Pazar 31.03.2013

Ayşe KİLİMCİ: Ninemin sevdiği adam...

Bayraklı Alpaslan Mahallesinde bulunan Beş Kubbeli Cami müezzini Yasin Güngör, Dernek Başkanı Mustafa Ali Özdemir ve yardımcısı Arslan Çakmak Bayraklı Belediye Başkanı Hasan Karabağ'ı makamında ziyaret etti. Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin düzenlenmesi için bir yer talep eden heyeti Başkan Karabağ geri çevirmedi. Karabağ, "20 Nisan Cumartesi saat 21.00'de Şehit Ümit Boz Spor Tesisleri'nde dünya birincisi hafızların ve İzmir Müftüsü Prof. Dr. Ramazan Muslu'nun katılacağı Kur'an-ı Kerim ziyafetine ev sahipliği yapacağız" diye konuştu.
Sırtına
ehl-i namus mantosunu giyer; siyah, kıyısı iğneyle geçilmiş siyah şarpasını çene altından düğümler, bir elinde çıtçıtlı para çantası, öbür elinde elim, yola düşerdik.
İhtiyar sandığım o yıllar ellisini sürdüğünü bilmezdim.Tutma ninemdi, bebekliğimde sahiplenmişti, bizde yatardı, kahverengi elli liradan aylığını almaz, büfenin üstünde bırakırdı.
Babam kadar aksiydi, hatta daha çok. O yüzden olsa gerek birbirlerini pek severlerdi. Biri kapıyı tekmeyle çalar; öteki, sevmediği kişiler misafirliğe gelince tencereleri gümbürtüyle yerleştirirdi.
Bozyaka taraflarında otururdu ninemin sevdiği olduğunu bilmediğim o adam. Bilmeyişim, ya çocuk olmaktandı, ya o aşkın sinemadaki aşklardan farklı oluşundan, yahut bu halin aşk olduğunu o kadınla o erkek de bilmediğinden...
OYSA BİR SEVDİĞİ...

Yürürdük, hep yürürdük, Piçhaneden yollara vurur, İkiçeşmelik yokuşundan Eşrefpaşa'ya çıkar, bir ehbabının avlusunda soluk alırdık. Oradan Bozyaka'ya nasıl giderdik, bilmiyorum?
Küçücük bir çocuğu onca uzun yürütmeye kıyamazdı, bana hiç kıyamazdı zaten, kimsesi yoktu. Öyle sanırdık, oysa bir sevdiği vardı.
Ninemin sevdiği adamın evine tahta bir bahçe kapısından girilirdi.
Avlusunda beton dökülmüş teknesiyle paslı bir tulumba vardı. Belki kucağında taşıyordu beni, yorulduğumda...
Kapıdan girerdik, benim sırtıma tülbent yatırır, kendi mantosunu çıkarır, duvardaki çiviye asardı. Sırtının su gibi olduğunu görürdüm.
Erkek hep yatakta olurdu, hastaydı demek.
Ninem yattığı sedirin çarşafını değiştirir, yorganı söküp, yeni çarşafla kaplardı. Sırtını başını soyar, temizlerini giydirirdi.
Kirlileri avluda leğene ıslar, küllü suyla iki su yıkar, kazan kurup beyazları kaynatırdı. Ev süprülüp silindikten, çivitli sudan geçirilen beyazlarla, öteki çamaşırlar asıldıktan sonra, yanında getirdiği kakuleli kahveden pişirirdi külde, ağır ağır. Çay da demlerdi, ekmeğe Sana yağı sürer, üstüne şeker ekip, elime tutuştururdu.
Birer cıgara tellendirirlerdi, karşılıklı.
UPUZUN BİR ADAM

Kapıdan girdiğimizde erkeğin yüzüne geniş , utangaç bir gülümseyiş yayılırdı. Ninemin yüzü her zamanki gibi asık ise de, ona başka türlü bakardı. 'Nasılsın?' der, yanıtını kendi verirdi hemen: 'iyisin iyi...' Upuzun bir adamdı, ayakları somyadan sarkardı. Tahta iskemleyi getirir, üstüne minder koyup, ayaklarını ona uzatırdı ninem. Üstüne titrerdi erkeğin. Gün kavuşacağı sıra, çamaşırlar ipten alınmış, katlanmış, ateş küllenmiş olurdu.
Eve bir sıcaklık siner, dört duvar gülümserdi sanki.
Bu boylu boslu, kaşlı adamın adını hiç öğrenemedim. 'Eh, vakittir, hadi bize müsaade' dediği zaman ninem, erkeğin yüzüne bir bulut gelir konaklardı, görürdüm, yağmur yüklü bir bulut...
Ninem yaklaşır, yüzünü avucuyla sever, tekrar, 'hadi bana müsaade' derdi. Avluda durur, etrafına bakınır, 'ağaçlar, kuşlar, börtü böcü, onu size emanet ediyorum, ona göre' der, besmeleyle tahta kapıyı usullacık örterdi.
Evdeki albümde çizgili Sümer pijamasıyla bir resmi dururdu.
Upuzun boylu, kocaman elli ayaklı, gözkapaklarına dökülen, gür, kavuşuk kaşlı, esmer, dudak kıyısında mahçup bir gülümseyiş olup da, sesi soluğu olmayan adam...
Herkes bi söz söylerdi, kimi 'Boşadığı adam o', derdi, kimi, bunda gözü olan, ancak başka milletten olduğu için onu vermediklerinden sözederdi.
Hikayenin aslını kimse bilmezdi.
Bizim albümdeki fotoğraf, bilmem şimdi nerde, belki yattığı sedirden hiç kalkmayan, farklı milletin erkeği olan adam, albümden kalktı yürüdü gitti, belki ninem eve son geldiği zaman aldı, cebine koydu gitti. Ama, arkasındaki titrek el yazısıyla, 'Fikriye'ye kalbim ve ruhumla' yazıyordu.
BAY KERAMETTİN'E...

Bir gün sordum, birlikte uyurduk, sormadan edemedim, hikayenin yarım kalması içime sinmediğinden sordum.
O da ona bir fotografi vermiş meğerse, Konak önündeki şipşakçıda çektirdiği siyah beyaz vesikalığı... Sen de yazdın mı arkasını, dedim.
Yazmış, 'bay Keramettin'e takdimimdir' yazmış, yani yazdırmış...
Arzuhalcide...
Aşk bu muydu yoksa? Hoyratlık etmeden, budayıp indirmeden, tadıyla, usulca, ama kavuşmadan yaşanan mıydı? Verselerdi hemencecik biter miydi? O yaşlarında böyle şefkatle bakarlar mıydı birbirlerine, kavuşmuş olsalardı? Aşk, yarım kalınca mı aşktı? Badem bahar
açtığı

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.