Fecir ALPTEKİN: Yaşamlar efsaneler
Biri, İngiltere'nin efsane prensesini anlatan "Diana", diğeri ise 1970'lerin Formula dünyasının büyük yıldızı Niki Lauda'nın yaşamını konu alan "Rush/ Zafere Hücum." İlk film çok eleştirildi, ikincisi beğenildi. Ben bir kadın olarak içinde güzel bir aşk izlediğim "Diana"yı da, gerçekçi ve detaylı yarış sahneleriyle yarı belgesel tat kazanmış "Zafere Hücum"u da beğendim.
Kate Snell tarafından kaleme alınmış biyografik kitaba dayanan ve Olivier Hirschbiegel'in yönettiği "Diana" beni öncelikle çok şaşırttı... Çünkü ben Prenses'in büyük aşkının Dodi Al Fayed olduğunu sanıyordum. Halbuki Prenses, ölümünden önceki iki yıl Pakistanlı kalp cerrahı Hasnat Khan ile fırtınalı bir ilişki yaşamış, evlenme planları yapmış, ne var ki aradaki din, ırk ve yaşayış farklılıkları nedeniyle bu ilişki trajik biçimde sona ermiş. Diana gerçekten büyük acılar çekmiş; aslen öfke ve intikam duygularıyla Dodi Al Fayad'la olan ilişkisine sürüklenmiş.
Eleştirmenlerin ve hatta Khan'ın yorumlarına göre filmde pek çok yanlış bilgi mevcut, ama bunlar yine de Prenses ile Doktor arasında yaşanmış böyle büyük bir aşkın varlığını değiştirmiyor, yanlış kılmıyor. Evet bu aşk var ve çok da güzel... İzlemesi de güzel, Diana rolündeki Naomi Watts'ın başarılı performansına ve Khan rolündeki Naveen Andrews ile arasındaki uyuma, inandırıcı yakınlığa tanıklık etmesi de... Detaylara takılmadan, sadece onların heyecanını hissetmek için bile izlenebilir. Ben hissettim!
Gelelim iki ünlü Formula yarışçısı James Hunt ve Niki Lauda arasındaki amansız rekabeti anlatan "Zafere Hücum"a... Yönetmen koltuğunda, en çok da Russell Crowe'lu "Akıl Oyunları" ile kalbimizi fethetmiş Ron Howard var.
Bu filmle bilmediğim bir dünyaya girdim... Yarışlar, arabalarla ilgili teknik detaylar, kazanmanın küçük sırları, risk faktörleri, markalar vs... Ama hepsinin ötesinde müthiş bir karakterle, öykünün kahramanı ve filmin ilham kaynağı Niki Lauda ile tanıştım.
Malum Formula pilotları çapkınlıkları, gece hayatları ve karizmalarıyla bilinen, havalı tipler... Keza rakip durumundaki James Hunt da aynen böyle bir adam; beyazperdede daha önce erkek güzeli "Thor" olarak tanıdığımız Chris Hemsworth tarafından canlandırılıyor.
Hunt'ın filmde "fare" dediği, standart Formula pilotlarının tersine ciddi, ağır başlı, zeki, fakat çelimsiz Niki Lauda'yı ise bugüne dek genelde küçük rollerden tanıdığımız Daniel Brühl beyazperdeye taşımış.
Geçirdiği kazada Lauda'nın bütün vücudu yanıyor ve kazadan 40 gün sonra yeniden yarışa katılıyor... Acıdan inleyerek takıyor kaskı yanmış kafasına.
Yarışçı olmasa, dünya şampiyonu olmasa da ondan aynı ölçüde şiddetle etkilenmiş olacağıma eminim. Efsaneleri belki görünürde büyük başarılar yaratıyor, ama asıl değer o başarıları kazanan güçlü iradeler, sıradışı karakterler, inanç, azim, cesaret, adanmışlık...
Formula kupası olsun olmasın, böyle adamlara hayran olmamak mümkün mü? Lauda'yı izleyin, gerçek Laudalar'ı beklemekten de asla vazgeçmeyin!
EN SON HABERLER
- 1 Bodrum yeni yılda Paris’le yarışacak
- 2 Avşar Emaye ihracatı ile yıldızlaştı
- 3 İkbal Thermal Hotel & SPA dünya üçüncüsü
- 4 Artuk Aviation ihracata başlıyor
- 5 Atom Karınca’nın hedefi büyük
- 6 Avrupa’nın ilk ve tek yanmaz bandını ürettiler
- 7 Ödüllerini Bakan Varank’tan aldılar
- 8 Oruçoğlu Yağ Afyon’un gururu
- 9 Türkiye’nin ilk yeşil OSB’si olacak
- 10 Termal otellere örnek oluyor