Pazartesi 20.11.2017
Son Güncelleme: Pazartesi 20.11.2017

15 Temmuz’da tanklarla, F-16’larla başaramadılar

SABAH yazarı Prof. Dr. Kerem Alkin: Topyekûn bir düşmanlıkla karşı karşıyayız. Türkiye karşıtları 15 Temmuz’da tanklarla, F-16’larla başaramadıklarını ekonomik yolla deniyor. Ama bu savaşı da kazanacağız

Türkiye geçtiğimiz hafta uluslararası diplomaside olağanüstü gelişmeler yaşadı. Norveç'teki bir tatbikatta, Atatürk ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik çirkin saldırının ardından, Türkiye'nin tepkisi üzerine NATO Genel Sekreteri ve Norveç Savunma Bakanı ülkemizden özür diledi. Bu önemli gelişme sıcaklığını korurken, bu kez ABD'de devam eden Reza Zarrab ve Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın yargılandığı davada bir hukuk skandalı yaşandı. Türkiye'den hukuksuz elde edilen sahte delillerin dava dosyasına girmesi üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından uluslararası hukuka ve iç hukuka açıkça aykırı olan eylemleri gerekçesiyle New York Güney Bölgesi eski savcısı Preet Bharara, savcı John H Kim ve diğer savcılık görevlileri hakkında soruşturma başlatıldı. Küresel bir 17 Aralık operasyonu olarak kabul edilen bu kumpas, doğrudan Türkiye ekonomisini mi hedef alıyordu? 15 Temmuz'da FETÖ darbe girişimi ile Türkiye'yi sarsamayanlar şimdi ekonomik olarak ülkemizi kıskaca mı almaya çalışıyordu? Bu soruları, konunun uzmanı olan Medipol Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Kerem Alkin'e sorduk.

TÜRKİYE HALK BANKASI OPERASYONUNU BİR EGEMENLİK KONUSU OLARAK GÖRÜYOR

-ABD'de devam eden Rıza Sarraf davası ve Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı'nın da içinde bulunduğu yargılamalar sizce ne anlama geliyor?

Türkiye, açıkça İran'a yönelik ambargonun delinmediğini net olarak ortaya koymasına rağmen, ülkemizden yurt dışına çıkarıldığı tespit edilen ve sahte oldukları Türk hukuk sistemince tescil edilen delillere dayalı bir 'siyasi' yargı sürecinin başlatıldığı net olarak ifade ediliyor. Halkımız, Esnafımız, KOBİ'lerimiz kendilerine ait olan Halk Bankası'na karşı, ABD'deki 'siyasi' yargı sürecini dikkatle takip ediyorlar. Bu nedenle, bu 'siyasi' yargı sürecinden çıkabilecek her türlü kararı, Türk halkı, esnafımız, KOBİ'lerimiz doğrudan kendilerine yönelik bir müdahale, bir tavır olarak görecekler. ABD'nin Türkiye ile 70 yıla dayalı müttefiklik ilişkisi, ilk kez halkımızın tüm kesimlerince ciddi şekilde sorgulanıyor. ABD yetkilileri Türkiye halkı nezdinde tarihi bir sınavla karşı karşıya. ABD'li yetkililer Türk halkının Sarraf davasına bir egemenlik konusu olarak baktığını da çok net görmeli.




ABD KENDİ HUKUK SİSTEMİNDEKİ ÇELİŞKİLERİ DÜNYAYA DAYATIYOR

-ABD'de Reza Zarrab içinde bulunduğu soruşturmanın Türkiye'deki 17/25 Aralık soruşturmasının kopyası olduğu belgelerle ortaya çıktı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Bu süreç, 17-25 Aralık'ta, Türkiye sınırlı içerisinde denenmiş sahte delil ve iddialara dayalı bir iç hukuk savaşının, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderlik becerisi ve Türk halkının iradesi ile bertaraf edilmişti. Türkiye'de karşı karşıya kaldıkları yenilgiyi, başarısızlığı kabul etmeyip bir yeni hamle ile, aynı süreci, aynı sahte delil ve iddialara dayalı olarak yani tarafsız ve ilkelere dayalı hukuk sistemi içerisinde, korkarım ki evrensel hukukun tüm ilkelerini çiğneyerek, aynı süreci dış hukuk savaşına dönüştürme arayışıdır. Ülkelerin ulusal egemenliğinin göstergesi, milli bayrağı, milli parası, milli hukuk sistemidir. Eğer, ABD'nin kendi hukuk sistemini tüm dünyaya zorla dayatması anlamında bir sürecin içine girildiyse, ülkelerin milli egemenliklerine dayalı tercih ve evrensel hukuka dayalı diplomatik ilişkileri, salt ABD hukukuna dayalı bir anlayışla, bu ölçüde 'siyasallaştırılarak' sorgulanacaksa, evrensel hukuk ilkelerine yönelik küresel endişelerin hızla tırmandığına şahit olacağız. Bu durum, ABD yönetiminin uluslararası düzeyde savunduğu ilkelerle, küresel odakların takıntıları nedeniyle iyice 'siyasallaştırılan' süreçler nedeniyle, kendisinin de çelişkili hale gelmesi gibi bir sonucu gündeme getirecek.


ABD SİYASALLAŞMIŞ BİR DAVA İÇİN MÜTTEFİKİ İLE KÖPRÜLERİ ATIYOR

-ABD, 70 yıllık müttefiki ile ilişkilerini siyasileşmiş bir dava yüzünden koparma noktasına getirebilir mi?

Bakın, Türkiye, Kore Savaşı'ndan Afganistan'a, ABD'yi hiç bir zaman yalnız bırakmadı. ABD'nin terörle mücadelesine 'kanıtın' var mı diye zorluk çıkarmadı, destekledi. 15 Temmuz hain darbe girişiminin delilleri bu derece sarih ve tartışılmaz bir noktadayken, ABD'nin aynı samimiyeti ve desteği esirgemesi bir yana, Türkiye ile uzun soluklu müttefiklik ilişkilerini 'siyasileştirilmiş' bir dava üzerinden bu derece riske atması, bilinmeli ki Türk halkı tarafından hayli ciddi sorgulanıyor ve takip ediliyor.

BUNUN ADI EKONOMİK SAVAŞ!

-2012'den bu yana Türkiye'nin geleceğine yönelik birçok operasyon yapıldı. 15 Temmuz darbesi bu sürecin zirve noktasıydı. Şimdi yeni operasyonlar doğrudan ekonomi üzerinden yapılıyor diyebilir miyiz?

Küresel odakların Türkiye'ye yönelik operasyonunun başlangıcı, 20 milyar dolar düzeyinde doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekmeye başladığımız, ortalama büyümeyi yüzde 7.4'e çıkardığımız ve tüketici güveninin Cumhuriyet tarihinin en iyi noktasına geldiği 2006'ya kadar uzanmakta. O dönemden başlayarak, AK Parti hükümetlerinin, Türkiye'nin yakaladığı psikolojik üstünlüğü baltalamaya, köreltmeye kalktılar. Türkiye'nin 2023'e, 2030'a odaklanmış ekonomik ve demokratik reform sürecini paralize etmeye çalıştılar. Ellerindeki tüm sosyolojik ve psikolojik silahlarla, siyaset ve hukuk alanındaki savaşı, 15 Temmuz hainliği dahil, olabilecek en vahşi yöntemlerle yürüttüler ve her defasında yenildiler. Şimdi, ellerindeki son koz olarak, ekonomi üzerinden bir savaş yürütmeye çalışacaklar.

TÜRKİYE'NİN EKONOMİK VESAYET ZİNCİRİNİ KIRMASINI İSTEMİYORLAR

-Türkiye'ye karşı bu ekonomik savaşı biraz açar mısınız?

Türkiye, emperyalist anlayışın adeta uzantısı konumundaki bu küresel odakların cenderesinden, çemberinden, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iradesi ile 2009'da kurtuldu. Pek çok yurtiçi ve yurtdışı çevrenin zorlaması ile 2008 küresel finans krizinde IMF ile tekrar bir anlaşma imzalamayı reddettik ve iki yıl sonra bu defa IMF bizden para talep edecek konuma geldi. Türkiye'nin uluslararası ekonomik vesayetin zincirlerini kıran, IMF'e borç para veren, Avusturya ve İsviçre'yi tahtından edip, IMF İcra Direktörleri Kurulu'nda artık koltuğa oturan ülke konumuna gelmesini haz edemediler, çıldırdılar. Bu nedenle, 2012 yılından itibaren, döviz kuru ve faiz manipülasyonları ile Türkiye'ye yönelik operasyonu hızlandırdılar. Türkiye'nin diğer gelişmekte olan ekonomileri de küresel ekonomik vesayet zincirinden kurtulmaya motive etmesini, cesaretlendirmesini istemiyorlar. Bu yüzden, evrensel kurallara aykırı, ahlaki açıdan sorgulanması gereken tüm ekonomik manipülasyonları, tüm ahlak dışı operasyonları devreye aldılar. Türkiye'nin tüm saldırılara rağmen, 2017 yılında ardı ardına büyüme rekoru kırmasını, 3. çeyrekte Çin ve Hindistan'ı dahi geçecek kadar bir büyüme performansı yakalamış olmasını hazmedemiyorlar. Reel sektörümüzün üretim becerisini, reel kesimdeki güveni baltalamayı, köreltmeyi, Türkiye'nin uluslararası düzeyde şaşkınlık veren, heyecan veren 'büyüme öyküsü'nü yok etmek istiyorlar. Döviz kurları ve faiz üzerinden bizi hipnoz edip, üretim becerimizi köreltmeye çalışıyorlar. Bu süreci iyi okumamız ve kenetlenmemiz gerekiyor.

NATO TATBİKATINDA TÜRKİYE'YE SALDIRININ DİKKATLE İNCELENMESİ GEREKİR

-Son günlerde yaşadığımız süreci bu şekilde mi okumalıyız?

Evet, son çare ideolojik ve iç hukukta kaybettikleri savaşı dış hukuka taşımaya çalıştıkları, ekonomi alanını da içine kattıkları yeni ve son bir savaşa giriştiler. İşte bu nedenle, NATO tatbikatında, Türkiye'ye tarif edilemez bir küstahlık ve hadsizlik ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan üzerinden doğrudan saldırıya geçtiler. Topyekün bir düşmanlık ve saldırı ile karşı karşıyayız. Ve, halkımız bu kritik dönemdeki gerçeğin farkında. 21. Yüzyıl'da Türkiye'nin dünya ekonomisinin ilk 10 ülkesi arasında olması, dünyadaki tüm mazlumların sesi ve yüreği olması adına, bu son ideolojik ve ekonomik savaştan da galip çıkmalıyız, çıkacağız.

EKONOMİK KISKACI KIRACAK EKONOMİK İRADEMİZ VAR

-Türkiye ekonomik kıskacı kırmak için neler yapmalı?

Türkiye, büyüme hikayesini, üretim becerisini aynı başarıyla yürütmeli. Hane halkının bireysel kredileri ile kredi kartı borçlarını, esnafımızın ve KOBİ'lerimizin finansman ihtiyaçlarını yakından takip edelim. İhracatta, Orta Doğu, Körfez, Rusya, Türk Cumhuriyetler, Asya ve Latin Amerika'dan yeni ortaklarımız, işbirliğini geliştirdiğimiz ülke ve coğrafyalar var. Bu ülkeler ile kendi paralarımız cinsinden uluslararası ticareti geliştirmek Türkiye için önemli bir avantaj. Bu nedenle, yerel para cinsinden ticarette hızla yol alalım. TL cinsinden dış ticaret çok başarılı yürüyor. Arttıralım. Firmalarımızın hangi para birimi ile para kazanıyorlar ise, bu dönemde o para cinsinden kredi kullanmaya, kaynak kullanmaya özen göstermeleri çok çok önemli. Ekonomi Yönetimi ve Finansal İstikrar Komitesi'nin para ve sermaye piyasalarında yeni imkanları, yeni araçları devreye alarak, Türk iş dünyası için alternatif kaynak imkanları oluşturması çok önemli. Türkiye'ye ekonomik bir savaş açıldığını halkımızla paylaşarak, 2006'dan beri bu ekonomik savaşları her seferinde bertaraf ettiğimiz gerçeği ile, halkımızın yastık altındaki altınları ve birikimleri için seferberliği hızlandırmalıyız. Türkiye'nin kendi tasarrufları, kendi kaynakları, küresel odakların düğmeye bastığı 'ekonomik savaşı' bir kez daha kazanmamızdaki en büyük gücümüzü oluşturacak. Ekonomik kıskacı kıracak milli ekonomik irademiz var. Yeter ki devreye alalım.

RUSYA VE ÇİN İLİŞKİLERİ ÇOK ÖNEMLİ

-Küresel ekonomik-politik sistemde tarihi bir dönüşüm yaşanıyor. Emperyalizmin uzantısı küresel odaklar, yükselen Asya'dan, Türkiye'nin bu küresel dönüşümdeki konumundan ve Avrasya'ya ilham vermesinden neden rahatsızlar?

Bu çok önemli bir soru. Milli egemenliğini perçinleyen, Milli iradesini güçlendiren, bölgesine ilham vermeye başlamış olan Türkiye'nin yükselişinden haz etmeyen emperyal güçler, onların uzantısı küresel odaklar, 2006 Danıştay saldırısından itibaren, Hrant Dink cinayeti, AK Parti kapatma davası, Kobani olayları, Gezi olayları, 17-25 Aralık ve son olarak 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişimi, Türkiye ile açıktan siyasi ve hukuki bir savaşa girdiler; ellerindeki tüm sosyoloji ve psikoloji silahlarını devreye aldılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde, Türkiye'nin kurumları, sivil toplum kuruluşları ve halkı, ortaya koyduğu Milli irade ile, emperyal güçleri ve onun küresel odaklarını defalarca siyasi ve hukuki savaşta yendi. 15 Temmuz'da 3 milyon insanımız, Demokrasi nöbetlerinde 40 milyon insanımız, bu şer odaklarının sosyolojik ve psikolojik silahlarını darmadağın ettiler. Küresel odaklar, Milli egemenliğini ve Milli iradesini perçinleyen Türkiye'nin dünyanın her yerindeki mazlumları sahiplenmesinden, Güney Doğu Asya'da Arakan Müslümanlarına, Latin Amerika'dan Venezuela'ya kadar gücünün her yere ulaşmasından, Türkiye'nin bölgesel ve küresel bir aktör olarak 'oyun kurucu' etkisinden çıldırmaktalar. Bu nedenle, 'vesayet' savaşı yerine, artık doğrudan kendileri, batılı ülkelere çöreklenmiş küresel odaklarıyla birlikte, Türkiye'ye açıktan savaş açmış durumdalar. Küresel ekonomi-politik sistem 'çok kutuplu' yeni bir sürece doğru hızla ilerlerken, bu yeni dönemin önemli aktörleri olarak Rusya ve Çin'le kurduğumuz yakın diyalog ve işbirliği sürecini, bu ülkelerle birlikte küresel projeler yürütmemizi hazmedemiyorlar.

TÜRKİYE ENERJİ ULAŞIM VE LOJİSTİĞİN KAVŞAK NOKTASINDA

-Batı ekonomik kriz içerisinde iken Türkiye'nin yönünü başta Rusya olmak üzere Körfez ülkelerine ve Asya'ya çevirdiğini görüyoruz. Bu Türkiye ekonomisi için ne ifade ediyor?

Türkiye'den öteye, bizimle uzun soluklu, yeni bir bölgesel ekonomi-politik ilişki süreci kurmak isteyenler esas Asya ekonomileri ve öncü bir ülke olarak Çin. Çin'in kuşak-yol projesi için Türkiye'ye en kritik ülkelerden birisi. Rusya ve Çin önümüzdeki 'çok kutuplu' dönemin önemli aktörleri. Bu ülkelerin, Avrasya'nın 'oyun kurucu' ülkesi olarak, dünyada 10 mega proje yapılıyor ise, bunun 6'sını tek başına hayata geçiren Türkiye ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini güçlendirmeyi, derinleştirmeyi istemeleri çok doğal. Aynı durum Katar için de geçerli. Türkiye, bölge siyasetinde pivot bir ülke olarak, kendi aralarında oluşturulmaya çalışılan husumet girişimlerine karşı uyanık olunması çağrısı yapabilecek tek ülke konumunda. 2030 yılına kadar Avrasya'da 21 trilyon dolarlık ek gelir artışı olacak ve Türkiye bu ek gelirin en az 3 trilyon dolarını kendisine çekerek, 2030 yılında 1,8 ile 2 trilyon dolarlık bir ekonomi konumuna gelebilir. Türkiye, bugün coğrafyasında 190 milyar dolarlık sanayi üretimi, 400 milyar dolarlık hizmet üretimine imza atan tek ülke konumunda. Türkiye'nin 1. ve 2. kuşak komşu ülkelerinin sanayi, enerji, ulaştırma, sağlık, perakende, turizm, bankacılık ve finans gibi öncelikli alanlarda Türkiye ile işbirliği arayışı içerisinde olmaları kadar doğal ne olabilir? Türkiye, 2030'da Avrasya'nın uluslararası enerji, ulaşım ve lojistik kavşak noktası ve merkezi olacak. Bizi, dünya ekonomisinde ilk 10'a taşıyacak sacayakları bu alandaki tartışılmaz avantaj ve becerimiz olacak.

AVRUPA'NIN KENDİ DERDİ ÇOK DERİNLERDE

-AB ekonomisi nereye gidiyor. İngiltere'nin AB'den tamamen çıkması birliğin geleceğini nasıl etkiler?

AB ülkelerinde son dönemde bir ekonomik toparlanma olsa da, Avrupa'nın dertleri ekonomideki kısmı toparlanmadan daha derin. Katalonya, İskoçya, Bavyera, Korsika, Lombardiya gibi, İspanya'dan, Britanya'dan, Almanya'dan, İtalya'dan başlayacak bir mikro milliyetçilik hareketi eğer önlenemez ise, 100 devlete doğru giden bir Avrupa gerçeği var. Bunun yanı sıra, Avrupa yapay zeka, bulut sistemleri, büyük veri gibi küresel alanda büyük sıçramalar gösteren bilişim teknolojilerinde de geri kalmış durumda. İngiltere, bu gerçeklerin ışığı altında, Avrupa Birliği projesi ile gelecekteki fırsatları kaçırdığını hissederek, Brexit dedi. Avrupa Birliği hantallaşmış mevzuatı ile, Brüksel'den yönetilme noktasında bir tıkanma yaşıyor. Türkiye'nin de AB mevzuatı ve regülasyonlarındaki bu sıkışmayı iyi görüp, kayıtsız şartsız AB mevzuatını yakınlaşmak yerine, Latin Amerika ve Asya'daki başarıları da, bilhassa Asya'nın bilişim teknolojilerindeki başarısını iyi takip etmesi gerekiyor. Türkiye'nin AB ile yürüttüğü tam üyelik müzakere süreci için, bir samimiyet tazelenmesine ihtiyaç var. Bu da Türkiye ile AB arasında gümrük birliği anlaşmasının yenilenmesinden geçiyor. Türkiye'nin gümrük birliği anlaşmasına daha iyi bir noktaya taşıması gerekmekte.

YERLİ EKONOMİK AKTÖRLER NEGATİF YAKLAŞIMDAN KURTULMALI

-Türkiye için büyüme rakamlarında beklentileri yukarı yönle revize edilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Uluslararası finans kurumları ve uluslararası ekonomik kuruluşların son dönemde ülkeler için yaptıkları makro ekonomik projeksiyon ve tahminler tel tel dökülüyor. Son dönemde, en büyük mahcubiyeti Türkiye'nin makro verilerinin tahmininde yaşıyorlar. 2017'de yüzde 1-2 büyürüz diye iddia ediyorlar, bizler yüksek perdeden itiraz etmemize rağmen. Sonra, utanmadan 3 kez revize ediyorlar. Büyüme, kamu mali disiplini, üretim, kapasite kullanımı, cari denge, pek çok veride ısrarla daha kötümser öngörüler yapıp, her seferinde Türkiye'nin utandırması, vazgeçmeleri gereken bir tutum. Ama, acıdır ki, aynı tutumu 2018 için de tekrarlayacaklar. Yerli ekonomi aktörlerimizin, iş dünyamızın artık bu tür olumsuz öngörülere, projeksiyonlara prim vermemesi gerekir.

FAİZ İNDİRİMİ KONUSUNDA CUMHURBAŞKANI'NIN ÇAĞRILARI ÖNEMLİ

-Faiz indirimi konusu geçtiğimiz yılların en önemli ekonomik tartışmalarının başında geliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da düşük faiz konusunu sık sık gündeme getirdiğini biliyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'ye döviz kuru-faiz sarmalından örülmeye çalışılan tuzak, faiz lobisi, bizim tabirimizle kreditokrasinin bir operasyonu. Döviz kurları üzerinden yürütülen manipülasyonla, Türkiye'yi geçmişte olduğu gibi 'düşük kur-yüksek faiz' girdabına sokmaya çalışıyorlar. Yüksek faiz, reel sektörün finansman maliyetlerini arttırarak, maliyet enflasyonunu tırmandırır. Firmaları malına zam yapmaya zorlar ve tüketiciye de enflasyon olarak yansır. Reel sektörümüzü maliyet enflasyonu sarmalından kurtarmak için, finansman maliyetlerini, yani kredi faiz oranlarını düşürmemiz gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettikleri, 'yüksek faiz enflasyonu doğuruyor' tespiti budur. Cumhurbaşkanımız, Türkiye'nin finans kurumlarını reel sektörün iş ve yatırım maliyetlerini azaltacak bir adıma davet ediyor. Küresel odakların 'ekonomi' üzerinden yürütmeye çalıştıkları savaş denemesini bertaraf etmek, ekonomi alanında da birlik-beraberliği güçlendirmek, safları sıklaştırmaktır. Milli iradeye dayalı bir ekonomik seferberlik süreci yönetiyoruz ve Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrılarına yönelik her adım, içine düşürülmeye çalışıldığımız girdaptan uzaklaşmamız anlamına gelecek.

DÖVİZ KURLARI ÜZERİNDEN OPERASYON ÇEKİLİYOR

-Döviz kurları üzerindeki dalgalanmalar son dönemde ciddi tartışma konusu oldu. Siz Türkiye ekonomisini de yakından ilgilendiren bu dalgalanmaları neye bağlıyorsunuz?

Tüketici güveni ve reel sektör güvenine yönelik doğrudan bir saldırı söz konusu. Halkımızı ve firmalarımızı paniğe sokup, onlara döviz aldırtıp, döviz talebini şişirip, Türkiye'yi bir kur sarmalının içine sokmaya çalışıyorlar. Türk halkı ne yapıldığının farkında, 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası, Türk halkı 14.5 milyar dolar döviz mevduatı bozdurarak, son 1.5 ay içerisinde yine 11.5 milyar dolar döviz mevduatı bozdurarak, küresel odakların ne yapmak istediğinin farkında olduğunu ve Milli iradesini ekonomide de göstermeyi kararlı olduğunu kanıtladı. Bu süreçte, kendi aleyhlerine karşı açılmış skandal boyuttaki finansal işlem sahtekarlıkları ve manipülasyon davalarından milyar dolarlık cezalar alan uluslararası bankaların Londra ve New York piyasalarından yürüttükleri operasyonları da unutmayalım. Geçtiğimiz ocak ayından bu yana Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve Türk Hazinesi bu manipülatif operasyonlara yönelik proaktif tedbirleri hayata geçirip, Türk bankacılığının, finans kurumlarının Londra piyasasındaki bu ahlak yoksunu yapıların oyuncağı olmasını önleyen adımlar attılar ve bu sayede, geçtiğimiz ocak ayında bir ara 3,94 TL'yi gören dolar kuru, geçtiğimiz eylül ayında 3,40 TL'nin dahi altına gerilemişti. Şimdi, ABD'deki 'siyasallaştırılmış' Zarraf' davasına yönelik manipületif dedikodu ve iddiaları küresel piyasalar üzerinden yatırımcılara sürekli pompalayarak, Türkiye'ye yönelik yatırımcı ilgisini öldürmeye çalışıyorlar. Türkiye'nin kurumları yine proaktif yeni tedbirleri, vadeli kur uygulaması ile, Türk iş dünyasının elini rahatlatacak yeni tedbirleri hayata geçiriyor. Küresel odakların Türkiye'yi yeniden 'yüksek faiz tuzağı'na düşürmesine izin vermemeliyiz. Yüksek faiz getirisi ile elde ettikleri 'ekmek kadayıfı'nı, ardından döviz kurlarını düşürerek, karlarına kar kattıkları bir kurla üstüne 'kaymak' koyup yurt dışına çıkarıyorlar. Bu tuzağı yemeyelim.

ENERJİ ATILIMLARININ MEYVESİNİ TOPLAMAYA BAŞLADIK

-Türkiye enerji konusunda dev projelere imza atıyor. Türk akımı, TANAP, YEKA vs…Bu açılım Türkiye ekonomisini nasıl etkiler?

Türkiye'nin yıllık enerji ithalatı faturasının cari açığımız üzerindeki etkisinin farkındayız. Bu nedenle, Berat Albayrak'ın Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı olması sonrasında ciddi bir hızlanma gösteren yerli ve milli kaynaklara dayalı enerji üretiminin yanı sıra, bölgemizdeki 1. ve 2. kuşak ülkelerin enerji imkanlarının dünyaya ulaştırılmasında, Türkiye'nin güvenilir kavşak noktası olması, Türkiye'yi 10 yıl içerisinde enerji ithalatı faturasına üçte bire düşüreceği, turizm gelirlerindeki sıçrama ile birlikte, cari açığının milli gelire oranını yüzde 4-5 bandından, yüzde 1-2 bandına getirecek bir performansı işaret ediyor. Rüzgar ve güneş enerjisinde, YEKA projeleri ile, yerli ve milli kaynaklarla enerji üretimindeki tarihi adımların yanı sıra, Türkiye'nin kısa süre içerisinde rüzgar ve güneş enerjisi teknolojisi ve ekipmanları üreten, geliştiren ve ihraç eden bir ülke konumuna gelmesi, Türkiye Ekonomisi'nin gücüne güç katacaktır.

-Enerjide yerlileştirme hamlesinde önemli adımlar atıldı. Bunların meyvesini ne zaman almaya başlarız?

Türkiye'ye 2019'dan itibaren peyder pey alacağı sonuçlarla, 2023'de bölgesinin en güçlü enerji oyuncularından birisi olacak. Bu noktada, bilhassa uluslararası düzeyde enerji ihtisas bölgeleri ve enerji rafineleri konusunda atacağımız adımlar, Türkiye'nin petro-kimya alanında kendi kendine yeten bir ekonomi olmaya hızla ilerlemesi, ihracatımızın da katlanması anlamına gelecek. Türkiye'nin enerji alanında yerli ve milli kaynakları devreye almasıyla, enerji dışa bağımlılığımız hızla azaltacağız. Bilhassa, Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz kıyılarımız ile KKTC arasındaki alanda, denizlerimizde kritik önemde enerji yatakları ve rezervler var. Türkiye'nin denizde arama ve çıkarma faaliyetlerini, sondaj faaliyetlerini kendi milli imkanları ile gerçekleştirmesi stratejik bir adım ve Enerji Bakanlığı tarihindeki bu en önemli adımları madenciliğe de taşıyacak ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez uydu ve yer taramaları ile, tüm yer altı zenginliklerimizin en detaylı bilgilerine ulaşmış olacağız. Türkiye'nin kendi yer altı ve yer üstü zenginliklerine hakim olması, bizi uluslararası ekonomi-politik alanda daha da güçlü bir ekonomi konumuna getirecek.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.