"Ruhsal hastalıklarda artış yok"
Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Demet, "Artık insanlarımız, sadece geçmişte 'deli' damgası vurulur diye gitmeye çekindiği psikiyatriste, psikoloğa gitmeyi öğrendi" dedi
- Ben psikiyatri ihtisasına 1987'de başladım, o zaman polikliniğe 8-10 kişi geliyordu. Şimdi ne kadar bakarsanız, o kadar geliyor. Ne zaman ki gazetelerdeki köşelerde yazılmaya, televizyonlarda buna yönelik programlar yapılmaya başladı, hastalar daha rahat gelmeye başladı. Görsel ve yazılı medya son derece önemli bilgilendirmede. Bazen aracı kullanıyorlar, bazen başka bir şey için geliyormuş gibi yapıyorlar, ama geliyorlar.
ÇALIŞMALAR OLUMLU
- Hayır. Evrensel olarak değerler belli. Birkaç önemli hastalık bazı ülkelerde daha azdır, bazılarında daha çoktur. Bunun dışında her yerde aşağı yukarı hastalıkların toplumda görülme sıklıkları aynı. 1950'lerde ilk işe yarar psikiyatrik ilaçların keşfedilmesinden sonra yüz güldürücü sonuçlar çok arttı. Arka arkaya şimdiki ilaçlarımızın atalarını oluşturan moleküller keşfediliyor ve daha kaliteli, daha nitelikli, daha yüz güldürücü sonuçlara ulaşabiliyoruz. Ne kadar? Yüzde 50-60-70. İlaç yetmiyor tek başına. Bu noktada da terapi yöntemleri geliştiriliyor. En iyi sonuçları da hem uygun ilaç tedavisi hem de beraberinde uygun psikoterapi yöntemleri uygulandığı zaman alıyoruz.
- Psikoterapi her zaman kullanılamıyor. Çünkü zamanla sınırlı. Emek harcanması gerekiyor. Hastaların bunu kaldıracak ne ekonomik güçleri ne de zamanları var. O yüzden Türkiye'deki sorunumuz, büyük merkezler dışında daha sosyoekonomik durumu yüksek kişiler dışında ilaç tedavisi ile devam ediyor.
- Fark genelde bilinmiyor. Psikiyatri deyince, işin içine doktorluk ve tıp giriyor. Psikologların lisans eğitiminde bir tıp eğitimi yok. Değişik psikoloji eğitimlerini veren fakülteleri bitirdikten sonra klinik psikoloji masteri yaparlarsa, o zaman hastayla karşı karşıya gelebiliyor psikolog arkadaşlar. Olağan hayatımızın içinde ola- bilecek sorunlara klinik psikoloji masteri almış arkadaşlarımız son derece kaliteli yararlı olabiliyorlar. Ama psikopatolojiye döndükten sonra hastalık veya bozukluk çizgisini aşınca psikiyatriste gideceksiniz.
- Artmadı. Yine yüzde 1 oranında.
ŞİZOFRENİ YANLIŞ BİLİNİYOR
- Şizofreni hastalarına bir damgalama var. Bu da hiç hak etmedikleri ağır bir yük getiriyor hastalara. Damgalamayı kaldırma çalışmaları bütün dünyada var. Suç oranları hiçbir zaman daha abartılı değil toplumdan. 3. sayfa haberlerine çıkanların tamamına yakını şizofreni hastası değil. Hep normal diye bilinen insanlar. O yüzden şizofreni hastalarına haksızlık etmemek lazım. Şizofreni hastası demek, saldırgan, zarar veren kişiler anlamında değil. Onun bir akut dönemi vardır. Hayaller gördüğü, çevreden kendisine kötülük yapılacağına dair yanlış inançlara sahip olduğu takip edildiğine, insanların kendi hakkında konuştuğuna dair alınmaları vardır. Hastalığın en alevli, en gürültülü olduğu dönemdir. Çoğu zaman yatırarak tedavi ile baskıladığınız zaman hastalık yine devam eder ama alevli dönem geçmiş olur.
- Hayır. Akut dönem bir yerde mutlaka patlar. 17-18 yaşında veya 20-25 yaşında, bazen daha da geç oluyor. Akut ve çok gürültülü bir tablo olmadan da paralel şekilde gidebiliyor. Çok model var. İlaçlarla tedavi edilip, akut alevlenme tablosu yaşamayan hastalarımız var ama genelde tekrarlayıcı. Giderek hastaneye yatışının daha fazla olduğu beyin dokusunda harabiyetin gerçekleşmesinden dolayı sosyo kültür olarak iyice düşkün hale getiren bir hastalıktır. Son 15-20 yılda çıkan ilaçlar bunu çok düzeltmesine rağmen yıkıcı hastalıklardandır şizofreni. Artık şizofreni grubu hastaları hastanelere kapatmak değil, toplum içinde tedavisini tamamlamak çok önemli. En büyük problem, hastaneye yattıktan sonra kabuğuna çekiliyor hasta. Bu nedenle hastaneye yatışı en aza indirmek için çalışma yapılıyor.
- Tedavi reddi olan, toplumda uyumu bozulan, öfke nöbetleri geçiren, kendisine ve çevresine zarar verme, intihar riski olan, yemek yemeyen, kendine bakmayan hastalar. Uygulanan birçok tedaviye rağmen tedavi işe yaramazsa, o zaman hastaları yatırıyoruz.
"CİNSELLİKLE İLGİLİ BİR ŞEY ÖĞRETİLMİYOR"
Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nde uzman doktor olarak görev yapan ve Murat Demet'in eşi olan Selin Mızrak Demet, Türkiye'de çok zor dile getirilen cinsel işlev bozuklukları konusunda çalışıyor. Buna rağmen, Türkiye'de artık kadın da erkek de biraz zorlanarak da olsa psikiyatriste gidip, sorununu anlatabiliyor. Dr. Selin Mızrak Demet ile de Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'ni, cinsel işlev bozukluklarını, Demet ailesini konuştuk.
- Eskisine göre daha rahatlar. İnternetin yaygınlaşması, insanları yaşadıkları sorunlar konusunda araştırmaya sevk ediyor. Bir de cinsellik bizde çok bastırıldığı, hiç konuşulmadığı, öğretilmediği için merak konusu. Yasak her zaman istek, merak doğuruyor. Bunun neticesinde de insanlar araştırıyorlar. Yavaş yavaş talep arttı.
- Çok fazla.
- Bir cinsel eylem gibi değil ama kadınla erkeğin birbirine dokunabildiğini, temas edebildiğini gösterebilmek açısından yapmak gerekiyor. Mesela ergenlik döneminde cinsel dürtüler yoğunlaşıyor, cinsel meraklar artıyor. Bu dönemde anneler genellikle "Erkeklerin yanına gitme, eteğini ört, babanın yanında uzanma" gibi mesajlar veriyor. Aslında cinselliğin olduğunu, olacağını, bunun yaşantımızın doğal bir süreci olduğunun mesajını vermeliyiz. Öncelikle ebeveynler yaşantılarıyla bütünleştirebilecekler ki çocuklara da örnek olabilsinler. Hayvanlarda cinsel işlev bozukluğu yok. Neden? Çünkü böyle bir engellenme, suçlanma gibi bir süreç yok. İçgüdüleri neyse onu yapıyorlar. Maymun, "Kızım böyle olmaz" demiyor. Toplumsal altyapı çok önemli gerçekten.
- Zor oluyor tartışmak. "Sen neye kızdın söyle bakalım" deyiveriyor karşı taraftaki. Yani benimle ilgili olmadığını biliyorum olayın. Günlük hayattaki bir olayı yansıtma gibi algılıyoruz, çözümü çok kolay oluyor. Tabii evde birbirimizin psikiyatristi olmuyoruz. Öyle bir şey olsa, evlilik yürümez. Evlilikte zamanında tartışabilmek, çatışabilmek, konuşabilmek de gerekiyor.
- Öyle olmuyor. Anne baba oluyorsunuz. Biraz da anne baba olmak gerekiyor. Aksi halde o duygusal ilişki olmuyor. Bu durumda bunu yapmamız gerekiyor diye düşünüp, gereklilikler üzerine hareket edince çocuk o ideal ile ilişki kuruyor, bir duygu alışverişi olmuyor. Sıcaklığı da yaşayacak çocuk, anne babanın zaman zaman kural koyan insan olduğunu da bilecek. Sürekli sıcaklık verirseniz şımarık oluyor. Sürekli kuralla büyütmek isterseniz, anti sosyal oluyor. Ömür boyu kurallara tepkisi oluyor. İdeallerle yetiştirmek de çocuğun yetişkinliğinde düş kırıklığına uğramasına çok çabuk suçlanmasına çok fazla utanma duygusuna sahip olmasına yol açıyor.
"FOBİLER YÜZDE 100 TEDAVİ EDİLİYOR"
- Evet. Yüzde 100 tedavisi var. İnsanlar kedi köpekle karşılaşmadan yaşamayı başarırlarsa sıkıntı çekmedikleri için gelmiyorlar bize ama aile çay bahçesine gidemiyorlar, yazlıkta terasta oturamıyorlar, çok fazla olgu var. Fobilerin tedavisi çok basit. Bazılarının daha zor. Fobiler, yüz güldürücü sonucu olan hastalıktır.
- Sosyal fobi, Türkiye için problem. Çocukları, "Aman kumandayı elleme bozarsın, büyüklerin işine karışma, sen daha büyümedin onları konuşacak yaşa gelmedin" diye hep baskılama ile yetiştiriyoruz. Bu çocuklar ilkokulda gayet başarılı, uslu, problemsiz çocuklar olarak algılanıyorlar. Ne zaman toplumsal ilişkiler, karşı cinsle ilişkiler, vatandaşlık ilişkileri başlıyor, çocuk sırıtmaya başlıyor. O zaman toplum önünde konuşurken, birisine bir şey isterken hep ya eleştirilirsem, ayıplanırsam, yüzüm kızarırsa diye iyice içine kapanıyor. Çok yoğun ve üst düzeyde olan bir hastalık, ama bunun huyu böyle deyip kapatılıyor. Bu çocuklar büyüyorlar, üniversitede bütün çocuklar mutlu, neşeli gruplar kurup mutlu bir üniversite hayatı yaşarken, bunlar 3-5 arkadaşla bitiriyorlar okulu. Meslek hayatında atacakları adımı atamıyorlar.
"ÇOCUĞUN ÖLÜMÜ BÜYÜK TRAVMA"
- Ölüm, ruhsal travma yaratan bir olaydır ama en büyük travma, çocuğun ölümüdür.
- Normalde sevdiği insanı kaybedenin 1.5-2 ayda normale dönmesi lazım. Aşarsa bunu anksiyete bozukluklarından ya da depresif bozukluklardan bir tanesi gelişiyor. O zaman müdahale gerekiyor. Ailede birisi ölür, iki üç gün onu seven yakınları bağırıp çağırır, çırpınır, biz genelde o dönemde bir müdahalede bulunmuyoruz kendisine veya çevresine zarar vermediği sürece. Bazı duruma göre yas bir yıla kadar normal kabul edilebiliyor. Çocuk ölümünde apayrı dinamikler var. İnsanın geleceği de ölmüş oluyor çocuğu ile beraber. Evladın kaybını yaşamak, çok büyük bir acı. Yası ömür boyu devam ediyor. Aynı şey düşüklerde de yaşanıyor.
- Çekirdek aileye döndükçe yaşanan depresyonun şekli değişiyor. Daha soyut entellektüel belirtilerle yaşıyorsunuz. Mutsuzluk gibi, hayattan tat alamamak gibi. Kırsal kesimde daha çok bedensel yakınmalarla yansıyor. Gönlüm ağrıyor der, sırtım ağrıyor der. Sinir krizleri geçirebilir. Ama depresyon, aynı depresyon.
- Artırmıyor, şekillendiriyor.
- İsteyerek yapıyorsanız problem yok. Ama trafiğin içinde gürültüyle yaşamaktan mutlu olan insan da var. En az 3-4 arkadaşım kalabalık diye İstanbul'dan İzmir'e taşındı, 6 ay geçmeden geri döndüler İstanbul'a.
"DEPRESYON İLAÇLARI ZARARSIZ"
- Hızlı tedavi ve hızlı yardım gereği, ilaç kullanımını artırıyor gerçekten. Konuşarak, terapi uygulayarak anlamaya yönelik bir tedavi ile ilaç kullanmadan da birtakım destekleyici yöntemlerle fayda sağlayabilecekken, zamanın kısıtlılığından dolayı ilaç biraz hızlıca yazılıyor. Ama zararlı mı? Psikiyatride kullanılan ilaçlar, bütün tıpta kullanılan en zararsız ilaç grubu. Özellikle antidepresanlar.
EN SON HABERLER
- 1 Bodrum yeni yılda Paris’le yarışacak
- 2 Avşar Emaye ihracatı ile yıldızlaştı
- 3 İkbal Thermal Hotel & SPA dünya üçüncüsü
- 4 Artuk Aviation ihracata başlıyor
- 5 Atom Karınca’nın hedefi büyük
- 6 Avrupa’nın ilk ve tek yanmaz bandını ürettiler
- 7 Ödüllerini Bakan Varank’tan aldılar
- 8 Oruçoğlu Yağ Afyon’un gururu
- 9 Türkiye’nin ilk yeşil OSB’si olacak
- 10 Termal otellere örnek oluyor