldığımız anlar çok olmuştu. Şiir hastasıydı, en çok Ümit Yaşar Oğuzcan'ı severdi. Mersinli olduğu için değil, Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın şiiri için."
HEPİMİZİN KARA GÖZLÜ CEYLANIYDI KÜÇÜK BİLGE KIZIM
Baba Mehmet Aslan: "Özom'u kaybettikten sonra anladım ki babalar için kızlarından daha değerli bir mücevher yokmuş. Ellerimin arasından bu kadar kolay kayıp gitmesini aklım almıyordu, hele benden önce ölmesini... Biz babalar, kızlarımız için ne söylersek söyleyelim, biliriz ki eksiktir, son cümlemizi söyledikten sonra mutlaka bir cümlemiz daha vardır... Bakışlarını unutamıyorum Özom'un, bir güvercin sessizliğinde yanımdan geçmesini, 'Aslan babam' diyerek yanağıma öpücükler kondurmasını... O, hepimizin kara gözlü ceylanıydı, küçük bilge kızı... Şimdiyse kendi ifadesiyle Çarşamba Perisi... Nasıl özlediğimi anlatmaya gücüm yetmiyor, bazen burnumun direği sızladığında, yüreğime tarifsiz bir acı saplandığında anlıyorum ki yok. Hayatta hiçbir karşılaşma berabere sonuçlanmıyor, ya kazanıyorsun ya da kaybediyorsun. Dünya çocuklarımızın sandığı kadar güzel değil. Cennetin buralarda bir yerde olduğunu anlatmaya çalışıyorlar ama buralarda bir yerde olan aslında cehennem, yakıp yıkan, alıp götüren... Sevgili Özom!.. Görüyorum ki yalnızca bizim değil, aynı zamanda her evin kızı olmuşsun. Bu dünyadayken yapamadıklarını, buradan gittikten sonra yapmaya başlamışsın. Kızlarını kaybeden babaların cümle kurmakta zorlandıklarından bahsetmiştim sana. Şimdi başıma gelince gördüm ki bundan sonra tüm mevsimler 'yas mevsimi' çatısı altına girecek ve bizim için bir ömür sürecek. Keşke evden son çıkışında sana sımsıkı sarılıp 'Özom' diyebilseydim ama nereden bilebilirdim geri dönmeyeceğini... Kör kuyularda merdivensiz kalmanın ne demek olduğunu öğrettin bize. Her daim fotoğraftaki gibi bize baktığını biliyorum. Özom, seni çok seviyor ve her geçen gün daha çok özlüyorum."
İNSANLARA GÜVEN DEMİŞTİM AMA ŞİMDİ ÇARESİZİM
Anne Songül Aslan: "Sonsöz yazmam teklif edildiğinde aklıma geldi, sırf bu yüzden adım Songül konulmuş olabilir mi, diye... Kitap için önsözü bilirdim ama senin için bir gün sonsözü yazacağımı dünyada düşünemezdim. Sen, gerçek bir melektin. Sana mektup yazmak istedim ama adresin yoktu... Bu kitap, senin için iyi bir adres olacak, seni sevenlerin ellerinde... Kara gözlü ceylanım... Hiç inanamadım gittiğine, hâlâ inanmıyorum. Sanki uzun bir tatile çıkmışsın ve yakında dönecekmişsin gibi... Tüm kitaplarını, eşyalarını saklıyorum. En sevdiğin oyuncağın tavşanı da... Seni bizden alanlara, dilimin ucuna kadar gelmesine rağmen beddua edemiyorum, sadece 'ceylanıma nasıl kıydınız' diyorum. İnsanları çok sevmeni, insanlara güvenmeni sana ben öğretmiştim, şimdi çaresizim ve ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Başka ocaklara da ateş düştüğünde yanıp yıkılırdım ama bu kez yüreğimin tam ortasına düştün kara gözlü ceylanım, seni çok özlüyorum. Ne zaman adın geçse, aklıma düşsen ağlıyorum."
ÖZGECAN'IN ŞİİRİ
Gökyüzü olmak isterdim sonsuz mavilikte
Bulut olmak isterdim, içimi boşaltana kadar yağmak
Uçsuz bucaksız çayır olmak isterdim yeryüzüne
Martılara sırıtmak, bütün ruhumla gülümsemek
Devasa ağaç Başı sonu olmayan orman olmak isterdim
Doğayla iç içe
Büyüleyici dağ olmak isterdim
Yükselmek
Hayatı isterdim, doğayı
Tam olmak için
PENCEREM DENİZE AÇILACAK!
Kitaplara, edebiyata ve şiire düşkündü Özgecan Aslan. Arkadaşları ona kitap kurdu adını takmıştı. Yolculukta, parkta, bahçede elinden kitabı düşürmüyordu. Bir gün ablası Beste'ye bir hayalinden bahsetti: "Büyük bir çalışma odam olsun isterim, iki duvarını ceviz kitaplıkla kapatırdım, bir duvarını da yazar ve kitap isimleriyle anlaşılmaz hale getirirdim. Pencerem olacak, denize açılacak ve gelip geçen, demir atan gemileri seyredeceğim, martıları, gökyüzünü, bulutları... Büyük bir ağaç olsun isterdim, dalları pencereme kadar uzanan..."
Bir Çarşamba Perisi
Kitabın adı, Özgecan'ın defterine verdiği isimden geliyor. Yazar Bahaettin Kabahasanoğlu, Özgecan'ın defterine bu ismi verme öyküsünü kitapta şöyle anlatıyor: "Özgecan'ın, kelimeler ve kavramlar konusunda daha derin bilgi sahibi olmak için boş zamanlarında özel bir planlama yapıyor, ders notlarını çalışır gibi bu konuya da zaman ayırıyordu. Defterine Çarşamba Perisi adını vermişti. Niçin bu adı verdiğini kendisi de bilmiyordu ama bu günün Azerbaycan'da 'Odgün' yani ateş günü anlamında kullanıldığını öğrendikten sonra bu konuyla daha fazla ilgilenmeye başlamıştı. Hatta defterinin adını Ateş Günü Perisi olarak adını değiştirip değiştirmemek arasında bocalamıştı. Ateş Günü Perisi? Sanki Çarşamba Perisi'yle kıyaslayınca o daha güzel duruyordu ama 'İlk düşündüğün şey doğrudur' düşüncesiyle hareket edip başlığa dokunmadı."
DÜNYADAN GEÇEN GÜVENCİN !
Özgecan her zaman çantasında bir avuç buğday taşırmış. Hem bereketi simgelediği için hem de denk gelince güvercinlere vermek için. Öldürüldüğü gün de yine güvercinleri beslemiş. Arkadaşı "Vazgeçmiyorsun değil mi?" diye sorunca Özgecan "Onlarla birlikte paylaşıyoruz dünyayı" demiş. Vefatından sonra iki güvercin Özgecan'ın odasına girmiş. Aile ilk kez yaşanan bu durum karşısında şaşırmışlar. Kuşlar gelip odadaki aynanın önünde, kitaplığın üzerinde konup bir süre bekleyip gidiyorlarmış.
SON VEDA (KİTAPTAN)
'11 Şubat sabahı, hemen her sabah olduğu gibi erken kalkmış, babaannesinin 'Özgecan Menüsü' adını verdiği zengin sofrada annesi, Beste ve babasıyla birlikte keyifli bir kahvaltı yapmış, henüz uykuda olan Barış'ı ise 'Aslan Kral' diyerek yanaklarından öpmüştü. 'Kızım hayırdır?' 'Aslan Kral'ı öptüm.' 'Daha önceleri pek yapmazdın?' 'Ben gidiyorum, o kalıyor diye. O şişko yanaklarından öptüm işte, yoksa izin mi almalıydım annemizden?' 'Özom,' diyerek sarıldı kızına, 'İçimden öyle sormak geldi nedense,' dedi. 'Unutma, akşama Harput Köftesi var' diye sesini yükseltti babaannesi, 'Sen, çok seversin' demeyi de ihmal etmedi. Songül Hanım, kızını uğurlamak için kapı önündeydi, 'Havalar iyice soğudu, ayrıca yağmur bugün de devam edecek' dediğinde boynuna sarılıyordu Özgecan. 'Anne, baksana boğazlı kazağımız, yün pantolonumuz ve beremiz var. Sen böyle ilkokul öğrencilerine tembihler gibi konuşunca sanki çocukmuşum gibi hissediyorum, hiç vazgeçmeyecek misin?' 'Anneler söz konusu çocuklarıysa biraz inatçı olurlar tabii. Allah zihin açıklığı versin, iyi dersler Çarşamba Perisi.' Gülümsedi, 'Çarşamba Perisi mi? Bu günlüklerimin adı. Merakımı hoş gör anne, adına mı baktın, içine mi?' diye sordu. 'Hafta sonu masanın üzerinde bırakmıştın, kapağında öyle yazıyordu, benim de çok hoşuma gitti, o kadar işte. Sen izin verirsen bir gün içine de bakarım.' Çalışmalarının annesinin dikkatini çekmesi onu sevindirmişti. Gülümsedi, 'Annem,' diyerek yanaklarından öptü, merdivenleri inip dış kapının sesi duyuluncaya kadar bekledi Songül Hanım, içeri girdiğinde mutfakta yarım kalan sohbet yeniden başladı."

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.