Son Güncelleme: Cumartesi 03.05.2014
Sözün büyüsünü almıs bir kere
Biraz bıçkın, çokça samimi, su gibi, uygun "kilim" dokur gibi, büyülü bir üslupla yazıyor. Bunu da kendi yeteneklerinin dışında, çokça da "ananesi"nden ve ananenin "ilaççı" yengesinden almış, kendi söylemiyle...
Anannem masalcıydı. 95 sene yaşadı. Hala "Erkendi" diyoruz. Onun masallarıyla büyüdüm. Dili zengindi. Son yayınladığım dahil, pek çok kitabımda vardır. Bilgi Yayınları'ndan çıkan bütün çocuk kitapları, ananemin masalları. Bir de dul karı masalları var. "Dul karı masalları satış rekoru kıracak bir şey" diyor bir yayıncım ama edepsiz masallar. Yazarsam poşete girer.
Etrafında da demek ki iyi söyleyenler varmış. Çok küçük yaşta, 5 yaşında Kuzey Afrika'dan göçmen geliyor. Ağabeyleri subay. 3 ağabeyin ikisi Çanakkale'de şehit düşüyor.İzmir'deki yengesinin yanında büyüyor. O yenge de, alternatif tıp ara ebesi ve ilaççıymış. Bize ne ilaçlar anlatırdı. Birkaç tanesi aklımda, onları da yazdım. Alternatif tıp ürünü öğrenirken, sözün de büyüsünü onlardan aldı demek ki. O da iyi maya almış, kendinde de bunu sürdürmüş.
Hiç hatırlamıyorum ama 10 yaşında olduğumu sanıyorum. Bu kadar ciddi bir iş olduğunu anlayabilecek yaşta olsaydım, korkardım. Edebiyat bilimler üstü çünkü, her şeyin üstünde. Siyasetin, yönetimlerin, devrimin üstünde. Biz cahil cesaretiyle başladık. Çok iyi öğretmenlere sahip olmanın ve İzmir'de yaşamanın avantajıyla. İlk hikayemi, öğretmenimiz Fatma Uzel ile yazdık. Doğan Kardeş'in uluslararası bir yarışmasına gönderdik, 10 yaşında birinci olduk. Herkes güzel yazar, herkes güzel söylerdi. Öğretmenler çok kıymetli, kıymet bilirdi. Şimdi fabrikasyon üretim var. Tuhaf bir çağ. Bizim böyle olmamız rastlantı değil, bu çocukların da böyle olması rastlantı değil. Öğretmenler başkaydı, Türkiye'nin gündemi başkaydı, bizim mayamız başkaydı. Test için yetişmiyorduk. Benim sınıf arkadaşlarım Sezen Aksu'ydu, Şenay Düdek'ti, TRT'ciler bizim sınıftaydı. Rastlantı olamaz. Bütün sınıf mı iyi olur? Yazarlar, pantomimciler, çizgiciler, müzisyenler hep mi bizim sınıftaydı?
Korkak kahramanlar oldukları için. Onlar zaten ilk taslak. Daha fazla ne bekleyebilirsiniz ki! Ananem derki ki "Bu erkek deneni Tanrı bir top kaput bezini yırtmış yırtmış dünyanın her tarafına savurmuş. Kutup'ta da aynı, Afrika'da da. Hangi sistemde olursa olsun." İlk taslak olmadı diyor Tanrı, düzeltiyor taslakları, o kaburgadan yaratıldı hikayesi bence o. Olmadı, ben bir daha yapayım bunu. Sonra da bu kadın o kadar mükemmel oluyor ki (tabii bütün kadınlar mükemmeldir demiyorum, akılsızlık eden mükemmellikten uzaklaşır). "Bu kadını ben nasıl budayıp indireyim" diyor, aşkı yaratıyor. İşte bu da kadının gücünün sonu değil ama daha bilendiği nokta oluyor. Erkeğin de kendini kahraman zannettiği nokta oluyor. Antik çağdan itibaren bakacak olursanız kahraman kadın. Çünkü doğuruyor.
Zaten zor akılda kalıyorsunuz. Kafa karışıklığına yol açmamak için kendi soyadımızla devam ettik. Kilimsiz bir Kilimci olarak. Dedeler kilim tüccarıymış. Katipzade soyundan ya bunlar. Kemeraltı'nda pek çok dükkanları, bakırları, kilimleri varmış. Bir yaz günü Hükümet Konağı'nın merdivenlerine oturdum. Görevli geldi, "Teyze kalk" dedi. "Ama burası benim dedelerimin konağı" dedim. "Aa öyle mi otur o zaman" dedi. Onun o hakkı kabul etmesi hoşuma gitti. Karaburun'dan Menderes'e kadar onlarınmış. Vakfetmişler. Onlar zadegan, biz sadegan. Aramızda öyle bir fark var. Hükümet Konağı, Katipzade'nin yazlık konağıymış. Büyük bir vakfiye arazi, sana kala kala bir basamak. Ona da şükür.
Bir ömür darbeler ve muhtıralarla geçti. 12 Eylül'ün bile yeterince anlatılamadığını düşünüyorum. Korkutulduk, sindirildik. Pek çok insan anlattı ama daha söylenmeyen çok şey var. Ancak anlatarak, paylaşarak o sızıları geçirebiliriz. Ben hep yazdım ve daha yazmak istiyorum. Yazar olsun, olmasın herkesin yazmasını istiyorum. Sosyal hizmet uzmanı olarak yaşlı hizmetlerinde çalışırken çok hikayeler dinledim. En az 10 kitaplık malzeme var ama belki daha ileri yaşlarımda, artık onların dünya değiştirmiş olabileceğini düşündüğüm yıllarda, çok da güzel şeyler çıkabilir ortaya.
Yetişkin için yazmak çok önemli benim için, hayatın anlamı, benim ömür boyu yükümlülüğüm, aşkla da yapıyorum ama ne zaman doğru bir çocuk kitabı yazsam, göklere uçuyorum, bu kadar kitaptan sonra. Yeni okuyan veya okuyamayan çocuklar için yeni bir kitaba başladım torunum 3,5 yaşındaki Onat yüzünden. Bir Ay Dede kitabı yazdım, ben bile bayıldım. Çok ayıp insan kendine bayılır mı ama bakıyorsun az sözle çok şey anlatabiliyorsun.
Öykü iğne oyası, roman yorgan sırma. Çok kızıyorlar bana hiç yazmadın da onun için böyle söylüyorsun diye. İstesem sol elimle yazarım. Bunu dediğim de ayıp. Kısa söz, kısa öykü türü veya şiir, en zorudur. Romana alıştırma değildir öykü. Tam tersine roman öyküye alıştırmadır. Bu çağın öykü çağı, şiir çağı olacağını düşünüyordum.
Galiba 63. Her saydığımda farklı çıkıyor. Oğlak Yayıncılık'ta 4. kitap, içerde yayına hazır 4 kitap daha var. İki cilt Evliya, 1500 sayfa. Kaç yılıma mal oldu. Helal olsun. Bu yıl iki kitap birden çıktı. Hem "Ot Var Çiçek Var Sevdalığa Çare Var" hem bu. Çocuk kitapları var, 2 cilt yeni öykü kitabı var. İncelemeler var, tılsım, büyü kitabı. Bu ara ortak kitaplara da çok katkım oldu. Bir tanesi hemşirelik tarihi. kadın Gözüyle Yazmak Yaşamak isimli, 8-10 yazarın ortak kitabı var. Göç öykülerine katkı verdim. Ortak kitaplara çok önem veriyorum, inanın sayısını hatırlamıyorum.
KOSKOCAMAN YÜREKLİ BİR KOCA
Fatih Çalışlar, Oral Çalışlar'ın kardeşi, İpek Çalışlar'ın kayınbiraderi, Ayşe Kilimci'nin eşi. Etrafındaki herkes yazar, çizer, sanatçı olunca, böyle tanıştırılıyor. Bundan da pek gocunmuyor. Eşine her an desteğe hazır, koskoca gönüllü adam gibi adam Fatih Çalışlar.
Kitap imzalarken, Fatih Kilimci diyorlar. Davetiyeler de öyle geliyor. "Bay ve Bayan Kilimci" diye. Ben de babasına yolluyorum davetiyeleri. Şaka bir yana, Kilimci soyadının bir sakıncası yok. Sonuçta gazeteciler ve sanatçıların içinde büyüdüm. Bu aleme yabancı değilim.
İthalat ihracat işim vardı. Erken emekli oldum. Ayşe yazıyor zaten ölene kadar da emekli olmaz. Yayınevi yetişmiyor ona. Bir dergi bir yazı eksik diyor, akşam 7-8 gibi. Bakıyorsunuz Ayşe bir saat sonra gönderiyor. "Hazır mıydı" diyorlar. Çok süratli yazıyor.
Yapıyor. Çok güzel yapıyor ama çok yemek yapıyor. Ağa gelini olmalıydı. Yemekler dökülüyor sürekli.
Ayşe ile yaşamak çok eğlenceli. Her zaman gülecek bir şey oluyor.
DÜNYA DAHA GÜZEL DÖNER
EN SON HABERLER
- 1 Bodrum yeni yılda Paris’le yarışacak
- 2 Avşar Emaye ihracatı ile yıldızlaştı
- 3 İkbal Thermal Hotel & SPA dünya üçüncüsü
- 4 Artuk Aviation ihracata başlıyor
- 5 Atom Karınca’nın hedefi büyük
- 6 Avrupa’nın ilk ve tek yanmaz bandını ürettiler
- 7 Ödüllerini Bakan Varank’tan aldılar
- 8 Oruçoğlu Yağ Afyon’un gururu
- 9 Türkiye’nin ilk yeşil OSB’si olacak
- 10 Termal otellere örnek oluyor