Pazar 27.04.2014
Son Güncelleme: Cumartesi 26.04.2014

AYŞE KİLİMCİ: Çınarlı Mahalle

Doğu'dan geldiler. Bir uzun göçle gelip, hemşehri yanına sığındılar. Attan, kızaktan inip, hiçbir şeye binmediler. Ne denkleri vardı sırtladıkları, ne iple bağlı eski yüzlü bavulları. Peynir kavanozuyla un hararı bile sonradan geldi. Memleketteyken ince, soluk çizgiyle ayrıldıklarıyla, bu yeni memlekette kaynaştılar, şehir milletinin yanında, aralarından su sızmayan hepbirlik oldular. Dikkat eden yüz hatlarıyla hünerlerinden ayırt ederdi aynı yerden gelseler de, farklı kökten sürenleri. O kıvrılarak çıkan yol var ya hani, Varyant mıydı kız, neydi, işte onun dibindeki mahalleye kondular. Bir yanları ulu çınar, arkaları minik cami, az ötede müze. Dağlı Mıho, tasmasına bağladığı iki kuzusunu ipinden tutup yürürken, minik caminin minaresinde okunan ezanı ilk duyduğunda şaştı kaldı. Kaptı bir taş, "Aman, dur Mıho, etme, o ezandır" dediler. "Sürüme zararı var mıdır?" dedi. Olmadığına inanınca, taşı attı. İranlı sığınmacı da pek şaştı, onların orda sessiz sadasız toplanırlarmış, ondan şaştı. Ötekiler, doğunun Kürdüyle öteki millet ahalisi biliyordu, şaşmadılar. Gün oldu tandır başında toplaştılar gün oldu ağıtta, sağıtta, şenlikte, bayramda. Ne oralı oldular, ne buralı. Uzağa gitmeyip, şehrin kalbinde eğleştiler. Ne dillerine çekidüzen verebildiler, ne ömürlerine.
TARAÇADA ASMALAR

Onların da gönlü söz dinlemiyordu, şarkılarıyla hoyratlarının sesi kısılmıyordu. Onlar da sevip, ayrılıyordu. En büyük asker bizim askerdi onlarda da, sofra başı mübarek, geçim aslan ağzındaydı, biz gibi. Şehrin en zor, en bedava işlerini yaptılar. Aç kaldıklarında, kılıklarıyla yüz boyamalarına, zılgıta, küfre gülündüğünde boyun büktüler. Çınarlı mahallenin evleri ya tek katlıydı ya iki, üstleri taraça, taraçada asmalar. İzmir'in tüten gecelerinde taraçayı yıkayıp, damda yattılar. Kokuları, sesleri, yeri süpüren etekleri, değişik giyimli, kasketine sığınıp yürüyen erkekleriyle, şehrin yüzünde şark çıbanı gibi kaldıklarına hayf dediler. Ayı görünce amentü okudular, imbatı çabuk belleyip şükrettiler. Ne oralı olabildiler ne bu yeni yerli. Yıldızlara sığınıp, umudetmekten geri kalmadılar. İş diye mermere saplanıp, kırıldılar. Usul usul ilim öğrendiler, midye taşlayıp, dolma yaptılar. Mezar duacısı, desticisi oldular. Seyyara çıktılar, pazarda tezgah açtılar. Günlerden bir gün mahallenin ortasına bomba düştü. Evler yıkıldı, karanlık bir mağara olup açtı, Çınarlı mahalle. Yılmaz bakkalın, son ömründe mahallenin muhtarıydı rahmetli, hem dükkanı hem evi yıkıldı ilkin... Oranın asıl ahalisiyle Doğu'dan gelenler birlikte ağlaşıp zılgıt çekti, ağıda durdu. Bütün evler yıkılınca, kapkara mağaranın alnına kocaman bir yazı astılar: Konak Tüneli... Kalan evlere sığınırken, bu hallerin çözümünü mecbur buldular. Her evin alt katını ya mantar tarlası yaptılar, ya kümes. Nem çeken eski duvarlar, mantarların pıtır pıtır patlamasına uygundu, şükür... Kümes desen, öbür iş gibi hiç zahmetsiz, mesarifsiz, kolaydı. Günde hasat edip, Kemeraltı'na götürdüler, en ucuza verdiler.
ÜST KATA ÇIKMASALAR
Dönerciler haber uçuranda, mahallenin çocukları Beyler Sokağının orda turlarken söylenince, bi koşu mahalleye gidip, hayvanı kesip yolup, hemen yetiştirdiler. Kimi aşçıya girmeye çekinen müşteriye, maltızda tavuk pişirdi, dürüme sarıp, yanında mantar kebabıyla, koşturdu, aracıyı kaldırdık diye sevindiler. Geceleri mehtaba dalıp niye gülümsediklerini kimse bilmedi. Mantarların zararı yoktu zaten, alt katın kümesinde tavuklar patır patır, e olcak o kadar, arada yolu şaşırıp üst kata çıktıkları da olmayaydı... Dünya hali kız anacım, aç mezarı yok, madem umudun peşinde göçüp geldik, di mi, ya tutuncen, ya tutuncen, caymak yok. Dönmek de yok. Hem hep bir milletiz şükür, aynı hudutta, aynı bayrak, aynı ezanla, aynı hoyratla, ee yıldızlar da aynı gökkubbede... Dün midye, bugün ev kümesi tavuğu, alt kat mantarı, ne varmış da! Sen ellerinden haber ver, hayallerinden... Hamdolsun, umudumuz var. Hepinize, yanı sıra bize de, cümlesine... Tut kız tavukları, gene yukarı geldiler bak...
KİLİMCİ'NİN SON KİTABI RAFLARDA
Ayşe Kilimci'nin, yeme içme kültürünü mizahi üslupla ele aldığı "İşi Pişirmeden Önce Ne Pişirmeli?" kitabı 20. kuruluş yılını kutlayan Oğlak Yayıncılık'tan çıktı. Her kitabında ilginç ithafları okunan Kilimci, bu kitabını hayata tutkun, aşka hevesli ve her dilde usta kadınlara, onlarla aynı darada tartılamayacak, bildi bileli korkak adamlara, yoksul dünyamızı güzelleştiren aşka, şarkılar, hüzünler, coşup taşmalarla, dansa, noktalamaktan korkmayan, yeniden başlamaktan usanmayanlara, hayatla sofra tadının ve aşkın tılsımcılarına adadı. Kitabını kısaca yemek ve aşk üzerine denemeler olarak tanımlayan yazar Ayşe Kilimci, "İki tat var ki, vazgeçilmez: Ağız tadı ve gönül tadı. Bunlar da hiçbir yerde satılmaz. Karnı aç olana bir somun yeter, yer, yatar, uyur. Gönül açlığı çekene ise ne fırında derman bulunur, ne hekimde... Hasrete iyi gelen yiyecek-içecek hangileri? Hadi elmayı dişledik, fettan vişneyle aşnafişneye koyulduk, ayvayı yiyen ne yapacak? Zıkkımın kökünü kim içer? " diye konuştu.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.