Selahattin Yusuf: Geçici “Gezi kimliği”
Vaktiyle bir arkadaşım, karşılık bulamadığı aşkına yazdıklarını paylaşmıştı benimle. Bir gece yarısı mailime gelen uzun yazısına bir de fotoğraf eklemişti. Ne aşık olduğu çocuğun resmiydi, ne de başka birinin. Ne de bir hatıra. Bir uzay resmiydi bu. İçinde dünya gezegeninin de bulunduğu bir galaksi resmi. Dünya orada küçücük, parlak bir iğne ucu kadar görünüyordu. "İşte" diyordu arkadaşım o resmin altında, "işte burada yaşıyorum bütün bu cehennemi. Ne önemi var ki!"
Büyülenip vurulduğu, umutsuz bir aşkla bağlandığı insanın "önemsizliğini" böyle inşa etmeye çalışıyordu zihninde. Onu önemsiz olabilmesinin yolunu, evrenin "önemini" büyülterek bulmaya çalışıyordu. Bir kötülüğü, o "kötülüğü" sarmalamış çok daha büyük bir "iyiliğin" içine yerleştirip önemsizleştirmek için çırpınıyordu. Yüzünü hayal edebiliyordum sevgili arkadaşımın. Yüzü o anda her şeye benzeyebilirdi; ama herhalde kozmoloji çalışan herhangi bir astronomun kayıtsız yüzüne değil. Emindim, ağlıyordu.
Baş edemediğimiz ülser, yüzümüzü ekşitir ve gayetle güzel, tastamam bir "ideolojik ciddiyet" suratı da edinmiş oluruz böylece. Hazır suratımız asılmışken, onu mistifiye de ederiz. Yüceltir ve ülserden yücelere doğru yükselen bir kimliğin içine yerleştiriveririz yaramızı. ('68'in Batı'da yarı-şenlik havasında geçmesine rağmen; bizim 'Sol'da 'kahkahayla gülme yasaklarına' kadar vardığını, 'dışarıdaki' kadın militanların da 'mahpus tespihi' çektiklerini unutmayalım. Bunların aynısı, belki daha fazlası modernist İslamcı akımlarda da mevcuttur).
Bir yerde acı varsa, yara varsa, herhangi bir gerçekliğin orada bürüneceği "ideoloji"nin yüzü de ona benzeyecektir. Vaktiyle Mehmet Ali Aybar'ın "Güler yüzlü sosyalizm" hülyası ne kadar çabuk boğulmuştu, hatırlayın. Türkiye'nin hamuru budur. Aynıdır. Aldığı şekil ne olursa olsun, aynıdır. Sağcının, solcunun, dindarın, dinsizin suratı aynıdır. Toplumun bünyesinde yaşamış yüzlerce yıllık "ödem" noktaları aynıdır çünkü. O ödem, herhangi bir kılcal damar bulup sosyolojiye -derinin üstüne- vardığında alacağı görünüm, o bünyenin kendi özel nitelikleriyle ilgilidir; doktrinle veya gerçeklikle ilgili değildir. Bu noktaları niçin yıllardır akademik kaçamaklarla es geçiyoruz, anlamıyorum.
Gezi'ye katılanların "apolitik" olmalarına vurgu yapıldı, yapılıyor. Bunların herhangi bir siyasi angajmanı yok deniliyor. Doğru. Ama mesele tam da orada başlıyor zaten. Ofisi Nişantaşı'nda olan ve genellikle "ünlülere" bakan bir psikiyatr arkadaşım, Gezi işinin en alevli günlerinde şöyle bir twit atmıştı: "İşin aslı şurada galiba: Bir hastam durumu çözmüş, depresyonumun nedenini anladım: Tayyip!"
Kimlik krizini bence Gezi için "kimliksizlik krizi" diye düzeltmeliyiz. Eğer dikkatimizin yerini bu şekilde değiştirmezsek vakit ve mesafe kaybediyoruz. Genç insanlar, acılarını içine fırlatabilecekleri bir toplumsallık buldular orada. Geçici bir kimlik alanı buldular. Bir "ağlama biçimi" keşfettiler.
Tabii benimki bir çerçeveleme denemesi. Her çerçevenin mecburen dışarıda bıraktığı -bazen daha hayati- malzeme hep vardır, olabilir. Mesela her halinden "gülmek yasak" diyen "tutarlı" doktrin sek(re)terlerini gözden kaçırmadım. Ama burada yerim dar. Çerçevem bu kadar.
Selahattin Yusuf/AKTÜEL
EN SON HABERLER
- 1 Bakan Fidan, Yunan mevkidaşı ile Londra'da görüştü
- 2 Selin vurduğu Kenya'da can kaybı 76'ya yükseldi
- 3 Adalet Bakanı Tunç'tan UCM'ye tarihi çağrı: Netanyahu mahkemeye çıkarılmalı
- 4 Bakan Yerlikaya başkanlığında "Güvenlik Toplantısı"
- 5 Uluslararası özgürlük filosunun engellenmesine tepki
- 6 Belçika'da Nevruz kutlamaları sonrasında çıkan olaylarda PKK/KCK izine rastlandı
- 7 Belçika olaylarında PKK/KCK izi
- 8 AK Partili milletvekillerinden Beypazarı Soda'ya destek ziyareti
- 9 İstanbul’da organize suç örgütlerine darbe
- 10 İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya duyurdu: "Mahzen-33" operasyonlarında 16 şüpheli yakalandı