Endişe verici bir yükseliş iki taraftan kanatan da var. Bunların bir kısmı klasik milliyetçiler, bir kısmı da sosyalist ve kominist partiler içerisinden. Baktığınızda iki ayrı kolmuş gibi görülebilir ama sonuç itibariyle yabancılar geldiler işimizi aldılar söylemleri var. Her iki kesim de aynı söylemi kullanıyor aralarında çok büyük bir fark olmadığını görebiliyoruz. Dolayısıyla bir tarafta milliyetçi ırkçı partiler var. Öbür tarafta aşırı sol partiler var. Ne yazık ki birleştikleri ortak nokta yabancı düşmanlığı.
BRÜKSEL'İN YALNIŞ POLİTİKALARI
Bunun nedeni ekonomik kriz midir?
Birincisi ekonomik kriz. Bunun çok fazla olduğunu düşünüyorum. Bu bir gerçek. İkincisi kriz karşısında alınan önlemler. Bu önlem alınırken örneğin Almanya'nın diğer ülkeler üzerinde baskı yaratmış olması, mesela aynı şeyin Brüksel'den tespit ediliyor olması gibi bir takım baskılar var.
Fakat Avrupa Birliği'nin üyesi olan hükümetler bunun sebebini Brüksel'de aramak yerine önlemleri alırken ''işte siz az çalıştınız, yabancılar geldi işinizi elinizden alındı'' dediler.
Dolayısıyla böyle uzun döneme yayılmış politikacıların biraz da basiretsizliklerinden kaynaklanan politika izlemelerinin büyük bir nedeni var. Bu kamuoyunda ötekinden korkma durumunu ortaya çıkardı bu bir. İkincisi öteki olarak Avrupa Birliği'nin kendi içinde sonradan üye olmuş ülkeler; Polonyalılar, Bulgarlar, Romanlar vs. Bu ülkeler arasında zaten Avrupa Birliği vatandaşı olmuş ülkeler arasında böyle bir ayrımcılık yapılıyordu. Direk ikinci halka hedef gösterilmeyerek AB dışındaki ülkeler hedef gösterildi. Göçmenler, aramızdaki ötekiler, Polonyalı olmayanlar derken o geniş fotoğrafın içine kimlerin girdiğini de zaten hepimiz biliyoruz.
İKİ AB VAR
O zaman Avrupa Birliği genişledi ama aslında çekirdek bir Avrupa Birliği var ve ikinci halkayı aslında kabullenmek istemiyor.
Yani bunun söylenmesi çok doğal. Fiili olarak çekirdek bir Avrupa sistemi var. Fiili olarak da yürüyor, hukuki olarak da yürüyor. Söylem olarak hepimiz tekiz deniliyor ama bu pek gerçekçi değil. Belki de bu eğilimler bunun biraz daha açığa çıkmasında rol oynamış olabilir.
Bu yıl 1. Dünya savaşının 100. Yıl dönümü Ve 2. Dünya savaşı sonrasında Avrupa Birliği barış projesi olarak ortaya çıktı. Şimdi geldiğimiz noktada Avrupa barış projesi 1. Dünya savaşının yıldönümünde çatlamaya başladı diyebilir miyiz?
Yani şimdiden bunu söylemek çok endişe verici bir cümle kurmak anlamına gelir. Beni doğrusu bu tür çıkışlardan sonra partilerin güçlenmesi ya da aşırı uçlarda oyların toplanması ekonomik krize veya farklı konulara bağlanabilir ama en çok ilgilendirdiği kısım Avrupa Birliği'nin bir barış projesi süreciyle ilgisi olmasıdır. Eğer ötekini düşman olarak görme eğilimi artarsa bırakın Avrupa Birliği'ne üye olmamış ülkeleri kendi içindekini, öteki sayma eğilimi artarsa bu barış projesine çok çok büyük zarar verir. Bütün dünyanın referans olarak kullandığı barış projesinin sakata uğraması diğer çatışma biçimleri açısından da maalesef çok olumsuz bir etki yaratır diye düşünüyorum.
Le Pen'in açıklamasında özellikle Türkiye'nin Avrupa Birliği ile müzakerelerinin derhal askıya alınması gerektiğini söylüyor. Türkiye ile Avrupa Birliği müzakerelerinin artık tehdit altında olduğunu düşünebilir miyiz.
Le Pen'in şöyle bir sözü var. Türkiye ve Türkleri seviyorum ama Avrupa Birliği'nin içlerinde olmadıkları sürece diyor. Bu aslında yüksek sesle dile getirilmiş genel bir eğilimin dışa vurumu. Ben bu çıkışı dürüst bulduğunu ifade etmek durumundayım. Ama öte taraftan müzakerelerin askıya alınması süreci teknik bir süreç. Benim kanaatim bu müzakere süreci şu haliyle önümüzdeki yirmi yıl içerisinde sürdürülebilir olmaktan çıkmış vaziyette.
Yani bu şapkaları tekrar öne koyup konuşulması gereken bir duruma işaret ediliyor. Ya yeni başlıklar açılacak ve verilen sözler yerine getirilecek ya da yeni bir yol haritası önerilecek ama bunu yapan tarafın Türkiye olduğunu düşünmemek lazım. Bunu Türkiye niye yapsın, hangi gerekçeyle yapsın? Bu Avrupa Birliği'nden beklenecek tutum olabilir. Ya da arada karada daha yeni bir ittifak biçimi öngörülürse onu da Türkiye niçin kabul etsin sorularını sormak da yarar var.
Peki, bu krizden Avrupa Birliği nasıl çıkabilir? Türkiye'nin üyeliğini hızlandırması söz konusu olabilir mi gündemde Rusya krizi var?
Bir kötü senaryo bir iyi senaryo öngörülebilir. Kötü senaryo bu milliyetçi içe kapanık anlayışına devam ederler ve Türkiye'yi daha fazla dışarıda bırakabilirler. Sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. İçe kapanan Avrupa dünya düzeyinde zemin kaybediyor. Ama beş yıl on yıl yirmi yıl bu böyle gider. İyi senaryo ise söz konusu yaklaşımın karşısında geniş bir ittifak bloğunun oluşması ve bloğun Türkiye'yi teşvik edici adımlar attırmasıdır. Tabii ki bu akılcı bir yöntem olmakla birlikte bunu yapacak siyasi liderlerin öngörüsüne bağlıdır. Dolayısıyla şuan Avrupa'nın Türkiye'ye bakışına karar vermesi gerekiyor. Bir tanesini seçerlerse Avrupa Birliği'ni küresel güç yapma imkanları var diğerini seçerlerse içine kapanıp neredeyse desantralizasyona yol açacak bir sürece işaret eder. Ama az önce söylediğim gibi bu siyasi liderlerin öngörme kapasitesine bağlı bir durum.
RUSYA KRİZİ TÜRKİYE'NİN ÖNEMİNİ ARTTIRDI
Rusya krizi burada nasıl bir rol oynar?
Rusya krizi aslında Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne dahil etmeyi teşvik eden bir sürece neden oldu. Gerek enerji yolları açısından gerek Rusya ile ilgili şüphelerde olasılıkları dağıtmak açısından ve üçüncü olarak da Almanya'nın sınırlandırılması açısından son derece önemli bir pozisyon hediye etti Türkiye'ye. Türkiye bunu farkında. Bir dizi çevre bunu farkında. Bunu pozitif bir etki olarak müzakere sürecine aktarmaya meraklı kesimler var. Ama o meraklı kesimin kendi kamuoyları tarafından oy almaları lazım.
Türkiye için yeni bir fırsat ortamı çıktığını fark eden kesimlerle Türkiye ile ilişkilerini artırarak Avrupa kamuoylarını olumluya çevirme ihtimali var. Her kriz döneminin Türkiye'nin lehine kullanabilecek argümanları olduğunu düşünüyorum. Yani sürekli bir olumsuzluğa kapılmamak gerektiği kanaatindeyim.