Ölümsüz Türk klasikleriyle yeni
Kapı Yayınları, erken dönem Türk klasik romanlarını Ölümsüz Klasikler başlığı altında yayımlamaya başladı. Serinin ilk kitapları Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, İntibah, Zehra ve Araba Sevdası. İREM AKINCI değerlendirdi
GERÇEK BİR OLAYDAN ESİNLENDİ
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, gerçek bir olaydan esinlenerek kaleme alınır ve kadınların kamusal alanda henüz yeni yeni görünür oldukları bir dönemde evlilik konusunda fikirlerinin alınmamasını, kadın-erkeğin kamusal alanı birlikte paylaşmayıp, birbirlerini tanıma imkanından yoksun bırakıldıklarında ne tarz felaketlerle karşılaşabileceklerini anlatır. Yaşam biçimini, özellikle de kadına yaklaşımı modernize etmek, görücü usulüyle evlenmeyi, kızları okutmayarak eve kapatmayı eleştirmek adına yazılan roman estetik açıdan da gerçekçi olma peşindedir. Okur kitlesinin yaratılması okura anlayacağı düzeyde hikâye sunmayı gerektirir ve bu yüzden dil meselesi Tanzimat yazarlarının önceliği olmuştur. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat'ta bunun tam anlamıyla gerçekleştirilmeye çalışıldığını görürüz. Karakterlerin konuşmaları günlük hayattan alınmış, anlatıcının devreye girdiği kısımlar bile dönemine göre oldukça sade bir biçimde yazılmış, dönemin meseleleri geleneksel hikâyelerdeki gibi tesadüflerle, entrikalarla örülü kavuşmanın mümkün olmadığı bir aşk hikâyesi kisvesi altında anlatılmıştır. Kadın, evlilik, deneyimsiz genç erkek meseleleri bir başka romanda, bambaşka bir biçimde karşımıza çıkar. Modern Türk edebiyatının kurucularından kabul edilen Namık Kemal'in İntibah adlı romanı kendisine hiç de uygun olmayan, iffetsiz ve kötü bir kadına kapılarak kendi ve çevresindekilerin hayatını mahveden Ali Bey'in macerasını ve sonunda değişimini anlatır. Romanın eleştirmenler tarafından en çok dikkat çekilen özelliği Namık Kemal'in kendi yarattığı kişileri anlamaya çalışmaması, onlara son derece taraflı yaklaşması ve özellikle de aslında romanın en kanlı canlı kişisi, diğer karakterlere göre daha boyutlu olan Mehpeyker'in duygularını, davranışlarının ardındaki nedenleri görmezden gelerek onu acımasızca yargılaması, kötülemesidir. Yazar, kadınları ikiye ayırarak bir kısmını 'yoldan çıkarıcı' tehlike olarak görmektedir ve çağının genç erkeklerini onlara karşı uyarmayı kendine görev edinir. Namık Kemal'in duyumsadığı gerçek budur ve bu uğurda eserini tarafsız bir anlatıcıya teslim etmektense yol gösterici müdahil bir anlatıcıya teslim etmeyi yeğler.
İNSAN DOĞASININ İNCELENMESİ
Eserinin önsözünde Namık Kemal, okuru ıslah etmek ve eğlendirmek için, eskilerin yaptığı gibi yerli yersiz, akla ağza ne gelirse söyleme yönteminin terk edilmesi gerektiğinin altını çizer. Yazara göre romancı, insan doğasını incelemeye çalışmalıdır. Bu anlayışla kaleme aldığı anlatısında Namık Kemal gerçekten de insan doğasının yönlendirmesi, meselesini
İntibah'ın temel dayanağı tiği acıdan, kaybetmeyi kabullenemediğinden her şeyi göze alabilecek bir kadın olduğunu anlar, neden kötüleştiğini kavrarız. Ali Bey ve Mehpeyker dışında başta melek yaratılışlı, fedakâr ve her koşulda sevdiğine sadık Dilâşub olmak üzere diğer karakterler de fiziksel ve ruhsal özellikleriyle, ayrıntılı bir biçimde okura tanıtılmış, psikolojik tasvirlerle roman Taaşşuk- ı Talat ve Fitnat örneğinden sonra Türk romanına yeni katmanlar eklemiştir. Tıpkı Taaşşuk- ı Talat ve Fitnat'ta olduğu gibi İstanbul, İntibah'ta da kendine geniş bir yer bulur. Zehra, İntibah'ın açtığı yolu bir parça daha genişleterek, başlı başına bir psikolojik durumu, kıskançlığı konu edinir. Nabizade Nazım'ın anlatı karakterleri, fizyolojileri ile birlikte çevresel koşulların etkisiyle şekillenen kaçınılmaz davranışlar sergilerler. Kıskanç yaratılışlı Zehra, âşık mizaçlı Suphi hep bu özelliklerinin neticesi olan durumlara sürüklenirler. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat ve İntibah'ta olduğu gibi İstanbul ve yerel yaşam, özellikle ev içi yaşayış bu romanda da kendini gösterir, hatta bu kez İstanbul ve İstanbul'da yaşam çok daha canlı ve ayrıntılarla bezelidir. Recaizade Mahmut Ekrem de bir başka İstanbul hikayesini konu edinen Araba Sevdası'nın "Erbab-ı Mütalâya," diyerek başladığı önsözünde romanın temel özelliğinin gerçekçi olmak olduğunu söyler ve romanı insanların başından geçen olayların ve durumların ibret dersi veren birer aynası olarak tanımlar. Araba Sevdası, bu anlayış sonucu kaleme alınmıştır.
ALAFRANGA BİHRUZ
Roman, alafranga genç Bihruz Bey'in trajikomik hikayesini anlatır. Bihruz Bey iyi bir eğitimi olmamasına rağmen kendini pek çok konuda yeterli gören, kibirli, şımarık, bencil, çevresindekileri küçümseyen, kendi gerçekliğinin içinde yaşayan, modalara kapılıp giden, kendine ait bir dili bile olmayan yitik bir gençtir. Ancak bu genci anlatırken Recaizade Mahmut Ekrem'in anlatıcısı, Namık Kemal'in anlatıcısı gibi yargılayıcı olmaz; Bihruz Bey'i öyle durum ve olaylar içinde bırakır ki okur, Bihruz'un kurguladığı tuhaf dünyayı zaten kendiliğinden fark eder. Anlatıcı Bihruz'u okura gösterir, romanda Bihruz'u kendi diliyle
EN SON HABERLER
- 1 Kime, hangi kitap hediye edilmeli?
- 2 İlber Hoca’nın kitaplarıyla tarihte yolculuk...
- 3 Cem Sultan’ın öyküsüne farklı bakış
- 4 Açık havada kitap okuma vakti geldi
- 5 İnsan en çok kendine yalan söyler
- 6 Hangi irade terbiyesi?
- 7 Birkaç kişisel keşif yolculuğu
- 8 Oruç mevsimine hoş geldiniz çocuklar
- 9 Anadilin yitirilmesi kişiliğin yıkılmasıdır
- 10 Rüyalardan Cem Sultan devrine açılan kapı