Cumartesi 02.02.2019

Taht oyunları insanı bozar!

İngiltere tarihinin iki güçlü kraliçesi arasındaki ilişkiyi anlatan İskoçya Kraliçesi Mary, taht mücadelesinin insanın kimyasını nasıl bozduğunu başarılı bir şekilde ele alıyor

İngiltere tarihinin hem yakın dönem hem de uzak dönemini, kraliyet ailelerinin hayatları ve taht kavgaları üzerinden anlatan filmler ve dizilerin bu kadar sıklıkla karşımıza gelmesi, hayatın olağan akışına çok da uygun gelmiyor bana. İngiltere yeni bir tarih anlatısını mı dayatıyor yoksa tarihiyle mi hesaplaşıyor bunu kestirmek güç. Ama şu bir gerçek ki bu film ve diziler nedeniyle İngiltere her dönem ne kadar da güçlü bir devletmiş düşüncesiyle yoğurulup duruyoruz. Özellikle uzak dönem söz konusu olunca 16. yüzyılda İngiltere'yi yöneten Tudor Hanedanlığı dönemi karşımıza çıkıyor. İlk elden belki o dönemki taht kavgaları, entrikalar, iktidar mücadelesi sinemacılara ilginç geliyor olabilir diye düşünüyor insan. Ama bu bakış biraz naif kalıyor. Çünkü İngiltere'nin bir dünya devleti haline geldiği bu döneme özellikle atıf yapılması sanki bugünün dünyasına verilen bir mesaj. İskoçya Kraliçesi Mary filmi de yine o dönemin iki kadın figürü 1. Elizabeth (Margot Robbie) ile kuzeni ve İskoçya Kraliçesi Mary (Saoirse Ronan) arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Mary'nin İngiltere tahtında hak sahibi olması nedeniyle iki kraliçe arasında gerilimli bir ilişki yaşanıyor. Yönetmen Josie Rourke temel olarak iktidarın ve gücün insanı her şekilde zehirlediğini, insanın iktidarla olan sınavından normal çıkamayacağını savlıyor. Tarih belki Elizabeth'i kazanan Mary'i kaybeden olarak yazsa da Rourke'a göre ikisi de kaybeden. Çünkü kurallarını erkeklerin koyduğu iktidar mücadelesinin içinde buluyorlar kendilerini. Bu mücadelede bir noktadan sonra kadın dayanışması ilkesiyle farklılık getirmeye çalışsalar da güçleri yetmiyor. Çünkü etraflarındaki erkekler buna izin vermiyor. Dolayısıyla iki güçlü kadının değil aslında iki yalnız kadının hikayesini izliyoruz filmde. Bu noktada Rourke'un asıl hedefinin iktidarın erkeksi yapısı olduğunu anlıyoruz. Açıkçası ince ince işlenmiş bir senaryo ile Rourke, iki kadın arasındaki mücadele üzerinden iktidar, güç, erkek ilişkisini iyi anlatıyor. İktidar tutkusunun kadın erkek demeden insanı nasıl yozlaştırdığını da... Ama filmi farklı kılansa bu meseleye feminist yaklaşımla bakması. Zaten filmi benzerlerinden değerli kılan da bu yönü.
SİNEMANIN GÖZDESİ TUDOR HANEDANLIĞI
Sinemacıların Tudor Hanedanlığı ilgisi sayesinde aslında 16. yüzyıl İngilteresi'nin çoğu şahsiyetinin hikayesine vakıf olduk. 8. Henry genel olarak sinemacıların hikayesini anlatmayı sevdiği bir kralken, 1998'de Cate Blanchett'li Elizabeth filmiyle başka bir hatta geçildi. 8. Henry ile Anne Boleyn'in kızı Elizabeth'in tahta çıkışı ve o erkek dünyasında nasıl varolduğunu anlatıyordu film. Ama asıl kıvılcımı 2007'de başlayan Tudors dizisi yaktı. 16. yüzyıl İngilteresi'nin tüm önemli kişiliklerini ve aralarındaki ilişkileri öğrenmemizi sağladı. Entrika, taht kavgaları, idamlar... O görkemli saraylarda işlerin nasıl döndüğünü böylece anlamış olduk. Dokuz yıl sonra Cate Blanchett Elizabeth: Altın Çağ filminde yine Elizabeth olarak karşımıza çıktı. İlk filmin izinden gidiyor, Elizabeth'i yüceltiyor ve onun İngiltere'yi nasıl bir dünya devleti haline getirdiğini anlatıyordu. 2008 yapımı Natalie Portman ve Scarlett Johansson'ın başrolde oynadığı Boleyn Kızı ise Tudors'un açtığı yoldan ilerliyordu. Elizabeth'in babası kral 8. Henry ile annesi Anne Boleyn'in hikayesine odaklanmıştı film. 8. Henry'nin karısı Anne Boleyn'i neden idam ettirdiğini böylece anlamış olduk. Tabii Anne'in kız kardeşi Mary Boleyn'in kim olduğunu ve aralarındaki ilişkiyi de. Şimdi İskoçya Kraliçesi Mary'de de bir başka Mary'nin hikayesini öğreniyoruz.
NERDEN BAKSAN TUTARSIZLIK
Geçmiş hayatlarında trajediler yaşamış, birbirini tanımayan bir grup insan 10 bin dolarlık bir ödül için bir oyun daveti alır. Kimi meraktan kimi para kazanma tutkusuyla davete icabet ederler. Fakat kendilerini ölümcül bir oyunun içinde bulurlar. Sonrası bir ölüm kalım mücadelesidir. Adam Robitel'in yönettiği Ölümcül Labirent, sinemada birçok benzeri olan bir gerilim filmi aslında. Ama bu değil temel problemi. Neden böylesi bir film çekildiğine dair bir cümlesinin olmaması. Tahmin edilebilir olay örgüsüyle akıp giden filmin sonuna gelince bütün bu ölümcül oyunun kimin ve neden planladığı sorusuna usulen bir cevap vermeye çalışıyor film. Öyle usulen ve insanı ikna etmekten uzak ki bir absürtlük ortaya çıkıyor ve gerilim filminin sonunda salondan gülerek çıkıyorsunuz. Bu da yetmezmiş gibi film devamının geleceğine dair bir tüyo da atıyor ortaya. Nerden baksan tutarsızlık deyip geçelim...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.