Pazar 13.01.2013

"Zorla edebiyatçı oldum"

Sayısını kendisinin bile tam bilmediği çok sayıda kitapta topladığı öyküleri, romanları, derleme ve çevirileri, senaryoları, çektiği filmleri ile Türk edebiyatında önemli yeri olan büyük usta Tarık Dursun K., hayatını, yazarlığını, umutlarını, projelerini anlattı

Sizce yazarlık öğrenilir mi?
Yazarlık birer rastlantı sonucu oluyor ben dahil. Düşünün Steinbeck avcı, Hemingway boksörlükten gelme. Şu soruyla karşı karşıya geliyoruz. "Yazar olarak doğulur mu yoksa doğduktan sonra yazar mı olunur." Kimine göre öyle kimine göre böyle.
Size göre?
Ben zorla yazar oldum. Önce saz çalmayı istedim. Daha öncesinde, benim idealim marangoz olmaktı. Komşumuz vardı çok iyi para kazanıyorlardı ama annem, "Evladım sen solaksın. Solak keser kullanılmaz, çivi de çakılmaz" dedi. "Peki anne" dedim. İzmir'de çıkan Nilüfer diye bir dergi vardı. Trenlerde satılırdı. Onun şiir yarışması varmış. Özenti içersinde şiirler yazıyor ve sağa sola yolluyordum. Hiçbir yerde çıkmıyordu. Bir gün, Nilüfer dergisinin paketi ile bir şey geldi. Birincilik kazanmışım. İyi güzel de hediyesi ne olabilir? Urla Biraderler ajandası.
Para ödülü bekliyordunuz tabii...
"Anneciğim bak ne güzel şiirden ödül aldım" dedim. Annem, "Evladım bak kulağına küpe yap. Bize ün lazım değil, un lazım" dedi. Annemin bu lafını hiç unutmuyorum. Bu ülke ve bu ülke insanı ün yerine unu tercih etse, burada olmaz. Son 5 yıldır ülkenin sanat dünyasında inanılmaz derecede çok kitap çıkıyor. Bu kadar çok kitap satılmıyorsa niye basıyorlar?
Neden?
Ülkede yıllardır devam eden bir kara para fırtınası var. Bu benim kitabım korsan. 20 lira fiyatı var, 5 liraya veriliyor. Ama ben kendim gidip teslim oldum korsanlara. Yayın dünyasını, bulunduğunuz o lüks binada aramayın. Yayın dünyasının şeyleri yazarlar çizerler filan. Yayıncı, eskiden mürekkepli kalemle veya daktiloyla yazıyor, yolluyordu yazısını. O dosya düzeltiliyor, redakte ediliyordu, formalaştırılıyordu. Şimdi sayfa düzeni yapıp da yolluyorsunuz. Ben öyle sanıyorum ki 5-6 yıl içinde İstanbul'dan bir yayıncı bana telefon edecek, "Tarık ağabey 20 forma cinayet olsun, aşk olsun, meşk olsun, roman, 100 bin tane yolla" diyecek.
"İkinci sınıftakilerin hikayesi daha ilginç"
Şu anda yazdığınız kitap var mı?
"Yapıştırma Roman'ı" yazıyorum. Geçen yıl kitaplarımı karıştırıyorum. Bir şey dikkatimi çekti. Bir romanda bir filmde, bir tiyatroda, bir kahraman bir de karşısındaki var. Etrafındakiler, payanda rolünü üstlenenler. Baktım, oğlanla kızın hikayesinden daha sıcak, daha ilginç ikinci sınıftakilerin hikayesi. Onları aldım, kurguladım, çok farklı bir şey çıktı. Bir de bunun denemesini daha önce yapmıştım. Bağrı Yanık Ömer ile Güzel Zeynep. Televizyona da girdi. Orada eldivenin ters yüz edilmesi gibi eski halk hikayeleri vardır. Kerem ile Aslı gibi. Bağrı Yanık Ömer ile güzelce koydum ama tam doymamış. Bu ilk baharda daha eskilere gittim, topladığım kitabın adı, "Muradına Nail Olan Dilber ile Muradına Nail Olmayan Dilberin, Acıklı ve İbretengiz Hikayesi." Bir de çok garip bir şey oldu. Halk Şiiri Antolojisi hazırladım. 11 bin sayfa. Komik bir hikayesi var. Geçen yıl Alsancak Hastanesi'nde yatarken, Kültür Bakanı geldi. Geçmiş olsuna. İsteğimi sordu, "Halk Şiiri Antolojisi ile ilgilenin" dedim. İlgilendiler, 6 cildi istediler, gitti gelmiyor. Sonradan bir cevap geldi. Çok matrak bir cevap. "Telif Hakları Yasalarına uyarlamak için, bu şiirlerin sahiplerinden veya varislerinden imza alın. İyi güzel de halk şiiri başlangıcı 13. yüzyıl. Nereden bulup getireyim imzayı.
"Nutuk'un senaryosunu yazıyorum"
Yazmayı sürdürdüğüm bir başka şey de Nutuk. Nutuk'un, 26 bölüm olacak şekilde senaryosunu yazıyorum. Arka planda Nutuk okunuyor, ön planda Mustafa Kemal, ilk karede sabah olmakta. Uzak dağlar, ikinci karede demir atmış bir yat. Savarona. İçeride güvertenin kapısı açılıyor. İki adam, askeri kaputlar içinde. Biri daha yaşlıca, öbürü genç. İlerliyorlar şezlongun yanına. Genç, yaşlıyı yatırıyor. Yaşlı olanı, "Şimdi bir cigara olsaydı ne güzel olurdu değil mi çocuk" diyor. Bir tabaka uzatıyor, alıyor, çakmak yanınca yüzünü görüyoruz. 80 yaşında bir Ahmet Mekin. Dizi yazıyorum. Bayağı gerilimi var öndeki hikayenin. Makedonya'nın Enformasyon Bakanlarından Fahri Kaya'dan öğrendiğim, Atatürk ile ilgili bilinmeyenler var. Atatürk'ün karga kovaladığı yerlerde geçen. Bu iş için sponsor arıyorum.
Bazı ödülleri çift aldı
Kaç kitabınız var?
Bilmiyorum. Yaklaşık 200.
Kaç ödül aldığınızı saydınız mı?
Onu da bilmiyorum. Bazı ödülleri de çift aldım.
Nasıl yazıyorsunuz?
Yazarken rahatım. Çünkü ne yazıyorsam, onu çok önceleri kafamda pişirip kotarmışımdır. Yazacağım hikayeyi ya da romanı, önce kendi kendimle uğraşarak bir biçime sokarım. Genellikle bu, daha çok roman konusunda oluşur. Kurguyu ana hatlarıyla çevremde güvendiğim kişilere ufak ufak anlatmaya da koyulurum. Kimi zaman olayı ya da olaylar dizisini nereden nereye yönlendireceğimi, nasıl bir akışın yataklığına varacağını başlangıçta kestiremem. Ben anlatırım, ben anlattıkça kurgu giderek gelişir. Konu ve kahramanlar etlenip kemikleşmeye başlar. Ama hemen söyleyeyim, kimse bu isterse en yakınınız olsun, ayak üstünde kurulup anlatılmaya başlanan bir romanın girişinden sonuna dek dinleme sabrı göstermez. Hoş, ben de anlatma sabrı göstermem ya, bu da başka. Kısa, kalın hatlarla anlatırım, tepkiyi gözlerim. Kimi zaman terse düştüğüm de olur. O zaman sözü çevirir, güncel bir noktaya getiririm. Yani, kaçarım. Ne dinleyenin ne de anlattığımın üstüne gitmem. Benim için en önemli olgu, ilk cümledir. Giriş cümlesi.
"Bir süre yazarım sonra da sıradan işlerimi yaparım"
Roman yazarken en zoru giriş cümlesini yazmak mıdır?
Onu günlerce bulamadığım çok olmuştur. Oysa, son derece masum, kimseye zararı dokunmayacak bir cümledir. Söz gelişi " yağmur yağıyordu ve gökyüzü kapalıydı" gibi. Giriştir bu ve bana çok şeylerin sözünü verecektir. Kuşkusuz, aradığım böyle bir cümle değildir. Olamaz mı ? Olur. Niye olmasın? "Yağmur yağıyordu." Her zaman güzel bir giriş cümlesidir ve doğal olarak arkasından "gökyüzü kapalıydı" türünden aptallık dolu bir ikinci tamamlayıcı cümle daha eklemezseniz... Yazar, okurdan önce okur olmasını da bilmelidir bence. Yani, kendini okurun yerine koyabilmeli, koymalı, yazacaklarına aslında yazdıklarına demek istiyorum, okurdan önce, okur tepkisini göstermelidir. Ben o ilk girişi cümlesini buldum mu, arkası gelir artık. Getiririm. Roman yazarken ara vermem. Veririm, ama çok sık değil. En iyi yazma yöntemi, bütün bütüne yazmaya abanmamaktır. Gereksizdir, kapanıp ille de bitireceğim diye diretmek... Her gün belirli bir süre yazarım. Sonra bırakır, günün sıradan işlerini yaparım. İlgimi ve ilişkimi keserim romanla. Fakat bunları yaparken bilirim, aklım fikrim romandadır yine. Konu apayrı bir akıl kesiminde vurgulamasını sürdürür.
Peki ya hikaye?
Bakın, hikaye zordur. Acımasız ve hoş görüsüzdür. Oturursunuz ve başından kalkamazsınız. Anca bitirir, öyle yakanızı kurtarırısınız. Bırakayım, geleyim, sonra keyfim istediği zaman yazarı diyemezsiniz. Hikaye buna izin vermez. Tersi bir olgu sizi hikayeden uzaklaştırır, sıcaklığını, hikayeliğini yitirirsiniz. En iyisi, yazmak ve kurtulmaktır. Elbet bütün hikaye yazarları böyle yapmalı, böyle yapıyorlar demek istemiyorum. Kimbilir, başka yazarlar nasıl yapıyorlar bu işi? Benim ustam Orhan Kemal'di, onu çoğu kez Babalide'ki Meserret Kıraathanesi'nde oturmuş yazarken gördüm. Şaşırmıştım. Bana, "Ben yazarım" demişti, hiç unutmuyorum." Ben yazarım ve her yerde yazarım. Tabii, yazacak bir şeyim varsa..." İşte bir yazarlık gerçeği. Orhan Kemal haklıdır. Yazacak bir şeyiniz varsa yazarsınız nerede olursa olsun, hangi koşullarda olursa olsun. Yazamıyorsanız... Eh, o zaman kafanıza dank eden gerçeği acı da olsa kabul etmelisiniz. Siz yazar değilsiniz, yazar olamazsınız ve yazar olmak zorunda da değilsiniz. Edebiyatın yakasından düşmeniz hem sizin için hem edebiyat için hayırlı olacaktır. İyi yazarların iyi okurlara her zaman gereksinmesi vardır.
Düşman Yolları Kesti siyah beyazın Allahı
Sinema da diğer aşkınız...
Evet, sinema bir şenliktir. Doğru, kimilerine göre değil bütün insanların savı hayatlarının roman olduğu üzerinedir. Bunu kışkırtan ya da insanı yalana iten tarafı abartmacılığıdır. Hayatımızın romanlaştırılması mı sizi doyurur, yoksa beyaz cama ya da perdeye aktarılmışlığı mı? İnsanlar burada doğrusunu konuşmak gerekir ise, dakika başına yalan söyler, yalan söyletir, kimi zaman olur bu yalanına kendi de kanar. 24 senaryo yazdım. DüşmanYolları Kesti, Türk sinemasının tarihinde en az diyaloglu film diye yer alıyor. 135 diyalog var. Siyah beyazın Allahı.
Peki "İmbatla Dol Kalbim"?
"İmbatla Dol Kalbim" benim yaşamımı amaçlandırmış bir yaşam hikayesi filmidir. Filmi seyrederken zaman zaman gerçeklerle, (yaşanmış ve tüketilmiş) yüz yüze getirilirsiniz. Hele bunu sinemanın o iflah olmaz yalan bulamacıyla renklendirilmiş olarak size sunuluyorsa, buna karşı çıkacak bir tek insan bulamazsınız dünyamızda. Evet hepimiz yalancıyız. Sinemanın desteği ile birer yalancılarız. Yaşasın Sinema! Yaşasın sinemanın yapay ve yalancı gerçekçiliği!

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.