Cumartesi 06.06.2009
Son Güncelleme: Cumartesi 06.06.2009

Çocuk gibi seyretmek

Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un, Venedik'ten Mektuplar yazıları Türkiye'de sadece SABAH'ta...

Venedik'te bazan kendimi çocukluğuma geri dönmüş gibi hissediyorum... Belki de buraya İstanbul'dan geldiğim için böyle... ... Çünkü bu üçüncü gelişimde, çocukluğumun İstanbul'unda, arkada bıraktığımı sandığım pek çok şey ve duygu (sentiment) ile karşılaştım. Masamda oturup yazımı yazarken, karşı damdaki bacanın üzerinde saatlerce sabırla hiç kıpırdamadan duran şu martı mesela... Çocukluğumda da, İstanbul'un martıları bana, tıpkı kaplumbağalar gibi sonsuza kadar hareketsiz duran, belirsiz bir şeyi bekleyebilen yaratıklar gibi gözükürdü. Çocukken içimdeki saat daha ağır hareket ettiği, dünyanın yavaşlığına dayanamadığım için belki. Sonra yaşım ilerledikçe İstanbul'un martılarının da daha hareketli olduklarını, daha sabırsız ve daha arsızlaştıklarını gördüm. Ya da içimde kıpırdanan resim yapma isteği... Yedi yaşımdan yirmi iki yaşıma kadar resim yaptım ve bıraktım; otuz beş sene fırçaya-boyaya elimi sürmedim. Şimdi yeniden bu çocukluk, gençlik zevkine geri dönüyorum... Resmetme iştahımın kabarmasının bir başka nedeni elbette Venedik'in, Paris'ten sonra dünyanın en çok resmedilmiş şehri olması. (Claude Monet bir mektubunda bu şehre gençliğinde değil, çok daha geç geldiği için hayıflanır.) Her sokak, her köprü hafızamıza güzel bir resim olarak çoktan kazınmış, bu tanıdık görüntülerle karşılaşınca resim geliyor aklımıza. Bu çok aşina manzaraları tuvallerine ya da suluboya kâğıtlarına sabırla yeniden işleyen kısa pantolonlu, Kuzey Avrupalı, Amerikalı (acaba Batılı mı deseydim?) ve yaşlı erkekleri sokaklarda gördükçe, tıpkı çocukluğumda, İstanbul'da olduğu gibi -çok seyrek ressam görürdüm İstanbul sokaklarında- heyecanlanıyor, işine dalmış bu amatör ressamlara fark ettirmeden arkalarından sokulup yaptıkları şeyleri seyrediyor ve tıpkı çocukluğumda yaptığım gibi resimdeki köprünün hayattaki köprüye ne kadar benzediğini anlamaya çalışıyorum. Tabii asıl çocukluk zevki, şehrin içinde küçük bir gemiyle hızlı hızlı gezinerek binaları, meydanları, büyük dinî yapıları, kuleleri bambaşka bir açıdan seyredebilmek. Boğaz köprüleri ve Boğaz'ın iki sahilini boğucu bir ip gibi saran geniş yollar yüzünden İstanbul'da artık kaybettiğim bu alışkanlığın bir başka eğlenceli yanı, evlerin içinde günlük hayatlarına dalmış yalı ya da palazzo sakinlerini kahvaltı eder, televizyon seyreder ya da boş boş otururlarken dışarıdan dikizleyebilmek... Tabii Venedik'te benim çocukluğumun İstanbul'unu kuvvetli bir duygu olarak birleştiren şey, arkada kalmış büyük imparatorluğun izlerinin üzerlerimizdeki etkisi. Çocukluğumda, İstanbul'da, Osmanlı'dan kalma bütün eski ahşap konaklar, Boğaz üzerindeki boyasız yalılar, yıkılmakta olan anıtsal (monumental) yapılar, şehir aşırı yoksul olduğu için bizleri birbirine bağlayan yerel bir melankoli duygusu, bir hüzün verirdi. Venedik'te, her birinin restorasyonu için harcanan paralarla anılan bakımlı palazzoların, şehrin zenginliğinin ve buraya eğlenmek ve mutlu olmak için gelen turist kalabalığının melankoliye fırsat vermediğini görüyorum... Venedik'in ihtişamı (grandeur) kederli değil, mutlu, sevindirici bir şey: Görmek, hiç durmadan seyretmek, bu hayretler verici güzelliği bir tarih olarak anlamaktan çok, bir görsel duygu (sensation) olarak yaşamak, yeniden yaşamak istiyor insan. Burada benim için ilk dürtü anlamak, öğrenmek, hatta çözümleyip düşünmek değil, bakmak, görmek, seyretmek...
UZAK BİR ÇOCUKLUK HAYALİ
Venedik hakkında bu duyguyu, 19. yüzyıl İstanbul'u hakkında en parlak kitaplardan birini de yazmış olan -(Constantinople, 1853)- Fransız romancı, şair, eleştirmen ve seyahatname yazarı Theophille Gautier en iyi dile getirmiş. Venedik'teyken "günde on dört saat yalnızca şehri seyrettiğini" yazan Gautier, tıpkı benim gibi, yirmili yaşlarındayken, gençlik ve çocukluğunun büyük düşü olan ressam olmayı bir yana bırakıp şiirler ve romanlar yazmaya başlamıştı. Venedik'te pekçoklarının yaptığı gibi kitle turizminden şikâyet etmeden önce -şehrin yerel nüfusunun git gide azaldığını ve burasının yapay bir manzaraya, eski bir rüyaya dönüştüğünü haklı olarak dile getirmeden önceburasının Gautier'in yaptığı gibi günde on dört saat seyredilecek bir yer olduğunu belirtmek gerek. Modern çağın çözümleyici (analitik) felsefesi düşünmeyi kelimelerle ilişkilendirerek, görmeyi duyumsal ve çocuksu bir şey olarak küçümsedi. Venedik'te bende çocukluğuma geri döndüğüm izlenimi uyandıran şey, çocukluğumun İstanbul'uyla kurduğum benzerlikler değil yalnızca; bakmanın, görmenin, seyretmenin zevklerini yeniden bütünüyle yaşamak da bana çocukluğumu hatırlatıyor... Çocukluğumda ilkokulda, ortaokuldayken bazı derslerde o kadar sıkılırdım ki, pencereden dışarıya bulutlara bakmak yetmez, bütün sınıfı su bastığını, biz öğrencilerin sıralarıyla hocanın kürsüsü arasında gemilerin, sandalların gezindiğini hayal ederdim. Venedik sokaklarında Gautier ya da benim gibilerini binalara, köprülere, çatlak duvarlara baka baka bir çeşit sarhoşlukla saatlerce gezindiren heyecan, modern çağın sıkıntısından uzak bir çocukluk hayaliyle karşılaşmak olmalı.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.