Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler'in adalet üzerine reform geçirmesi gerektiğini belirterek, "Beş daimi üyeden bir iki tanesi ne diyecek diye bekleyecek olursak o zaman Suriye'nin akıbeti çok tehlikeli. İnsanlık bunu tarihe unutulmayacak ifadelerle kazıyacaktır. Ne acıdır ki, 20 yıl önce Balkanlar'da, Saraybosna'da, Srebrenica'da, Tuzla'da yüz binlerce insanın katline seyirci kalan Birleşmiş Milletler, bugün Suriye'de de acizlik içinde" dedi. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü ve Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından "Adalet" temasıyla düzenlenen İstanbul Küresel Forumu dün İstanbul Kongre Merkezi'nde başladı. Erdoğan, özetle şunları söyledi:
ADALET NEDİR? Mevlana diyor ki; "Adalet nedir? Ağaçları sulamak. Zulüm nedir, dikene su vermek." Devam ediyor Mevlana, "Adalet bir nimeti yerine koymaktır. Su emen her kökü sulamak değil. Zulüm ise bir şeyi konmaması gereken yere koymaktır." Evet, adaletle zulüm arasında işte böyle ince bir sınır var. Bizler, bu sınırın adalet tarafında yer almayı şiar olarak benimsemiş kişiler olarak burada buluştuk. Hayatın her alanında bu ilkeyi hayata geçirmenin mücadelesini vermek durumundayız.
GANDİ'DEN RACHEL CORRİ'YE: İnsanlık tarihindeki destansı mücadelelerin neredeyse hepsi, zulme başkaldırı için, adaleti tesis etmek için girişilen çabaların ifadesidir. Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Şöyle yakın tarihe baktığımızda Gandi'yi görürüz, Malcolm X'i görürüz, Mandela'yı görürüz, Aliya İzzetbegoviç'i görürüz. Bu muhteşem mücadele adamlarının zulme baş kaldırmakla talep ettikleri şey, kendi toplumlarının nezdinde bütün insanlık için adalet değil miydi? Filistin'de İsrail buldozerlerinin paletleri altında parçalanarak katledilen Rachel Corri zulme karşı adaletin safında yer aldığı için orada değil miydi? Evet, insanlık var olduğu sürece dünyada zulüm eksik olmayacak, dolayısıyla adalet arayışı da asla son bulmayacak. Adaletin safında yer alanlar, daima hayırla, minnetle yad edilirken, zalimler, zulüm uygulayanlar lanetle, nefretle anılmaya devam edecek.
BM, ADALET ÜZERİNE REFORME EDİLMELİ: Günümüz dünyasında adaletsizliğin yapısal bir hüviyet kazandığını görüyoruz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere, pek çok uluslararası kuruluşun işleyişinde, bu yapısal adaletsizliği açıkça görebiliyoruz. Kimse BM'nin yapısının adil bir anlayış üzerinde bina edildiğini söyleyemez. 5 tane daimi üye, 10 tane geçici üye. 10 geçici üyenin bir anlamı var mı, yok. Daimi 5 üyeden biri hayır dediği zaman mesele bitiyor. Oradan karar çıkarmak mümkün değil. Öyleyse BM niye? BM'nin reforme edilmesi, adalet üzerine reforme edilmesi şart. Bunun çözülmesi lazım. Bu konuşmayı BM Genel Kurulu'nda da yaptım. 5 üye, onlar ne derse o oluyor. Demek ki dünyayı bu 5 üyenin insafına bırakmış durumdayız. Peki bu 5 üyenin etnik yapısından, inancından, düşüncesinden başka dünyada bakış yok mu? Var. Peki, bu küresel yapıyı, tüm insanlığı kapsıyor mu, hayır. Öyleyse BM'nin reforme edilmesi şart.
GÜÇ DENGELERİNE MAHKÛM: Uluslararası barış ve güvenliği emanet ettiğimiz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, maalesef geçtiğimiz yüzyıldan kalan güç dengelerine mahkum edilmiş durumda. Eski düzenin hamileri, sorumluluğu diğer ülkelere yüklemeye çalışırken, karar alma mekanizmalarını kendi kontrollerinde tutmaya devam ediyorlar. Dünyadaki siyasi ve ekonomik değişimlerde giderek artan sorumluluk üstlenen ülkelerin, bu süreçleri etkileyen karar alma mekanizmalarından ısrarla uzak tutulmalarını kabul edebilmemiz mümkün değil. Bilhassa yükselen güç olarak ifade edilen Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya gibi ülkeler açısından bu adaletsiz işleyiş, sürdürülebilir olmaktan çıktı.
BM, İNSANLIK DRAMINA MÜDAHALE ETMEDİ: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere, uluslararası kuruluşların yapılarının değişme zamanı geldi. Daha geniş, daha adil, daha etkin bir temsil niteliği kazanmayan uluslararası kuruluşların, gelecekte varlıklarını ve işlevlerini sürdürebilmeleri giderek zorlaşıyor. Örneğin Suriye'de 20 aydır bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden insanlık dramına, bütün çabalarımıza rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi müdahale etmemiştir. Şu anda Suriye'de 30 bini aşkın insan öldürülmüştür. 7'den 70'e, kadın, erkek demeden. 250 bin insan ülkesinin dışında, bunun 100 bini Türkiye'de. Bu kardeşlerimiz bizim misafirlerimiz. Ülkesinin içinde 2,5 milyon Suriyeli evlerinden ayrı yerlerde kaçak göçek yaşıyor. Her an korku içindeler.
ÖLDÜRMEYE YEŞİL IŞIK: Bu, Esad rejimine her gün onlarca, yüzlerce insanı öldürme konusunda cesaret veren, adeta yeşil ışık yakan bir tutum var ortada. Peki bu tutum ne, kaynağı nerede? Uluslararası kuruluşların sesi ciddi anlamda çıkıyor mu? Maalesef çıkmıyor. Sıradan bazı ifadelerle günü kurtarmanın hiçbir anlamı yok. Olması gereken neyse bunun yapılması gerekiyor. Beş daimi üyeden bir iki tanesi ne diyecek diye bekleyecek olursak o zaman Suriye'nin akıbeti çok tehlikeli. İnsanlık bunu tarihe unutulmayacak ifadelerle kazıyacaktır. Ne acıdır ki, 20 yıl önce Balkanlar'da, Saraybosna'da, Srebrenica'da, Tuzla'da yüz binlerce insanın katline seyirci kalan Birleşmiş Milletler bugün Suriye'de de acizlik içinde. 20 yıl önceki bu gaflet, uluslararası toplumun Soğuk Savaş'ın bitimiyle ortaya çıkan sorunlarla baş etmekte hazırlıksız yakalandığı şeklinde izah ediliyordu. Peki bugün Suriye konusunda sergilenen acizliğin, adaletsizliğin nasıl bir açıklaması olabilir? Suriye'deki olaylar karşısında etkin bir politika ortaya koyamayan Güvenlik Konseyi'nin, dünyanın diğer bölgelerindeki mağdurlar, mazlumlar nezdinde hızla meşruiyetini kaybettiğinin bilinmesini istiyorum.
ADALET SURİYE HALKININ DA HAKKI: Adalet Suriye halkının da hakkıdır. Adaleti tayin yetkisi Esad'ın değildir, Suriye halkınındır. Suriye'de yaşananlar, bu ülke halkının özgürlük, refah, hak mücadelesinden başka bir şey değildir. Türkiye, bölgeyi ve giderek dünyayı tehdit eden bu sorun karşısında, en başından beri, adalete, hakkaniyete, kardeşlik hukukuna uygun bir politika izlemiştir, izlemeye devam edecektir. Uluslararası kuruluşlardan da bir an önce aynı adaletli, duyarlı tutumu benimseyip gereğini yapmalarını bekliyoruz. Suriye'deki kayıpları sadece istatistiki bir bilgi olarak gören anlayış değişmedikçe insanlığın vicdanı huzur bulamaz.
PEYGAMBERLERE İMAN EDERİZ: Biz sevgili Peygamberimizin peygamberliğine iman ettiğimiz gibi, Hz. İsa Aleyhisselam'ın peygamberliğine de iman ederiz, Hz. Musa Aleyhisselam'ın peygamberliğine de iman ederiz. Şerksiz, şüphesiz iman ederiz. Farklı inançlarda olanlar iman etmeseler de biz iman ederiz. Çünkü bizimki sipariş üzerine iman değildir, inancımızın gereğidir"
'BATI ARTIK TEK MERKEZ DEĞİL'
Gelişmiş ülkeler diye ifade edilen karar mekanizmalarını ellerinde bulunduran devletler, dünyada ağırlık merkezlerinin artık değiştiğini, yeni ağırlık merkezleri ortaya çıktığını kabul etmek mecburiyetindedirler. Batı artık dünyanın tek merkezi değildir. Kuzeyiyle, güneyiyle, doğusuyla dünya çok merkezli bir yapıya dönüştü, dönüşmeye devam ediyor. Bu gerçek, sadece siyasi çerçeveyle sınırlı değil. Aynı şekilde ekonomik olarak da dünya yapısal bir dönüşüm içinde.
KANUNİ'DEN ALINTIDA 'ÇEVİRİ' UYARISI
Erdoğan, konuşmasında adalet vurgusunu Kanuni'den bir alıntıyla yaptı. Tercümanlara "Dikkatli çevirin" diyen Erdoğan şu dörtlüğü alkışlar altında iki kez okudu: "Kanuni Sultan Süleyman'ın sorusu ve Şeyhülislam'ın cevabını dile getirmeden önce -simültanede sıkıntı yaşamayalım tercüme yapanlar dikkatle tercüme etsinler- 'Meyve dalına konsa bir karınca, Vebali olur mu karıncayı kırınca?' sorusuna Şeyhülislam'ın cevabı çok anlamlı, 'Yarın Hak divanını kurunca, Kanuni'den hakkın alır karınca.'"