Pazartesi 02.02.2015
Son Güncelleme: Pazartesi 02.02.2015

AK Parti'de azınlık vekil olacak mı?

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç BAşkanlık sisteminin gerekliliği üzerinde durarak, AK Parti'de erime sürecinin söz konusu olamayacağını söyledi.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç gündeme ilişkin önemli açıklamaları Daly Sabah'tan Ali Ünal'a yaptı.

İşte o söyleyişi;

Başbakan Yardımcısı ve hükümet sözcüsü Bülent Arınç yirmi yılı milletvekili olmak üzere neredeyse elli yıldır siyasetin içinde olan Türk siyasi hayatınında önemli bir figür. Geçtiğimiz hafta Cenevre'de gerçekleşen Türkiye'nin İnsan hakları durum değerlendirilmesinin yapıldığı BM toplantılarında da Türkiye delegasyonunun başkanlığını sayın Arınç gerçekleştirdi. Kendisiyle Cenevre'deki toplantılardan iç siyasette ön plana çıkan konulara kadar bir çok konu üzerinde konuştuk.

Geçtiğimiz hafta BM İnsan Hakları Konseyi Evrensel Periyodik İnceleme Mekanizması (EPİM) kapsamın Türkiye'nin ikinci tur incelemesi yapıldı ve siz Türk delegasyonuna başkanlık ettiniz. Buradaki temaslarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Türkiye'yle ilgili olarak ilk değerlendirme 2010 yılında yapılmış ve 4 yılda bir yapılıyor. Bu kez de ben, insan haklarından sorumlu olmam sebebiyle bu toplantıya katıldım. İki yılı bulan ciddi bir çalışma yapılıyor. Son altı ayında benim de katıldığım, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve ilgili kurumların temsilcileriyle, ülkelerin bize yönelttikleri ön sorular üzerinde, geçmişten bu döneme aktarılan bazı konular üzerinde, son durumu müzakere ettik.
Çalışmalar fevkalade bir başarıyla sonuçlandı. EPİM süresince hiçbir ülke hakkında bu kadar soru yöneltilmemişti. 122 ülkenin temsilcileri 278 soru, tavsiye veya öneri yönelttiler. Toplantı bitiminde 20'den fazla ülke geldi ve bizi tebrik etti. Hatta Küba, Suudi Arabistan ve Gabon'dan oluşan troyka çok başarılı bir sunum yaptığımızı ifade etti.
İkinci gün bunların hepsi incelemeden geçirildi, müşterek olanlar bir araya getirildi ve hâlihazırda ülke olarak uyguladıklarımızı bir kenara koyup, uygulamak üzere olduklarımızı veya yasal süreci tam bitmemiş olanları da bir kenara koyup, kesinlikle kabul etmediğimiz bazı eleştirilere de kapsamlı olarak cevap verdik.
Konuşmalar da suçlama amacıyla söz hakkı alan birkaç ülke haricinde Türkiye'yi takdir edici, teşvik edici ve yüreklendirici şekildeydi . Rahatlıkla söyleyebilirim ki bu bizim için bir övünç vesilesi oldu. Sonuç olarak 278 soru veya tavsiyenin 199'unu kabul ettik çünkü bunları zaten uyguluyoruz. Bunları öne sürenler ya imkan bulduklarından ya da bilmediklerinden bunu yapmışlar. 52 tanesini kabul etmekle beraber bunların gerekçelerinin olduğunu veya reddedebileceğimizi, önümüzdeki 5 aylık süre içerisinde incelememiz sonucu kararımızı bildireceğimizi de söyleyeceğiz. Kalan 27 tanesini de kesinlikle kabul etmediğimizi ifade ettik.
27 öneriyi reddetmemizin sebebi şu: Öyle ülkeler var ki eleştiri veya öneriden ziyade Türkiye'yi suçlamak amacıyla konuştular. Bunlar GKRY, Yunanistan, Mısır gibi ülkelerdi. Biz GKRY'i diplomatik açıdan tanımadığımızdan ötürü biz onların sorularını da kabul etmiyoruz. Bunları 2010 yılındaki toplantıda da zikretmişler ve şimdi de aynı soruları dile getirince "Biz sizi tanımıyoruz. Önerilerinizi kayda alacağız ancak değerlendirme imkânımız yok" dedik.

ERMENİLERLE GELENEKSEL BERABERLİĞİMİZİN DEVAM ETMESİ LAZIM

Bu toplantıda Ermenistan'dan gelecek sorunun içeriği de merakla bekleniyordu. Ancak Ermenistan delegasyonu doğrudan 'soykırım' ifadesi kullanmadan uluslararası antlaşmalara atıfla bir soru iletti. 2015 yılının soykırım iddialarının 100.yıl dönümü olduğu düşünüldüğünde, bu 'olumlu' mesajın Ermenistan'la ilişkilerde iyileşmeye yönelik bir adım olduğu söylenebilir mi?

Ermenistan sözcüsü, soykırımı Türkiye'yi suçlamak için değil genel bir ifade olarak kullandı. İnsani açıdan bazı blokajların kaldırılmasından bahsettiler. Biz de onlara, "bizim ülkemiz üzerinden başka ülkelere ulaşabiliyorsunuz. Kaldı ki Türkiye üzerinden de Ermenistan'a uçak seferleri yapılıyor. İnsani amaçla da bugüne kadar pek çok yardım da yapıldı. Bizim ufkumuz Ermenistan'la iyi dostluk ve komşuluktur" diyerek karşılık verdik.
Tabi 24 Nisan 2015 onlar için, özellikle diaspora açısından çok önemli. Ermenistan halkını ve hükümetini bir kenara koyarak, soykırım iddialarının daha çok diaspora tarafından dillendirildiğini, Ermenistan halkının ve hükümetinin bunun arkasında pek durmadığını biliyoruz. Ben Nisan ayına kadar Ermenistan'la olan ilişkilerimizde fevkalade bir iyileşme beklemiyorum, bu işin tabiatına aykırıdır. Çünkü varlık sebebi bu iddiaya dayanan bir ülkede tam 100.yıla girerken çok keskin bir virajın alınması beklenemez. Ama ben gelecek açısından olumlu gelişmeler yaşanacağını biliyorum.
Beş yıl önce yine İsviçre'de Ermenistan ile bazı anlaşmalar imzaladık. Görünüşte gönülsüz de olsa Ermenistan açısından, bazı koşullara bağlı kalmak şartıyla bizim Ermenistan'la sınırlarımızı açabileceğimizi ve diplomatik ilişkiler kurabileceğimizi söylemiştik. Bu şartların başında dostumuz ve komşumuz olan Azerbaycan'la ihtilafı da var. O konuda bir iyileşmenin sağlanmasıyla biz de eş zamanlı olarak bazı çalışmalar yapacaktık. Belki bilerek, Ermenistan bunu akamete uğrattı. Ama biliyorum ki Ermenistan halkı ve hükümeti Türkiye'yle olan ilişkileri güçlendirmek istiyor. Buna hem çok ihtiyaçları var hem de geleneksel olarak yüzlerce yıl öncesinden bu topraklarda yaşanan trajedilerde ortak bir kaderimiz, mutlu günlerde de bir beraberliğimiz var. Millet-i Sadıka olarak bilinen Ermenilerin Osmanlı'nın son dönemlerinde isyanlara kalkıştıklarını bir kenara koyup, onlarla ülkemizin pek çok yerinde birlikte yaşamış olmamızı dikkate alarak geleneksel beraberliğimizin devam etmesi lazım.
Bu beraberlik sadece Ermeniler için değil Museviler ve Rumlar için de böyledir. Biz çok kültürlü bir toplumun içinden geliyoruz. Herkesin bir arada yaşama kültürünü özümsediği bir Türkiye'den bahsediyoruz. Bu özelliğimiz de dünyaya örnek olan bir şey. Aslında AB'nin bizi bu özelliğimizden ötürü şu ana kadar almış olması gerekirdi.
Peki, Ermenistan'la alakalı 2015 yılına dair olumlu şeyler beklediğinizi söylediniz. Buna dair bir hazırlık mı var?
Hayır, bu bizim geleneksel dış politikamız. Biz komşularımızla her daim sıfır soruna ulaşmaya dair çalışma yaptık. Bu bakımdan Ermenistan'la yeni bir proje içerisinde değiliz. Ancak şartlar bizi Ermenistan'la diplomatik ilişki kurabilecek, sınırları aşabilecek, dostluğa götürebilecek bir noktaya mecburen getirebilir. Burada daha çok adım atması gereken, Ermenistan tarafı olmakla beraber Nisan ayı geçmedikçe bu konuda hiçbir tavır ortaya koymalarını beklemiyoruz. 2015 Nisan'ı beklemedikleri ölçüde daha yumuşak ve dünya kamuoyunu da yanlarına almadan geçirdiğimizi farz edebilirsek, önümüzdeki yıldan veya bu yılın sonlarından itibaren artık bu işin dostluktan başka şekilde sonuçlanmaması gerektiğini düşünebiliriz.

SUUDİ ARABİSTAN İLE İLİŞKİLERİMİZ DÜZELİYOR

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye'nin Mısır ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmesi gerektiğine yönelik açıklamalarınız oldu. Bu açıklamaları ilişkilerin yeniden düzeltilmesi açısından çabaların olduğu şeklinde okuyabilir miyiz?

Benin gibi, başka politikacılar da Türkiye ve Mısır'ın geçmişten beri, en azından iki halkın müşterek bir tarihe sahip olduğunu, Orta Doğu'daki rolümüz itibariyle bugüne kadar aramızda hep dostluğun olduğunu ifade edecektir. Ancak son rejim değişikliğinden bu yana, gerek Cumhurbaşkanımızın gerekse hükümetimizin tavrıyla Mısır'a karşı ilkesel duruşumuz belli. Yakın plan içerisinde Mısır'la olan bu bozulmuş ilişkilerin devam etmesinin hem Mısır'a hem Türkiye'ye zarar vereceğini hem de bölgedeki gelişmelere kayıtsız kalma gibi bir tehlikenin mevcudiyetini hissediyorum. Çünkü Mısır, Orta Doğu'da tıpkı Türkiye ve Suudi Arabistan gibi önemli ülkelerden bir tanesidir. Esasen bizim bu Mısır'a karşı tutumumuzda bize yardımcı olan dostumuz Katar bile tavrını revize etti ve Mısır'la anlaştı. Şu anda bölgede Türkiye haricinde Mısır'a rejim değişikliğinden ötürü olumsuz tavır takınan başka ülke kalmadı.
Biz Mısır'daki rejime karşı ilkesel olarak tavrımızı her daim söyleyebiliriz ama reel politik Mısır'ın da Türkiye'nin de birbirlerine ihtiyacı olduğunu bizlere gösteriyor. Orta Doğu'da genel olarak bütün gerçekleşen çatışmaların dinmesi ve bölgesel barışın sağlanması için bu önemli ülkeler arasında işbirliği yapılması lazım. O yüzden Sayın Cumhurbaşkanımızın Suud Kralının ölümü üzerine cenazeye bizzat katılmasını ben çok doğru buluyorum. Yeni kral Selman'ın göreve başlaması dolayısıyla bence yakın planda Cumhurbaşkanımızın veya Başbakanımızın da bir ziyareti olacaktır. Suudi Arabistan, Obama'nın bile eşiyle birlikte taziyeye geldiğini düşünürsek çok önemli bir ülke. Bizim geleneksel olarak dostumuz; ben hala o gözle bakıyorum. Aramızda bir soğukluk peyda olmuşsa, bunu gidermek hepimize düşen bir görevdir.
Mısır'a dönecek olursak, Türkiye'ye karşı olumlu bir adım atacaksa bir an önce demokrasiye geçişi bir an evvel sonuçlandırabilecek bir tarih vermeli. Belki siyasi partilerin faaliyetlerine belki izin vermeli. Halen cezaevinde tutulan, haksız suçlamalarla yargılanan ve idamlık mahkum gibi hakim karşısına her gün çıkartılan Mursi'nin serbest bırakılması mümkün olabilir. Veyahut 1000'e yakın siyasi suçlunun serbest bırakılması olabilir. Bunlar siyasi suçludur, dünyanın hiçbir yerinde siyasi suçlular idama mahkum edilmesi, hele hele infaz edilmesi mümkün değildir.

Yani demokratikleşme konusunda Türkiye'yle ilişkilerinde bir yumuşama sinyali verebilecek bir adım atması lazım. Bunu konuşmak kolay ama Mısır açısından bunu yapmanın zor olduğunu biliyorum. Dolayısıyla Mısır'ın bu tavrını kolaylaştıracak katalizör ülkelere ihtiyaç olabilir. Bunlar durumdan vazife çıkarabilirler. Yani bizi bir miktar onlara yaklaştırıp, onları bize iki misli yaklaştırabilecek sistem kurulabilir. Buna bölgenin de dünyanın da ihtiyacı var.

BAŞKANLIK SİSTEMİNE HALK KARAR VERECEK
İç Politikaya dönersek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ''Başkanlık sistemi Türkiye'ye güç katar'' şekline açıklamaları var. Siz buna katılıyormusunuz ?

Halkımızın yapısında, düşünce sisteminde, siyasal sisteminde güçlü liderlere ve başkanlara daha yatkın olduğunu düşünebiliriz. Başkanlık sistemini halkın önüne getirip de halkın kabulünü almayı basabilirsek ozaman daha başarılı bir yönetim sistemi gelir diye düşünüyorum.
Haziran seçimlerinde birinci hedef, yeni anayasayı yapabilecek düzeyde bir milletvekiline sahip olmaktır. Yeni anayasa olmadan başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçmek mümkün değil. Anayasa ve yönetim yapısı birbiriyle akort olmalıdır ama şu an bu akort yok, halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı var ama parlamentonun seçtiği yetkileri kullanıyor. Bu çok büyük sorunlar çıkartmayabilir ama sonuç olarak iki başlılık çıkarabilir, ikisi de farklı sistemlerin yapısı. Bir başkanlık veya yarı başkanlık sisteminde ne olacaksa o yen anayasa içerisine bütün unsurlarıyla yerleştirilmelidir ve halk benimserse bu anayasayla yeni sistem yürürlüğe girmelidir. Tüm bunları bir referandum sonucu görebiliriz, eğer ki halk istemezse ona göre yeni bir anayasa düzenlenmesi lazımdır yoksa bu iki başlılık ve ya aksak gidiş Türkiye de her zaman cumhurbaşkanıyla hükûmet arasında yada diğer kurumlar arasındaki ilişkileri zedeleyebilir.
Geçtiğimiz hafta Bakanlar kurulu toplantısında yurtdışındaki Gülen okullarının satın alınması için Vakıf kurulması vb. taslaklar üzerinde çalışıldığını söylemiştiniz. Bu konudaki son durum nedir ?
Henüz bir taslak üzerinde çalışma yapıldı, belki önümüzdeki Bakanlar kurulu toplantılarında bu konu tekrar görüşüldükten sonra detaylar daha da netleşir diye düşünüyoruz.
O yüzden benim 3 çalışma ya da 3 amacımız var seklindeki sözlerim dikkate alınmalıdır. Bu amaçlar; 1. Mevcut bazı ülkelerdeki Türk okullarının daha güçlü hale getirilmesi, 2. Yine mevcut bazı gruplara ait okulların devralınma suretiyle onların Türkiye adına tekrar yönetilmesi, veya hiç okul olmayan ülkelerde ise yeni okulların açılmasıdır.
Türkiye dışında, dünyanın 200'e yakın ülkesi var bunların 160'ınde Türk okulları var yani 160 ülkedeki Türk okulları ile ilgili mevcutlar ve yeni açılacaklar ve ya rehabilete ediceleceklerin ne sekilde yapılabileceğine uluslararası hukuk açısından bakmak lazım.
13 YILDIR OYUNU ARTTIRAN TEK PARTİYİZ

Geçtiğimiz haftalarda dört eski bakanın yüce divan oylamasından sonra ''AK Parti bölündü, AK Parti'de ANAP'laşma süreci başladı'' gibi yorumlar oldu. Sizce AK Parti Turgut Özal'ın ANAP'ının yaşadığı erime sürecine mi girdi ?

AK Parti'de ANAP'laşma süreci başlamadı ve başlamaz. AK Parti kuruluş amacına gore hareket ediyor, bu ülkeye hizmet yoluyla, siyaset yapmaya calışıyor ve Türkiye'de hiç kimseye nasip olmayan bir başarıyı milletin desteği ile götürüyor. 13 yıldır iktidardayız ve 13 yıldır oylarini arttırarak iktidarda olan başka bir siyasi parti örneği yoktur.
Şunu söylemem lazim ama 4 bakanla ilgili oylama da Ak parti kendine yakışanı yapmıştır. Çıkan sonuç AK Parti'nin arzu ettiği bir sonuçtur çünkü 276 oy ile yüce divan'a sevk edilmiş olsalardı bunun siyasi sonuclari Ak Parti için çok agır olabilirdi. Bakanların yüce divan da yargılanan bir siyasi partinin seçimlere giderken bu propagandalara karşı dayanması mümkün olmazdı. Kaldı ki bir fiilin, Türk ceza kanununa ya da başka bir ceza kanununa göre suç olması ayrı birsey, bir fiilin ceza kanununa göre suç olmayıp etik olarak yanlış olması ayrı bir şeydir.
Komisyon burada, suç için yeterli delil bulmadığını ifade ediyorsa milletvekili arkadaslarımızında bu komisyona uygun karar vermesi tabiidir. Ancak olabilir ki bazı arkadaslarimiz da hayir burada suc vardir bu insanlar yüce divana gitsin diye oy kullanmista olabilirler, yapilan bir gizli oylamadır. Hic bir parti, su veya bu sekilde oy kullanicaksiniz diye bir toplantı yapamaz yada grup karari alamaz.
Dolayısıyla AK parti buna uymuştur, ne sn Basbakanımız ne de sn Cumhurbaskanımız şu şekilde oy kullanın diye bir talimat vermemiştir. Herkes gizli oylamada elini vicdanina koysun siyasi, hukuki, vicdani kanaati ile hareket etsin denilmiştir ve bu alkışlanacak bir tavırdır.
Türkiye'deki azınlıklardan sorumlu Başbakan Yardımcısı olduğunuz için size sormak istediğim bir soru daha var. Önümüzdeki genel seçimlerde azınlıklardan milletvekili adayları görecekmiyiz?
Azinlik gruplarinda cok değerli insanlar var, bilim, sanat alaninda cemaatlerini cok iyi temsil eden cok iyi insanlar var. Önümüzdeki seçimlerde hem kadin milletvekili sayisi artmali hem genç milletvekili sayisi hem de mutlaka Turkiyenin mozaiğindeki o güzel unsuralrin herbiri temsil edilebilmeli. Vakıflar meclisinde, kanunlar gereği, bizim azinliklardan, cemaat vakiflarindan bir üyemiz temsil ediliyor ve biz bu arkadaşlardan cok yararlanıyor, cok istifade ediyoruz. Vakiflar meclisindeki butun kararlarimiz onlarin oy bilirliği ile geçiyor yani ben onlarla mesai yaptıkça onlarin arkadaslarini tanidikca onlarin parlementoda cok parlak hizmetler yapabileceğini düşünüyorum. Sn. Basbakanımız ile de bunu şahsen görüşeceğim, Turkiye'de ki bu birliği beraberliği geçmişte olduğu gibi iyi bir noktaya getirmemiz lazim. Sn Basbakanimiz sn Etyen Mahcupyan'ı kendisine danışman olarak aldı, bu bile cok müspet bir şey oluşturdu, bu alanda daha somut adımlarında genel seçimler sürecinde atılacağını tahmin ediyorum.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.