Pazar 05.05.2013

Herkes ona 'sahip çıktı' o yazarlığa

Gülşah Elikbank, günün birinde İzmir edebiyat, televizyon ve turizm dünyasına düşüverdi. Ekinliklerde, televizyonda izleyenler onu hep gülümseyen yüzüyle gördü. Bu söyleşi daha çok "madalyonun öbür yüzü" ile ilgili

Babasını İstanbul'da bırakıp, annesi ile Aydın'ın Nazilli ilçesine sığındıklarında, henüz 12 yaşındaydı. Bu küçük kasabaya dul olarak dönmenin ne kadar zor olacağını bilen annesi, öğretmenlerinin bile küçücük kızına bu kadar acımasız davranacağını hesaplayamamıştı. Anne babasının ayrılmasından sanki o sorumluymuş, gibi 50 kişilik sınıfta bizzat bazı öğretmenleri tarafından "ötekileştirilen" Gülşah, bir de yaşına bakmadan polisiye, fantezi öyküler yazmaya kalkınca, özellikle "edebiyat" öğretmeninin tüm oklarını üzerine çekti. Küçük kızın el yazısının güzelliğini dahi anormal sayıp annesini okula çağırtan öğretmeni, bir de bu öyküleri görünce, anneyi sıkı sıkı tembihledi, "Kızınıza sahip çıkın" diye. Çevrenin baskısında bıkan "dul" anne kızına sahip çıktı, yazmasına engel oldu. Küçük kız uzun yıllar gizli gizli günlükler tuttu sadece. Kısa sürede 5 kitaba imzasını atan Gülşah Elikbank, yalnız yazar olmakla kalmadı, Türkiye'nin ilk edebiyat konseptli otelini de açtı. Yazar, başarılı otel işletmecisi Gülşah Elikbank ile yaşadığı tüm olumsuzlukları olumluya çevirmekle geçen hayatını, kitaplarını, otelini konuştuk.
Yazar olma hayaliyle mi büyüdünüz?
- Yazar olmak hayalim değildi 8 yaşından itibaren yazdığım halde.
8 yaşındaki çocuk ne yazıyordu?
- İlk şiirimi 8 yaşında, 12 yaşında ilk öykümü, 20 yaşında da roman yazmıştım. Kimse de görmemişti. Zaten annemi de okula çağırıp, "Sahip çık kızına garip garip şeyler yazıyor" diye şikayet etmişlerdi.
Nasıl yani?
- Polisiye yazıyorum, cinayet yazıyorum, fantastik şeyler yazıyorum falan. Nazilli'de yaşayan bir kızdan öyle bir şey görmemiş öğretmenler. "Yazmasın" diyorlardı, annem de istemiyordu. Gizli gizli günlüğüme yazıyordum mecburen. Yüksek lisans yaparken Kapadokya seyahati yaptık Serkan'la. Bir yerden çok etkilendim, oturup bir roman yazmaya başladım. Siyah Nefes'in ilk çıkışı. Bitince, Serkan, "Gönderelim bir yerlere" dedi. Ben pek ciddiye almadım. Serkan yolladı yayınevlerine. Aradılar "Biz bu kitabı basacağız" diye. İlk yazarlık maceram böyle. Bodrum'a yerleştikten sonra yazarlığı ciddiye aldım. Rüya doğunca İstanbul'daki işlerimizden istifa edip yerleştiğimiz Bodrum'da bir yandan pansiyon işletiyor, bir yandan da dergilere, gazetelere yazıyordum. İlk kitabımla ilgili olumlu okur yorumları geldikçe, insanların yaptığım şeyi ciddiye aldığını görünce, benim de ciddiye almam gerektiğini düşündüm. İlk kitabım iki baskı yaptı, şimdi 3. baskıyı yapacak. Üçlemeydi o. Üçlemenin devamının gelmesi için de okurlar çok baskı yaptı. Üçlemeyi tamamladım. Arada bir aşk romanı çıktı. Şimdi çocuk romanı çıktı.
Nazilli'deki öğretmeninize kitaplarınızdan gönderdiniz mi?
- Gerek duymadım. Soyadım da değiştiği için bu romanları yazanın ben olduğumu bilmiyordur. Yazım çok düzgündü. Daktilo yazısı gibi yazardım. Onun için bile annemi okula çağırırlardı, bu kız niye böyle yazıyor diye. Öyle garip bir okulda okudum.
Sadece size karşı mı öyleydiler?
- Annemle babam ayrılınca, İstanbul'dan Nazilli'ye yanına taşındık. İstanbul şivesiyle konuşuyor, herkesten farklı kitap okuyor, bir şeyler yazıyor, dikkat çekiyorsunuz ister istemez. Annesi babası ayrılmış tek çocuk bendim sınıfta, kaldırıp, "Anlat çocuğum niye ayrıldı annen ve baban" diye 50 kişinin ortasında anlattırıyordu. Bu zihniyette bir yerde büyüdüm. Belki de o insanlar yüzünden fantastik romanlar yazıyorum. Bazı öğretmenlerden büyük baskı vardı. "Öteki" şeklinde ayrılıyordum. Geçti gitti ama iz bıraktı tabii.
Romanlarınızda o öğretmenler var mı?
- Öğretmenler yok ama "Aşkın Gölgesi" romanım bir anne kızı, üç kadın kuşağı anlatıyor. Dul kadına bakışı anlattım ülkemizdeki. Aydın şehri geçer mesela, o yaşadığım şehre göndermedir. Orada bir dul kadın nasıl itilir kakılır, onu biraz anlatmaya çalıştım. Çünkü benim annemin zamanında dul kadınlar çok garip karşılanırdı. Şimdi herkes çok rahat, o zaman öyle değildi.
Kardeşiniz var mıydı?
- Ağabeyim vardı. O çok evcimen bir ağabeydi, hep evde annemi koruma rolünü üstlendi. Ben de tam tersine, sürekli dışarılarda keşifler yapan erkek çocuğu gibi bir kız oldum ister istemez. Küçükken öyle değildim ama 12 yaşında Nazilli'ye gidince erkek rolü bu sefer benim üstüme yapıştı. Erkeksi yanım vardır. O kendini korumayı öğrenmekle alakalı. Bir de babasız bir kız olarak ortalarda gezdiğiniz zaman size bakış açısı da farklı oluyor, defansa almanız gerekiyor kendinizi. Diğer kızlardan farklı davranmanız gerekiyor. Çocuk olduktan sonra yumuşadım. Kızım beni değiştirdi. Rüya olunca geçmişle hesaplaşmayı bırakıp, tamamen Rüya'yı iyi yetiştirmeye, yaralarımı onunla sarmaya karar verdim. Anneme babama çok kızıyordum ama anne baba olmak da o kadar kolay iş değilmiş. O kadar kızmıyorum artık onlara. Bir de öyle bir çevrede büyüyünce insan çok daha suçluyor. Ben 9 yıl babamı hiç görmedim. Sesini de duymadım. Bu yüzden çok kızdım ama sonra üniversitede tekrar annem ile babam barıştı, yanına gittik. O zaman babama bakınca, "Köyden çıkmış, belli bir hayat görmemiş, çok normalmiş başına gelenler" diye düşündüm ve affetme yolunda gittim. Yine ayrıldılar. Demek ki olmuyormuş.
SIRADA DÜNYA EDEBİYATÇILARI VAR
Edebiyat konseptli otele nasıl karar verdiniz?
- Turizm profesyoneliydik. Gazetelere, dergilere yazıyorum, roman yazıyorum. Serkan'a, "İkisini bir araya getirsek güzel olmaz mı" dedim, "Olmaz herhalde" dedi. Yazarlara mektup yazdım, "Böyle bir otel yapacağım destek verir misiniz?" diye. Hepsinden olumlu cevaplar geldi. Mesela, Ayşe Kulin, "Hem el yazımı hem özel eşyalarımı gönderirim, gelir ziyaret ederim, anlatırım, elimden ne geliyorsa yaparım" dedi. Görüştüklerim buna benzer cevaplar verince, oteli açtık. Bu sefer Türk ve dünya edebiyatını birleştirecek bir şey yapmayı düşünüyoruz. Burada sadece Türk edebiyatı var. Hem dünyada da kendimizi duyurabiliriz. Yatırımcı arıyoruz duyurulur. Biz yapamayız o kadar büyük bir şeyi.
Odalardaki yazar isimlerini neye göre seçtiniz?
- Benim için önemli olanları seçtim.
Yazarlar kitaplarını gönderiyorlar mı?
- Çoğunu biz alıyoruz ama İngilizcelerini kendileri gönderiyor. Yabancılara İngilizce kitapları veriyorum. Ahmet Ümit geldi kaldı, ertesi gün 25 kitabını gönderdi. Nazlı Eray 10 kitabını gönderdi. Gördükçe hoşlarına gidiyor.
Misafirleriniz kitapları burada okuyup bırakıyorlar mı?
- Götürmek isteyeni de "kırmıyoruz." Biri alıp götürmüş, kargo ile "kitabı bitirdim" diyerek geri gönderdi.
Yeni kitap ne zaman geliyor?
- Nazilli'ye gidiyoruz, orada yazacağım. Anneannemin 2 katlı evi var bahçeli, orada yazıyorum. Editörüm "Bitir artık" dedi. Yazıp geleceğim. Bitmeye yakın. Son bölümü bitireceğim.
Konusu ne?
- Rüyalarla ilgili. Biraz bilim kurgu. Bilimsel olarak rüya laboratuvarları var İngiltere'de, Amerika'da. İnsanlar eğitilebiliyorlar. Bunu yapan eski kabileler var. Dünyanın en mutlu kabilesi bugüne kadar yaşamış. Tek sebebi de bilinçli rüya görmeyi çocukluktan itibaren öğreniyor olmaları. Bunun üzerine bir roman yazıyorum.
DÜNYAYA BAKIŞ AÇISINI DEĞİŞTİRDİ
Serkan Elikbank, çocukluğunda yaşadıklarından etkilenen Gülşah Elikbank'ın, evlilik, baba konusundaki tüm olumsuz duygularını değiştiren insan oldu. Edebiyat öğretmeninin küstürdüğü yazılarına dönmesine destek verdi, kızına mükemmel babalık yaparak tüm korkularını sildi. Başlangıçta "Mini Otel"in edebiyat konseptli olmasına karşı çıksa da, tüm birliktelikleri boyunca her hayalinde olduğu gibi çok sevgili eşinin bu hayalinin de arkasında durdu.
Edebiyat konseptine neden karşı çıktınız?
- Türkiye'de böyle bir şey yoktu. O yüzden olur mu acaba, dedim. İnsanlar okuyor belki ama yazara değer vermiyor. O yüzden tereddüt ettim, ama umduğumuzdan iyi oldu. Çok ilgi çekti. İşletmeci ödülü de konsept nedeniyle. Açıklamada, "Turizme farklı bir soluk getirdiği için" diyordu. Ödül alan bizden başka küçük otel yoktu. Bu bizi İzmir'deki diğer otellerden ayırdı.
Beğenmeyen olmadı mı?
- Tabii eskiden bu otelin müşterisi olup, biz konsepti değiştirdik diye gelmeyenler, yazarları tanımayıp, "Niye bu resimleri astınız" diyenler oluyor. Bir asker, ailesiyle yemin törenine gelmişti. Çocuğa Hakan Günday'ın odası denk gelmiş. Resimlerinde sert bakışlar falan var. Romanlarının ismi de ilginç, Piç falan diye. Yukarıya çıktı, apar topar aşağı indi, "Ya odada bir resimler var, kim o adam. Duvarda da piç yazıyor" diyor. İzah edince utandı. Kitaplarını falan gösterdim, "Tamam" dedi.
ÇOCUKLUKTAKİ ARIZA SANATÇILIĞI BESLER
Mutlu çocukluk geçirseydiniz bu romanlar çıkmayacak mıydı?
- Doris Lessing'in sözü var "Mutsuz çocukluk insana iyi roman yazdırır" diye. Genelde hep mutsuz çocuklar ya sanatta iyi bir yere gelirler ya roman yazarlar. Sanatla uğraşanların çocuklukta bir arızası vardır mutlaka. Bilinçaltı öyle ortaya çıkıyor demek ki. Bana, "Çok sakin hanım hanımcık görünüyorsun bu romanları nasıl yazıyorsun" diyorlar ama içimdeki fırtına ancak yazarken ortaya çıkabiliyor demek ki? Niche, "Beni öldürmeyen şey güçlendirir" diyor ya benimki de öyle oldu.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.