Cuma 16.11.2012

Sonbaharda öykü bereketi...

Öykü mevsimidir sonbahar. Hayatın önüne katıp sürüklediği insanlara dair eserlerin tadı, en çok bu mevsimde çıkar. Madem öyle, biz de İstanbul Kitap Fuarı öncesi öykü kitaplarına genel bir bakış atalım. TURGUT BARAN inceledi

Öykü dosyamıza Şule Gürbüz'ün Coşkuyla Ölmek'iyle başlıyoruz. Gürbüz'ün bundan kısa bir süre önce yayınlanan Zamanın Farkında adlı öykü kitabına dair şöyle yazmıştık: "Bazı öyküler, onların yazarlarının yaşam öykülerini bilince daha da anlamlanır. Zamanın Farkında'nın yazarı Şule Gürbüz de bu tür yazarlardan... Yaşamıyla bir öykü kahramanı olmayı çoktan hak ediyor. Gürbüz'ün adını pek çok edebiyatsever, 1992'de çıkan Kambur adlı ilk romanıyla hatırlayacaktır. Bu küçük ama pek çoklarına göre dev kitap, okurlarını büyülemiş ancak Gürbüz, Kambur'un ardından yayımlanan bir oyun ve şiir kitabının ardından kayıplara karışmıştı. İstanbul Üniversitesi'nde sanat tarihinin ardından Cambridge Üniversitesi'nde felsefe eğitimi alan Gürbüz, yazmadığı zamanlarda ise öykülere konu olacak bir işle uğraşıyor. O, Dolmabahçe Sarayı'nın tek saat ustası. Atölyesinde birbirinden değerli antika saatlere yeniden hayat veriyor. Gürbüz'ün eserlerini ve özellikle de Kambur'u okuyanlar, Gürbüz'ün kahramanlarının hayata karşı öfke ve acı yüklü sesleriyle anlattıkları traji-komik öykülerini bilirler. Yazarın kendine özgü aynı kara mizah tarzı Coşkuyla Ölmek'te de sürüyor. Kitapta dört öykü var. Görünürde yalnızca ikinci ve üçüncü öykünün arasında doğrudan bir bağ varken, toplamdaki dört öykünün hepsinde de ortak bir ruh olduğunu seziyorsunuz.

DOĞUŞTAN UYUMSUZLARIN ÖYKÜSÜ

Gürbüz, Ruhuna Fatiha adlı ilk öyküsünde evini boyatmakta olan bir adamın, boya işi sürerken kendini attığı sokaklarda, bir türlü işi bitiremeyen boyacılarla evinde yaşadıklarını mizahi tonu yüksek bir biçimde anlatırken, kesintisiz bir bilinç akışıyla soluksuzca türlü konular arasında mekik dokuyor. Gözlemlemenin ağır bastığı bu öyküde 'saf' ve 'inançlı' bir adamın sıradan hayatından parçalar anlatılırken kahramanın kuruntu yüklü dili, sözde 'açıkgözlüğüyle' birleşince ortaya mizah yönü güçlü bir anlatım çıkıyor. İkinci öykü Akılsız Adam ise unutulmayacak bir karakterle tanıştırıyor bizi. Düpedüz huysuz bir adamdır bu. Hayatta hiçbir şeyden, hiç kimseden hazzetmez ve onları küçümser. Neredeyse doğuştan hayata karşı uyumsuzdur. Yalnızca oğlu Sadullah Efendi'yi kendince sever, daha doğrusu kendi istediği gibi eğitmeye çalışır. Ancak Sadullah babasını büyük bir hayal kırıklığına uğratacaktır çünkü hayatta en çok 'uyumlu' olmak isteyen çocuk, 'normalliğiyle' üzdüğü babasından kaçıp Paris'e yerleşecektir. Öykünün başında itici olduğunu düşündüğümüz 'akılsız adam'ı giderek ilginç bulmaya başlarız biz de. Onda ilk bakışta fark edilmeyen farklı bir hayat duruşu ve derinlik vardır. "Hayat beni önüne katıp sürüklemesin diye sürüklediklerine bakıp onlardan ayrı bir baş tutmak istedim," diyen adam, diğerlerinden farklı olarak hayatı daha 'derin' yaşamaktadır aslında. "Tüm mesele kolaylıkta mıydı? Kolay geçen bir hayatta kolay sorular mı sorulmuştu?" diye sorar. Hayatı daha 'gölgeli' yaşamayı, eski İstanbul semtlerinde dolaşmayı seven bu adamın düpedüz melankoliden muzdarip olduğunu ve 'zaman'la ilgili derdi olduğunu sezeriz.

COŞKUYLA YAŞAMAK MI, COŞKUYLA ÖLMEK Mİ?
Üçüncü öykü Akılsız Adamın Oğlu Sadullah, olayları bu kez oğlun bakış açısıyla görmemizi sağlar. Sadullah hayatı boyunca 'uyumlu' olmak için çabalamış ve babasından kaçarak Paris'e yerleşmiştir. Ama onun uyumsuzluğu da asıl orada başlamıştır. Sadullah da giderek babasıyla aynı dertten muzdarip olduğunu fark eder. Fransız karısından kaçarak geldiği İstanbul'da, babasından kalan anılar arasında 'melankoli'yi aramaya başlar. 'Zaman' onun da başına beladır. Dördüncü öykü olan Rüya İmiş ise bize tüm hayatını adeta bir 'gölge' gibi yaşamış 'derinleşememiş' ancak işin asıl kötü yanı bu durumun da farkında olan, tüm hayatı boyunca bunun trajedisini yaşayan orta yaşlı bir adamın öyküsünü anlatır. Hayatı 'öyle olması gerektiği' için öyle yaşar. Belki daha 'uygun'u olmaz diye 'uygun' görülen bir kadınla evlenir örneğin. Hayatını tekdüze bir ritmle yaşayıp durur. Hayatı hep değişecek diye bekleyip, değişmediğini görmesiyle geçer. Hayatı "Neyse rüyaymış!" diye uyanıp, kaldığı yerden yeniden uyumaya devam ettiği bir rüya gibi yaşar. Daha doğrusu coşkuyla yaşamak yerine coşkuyla 'ölmeyi' seçer bir anlamda. Zaten bu kitabın tüm karakterleri de büyük bir uyumsuzlukla sıkıştıklarını hissettikleri 'zamanlarını' aynı şekilde büyük bir coşkuyla ancak yaşamın coşkusundan çok ölümün hiçliğiyle yaşarlar.
CAZ ÇAĞI'NIN RENKLİ HAYATLARI
Everest Yayınları, F. Scott Fitzgerald'ın bütün eserlerini yayımlamayı sürdürüyor. Muhteşem Gatsby romanıyla bilinen yazarın ilk romanıyla aynı yıl yayımlanan Uçarı Kızlar ve Filozoflar'da, sekiz öykü yer alıyor. Fitzgerald'ın kendi tabiriyle Caz Çağı'nda geçen öykülerin kahramanları gençler. Konular da aşk, flört, evlilik, çılgın yaşantılar çevresinde dönüp dolaşıyor. Kızlar güzel, erkekler yakışıklı, varlıklı, hayatları renkli, eğlenceli... Ama daha yakından baktığınızda kafalarında Fitzgerald'ın kendi kaygılarının uzun gölgelerini görebiliyorsunuz. Fitzgerald 1915 ile 1921 yılları arasında yazdığı öyküleri kendisi iki ciltte toplamış; Uçarı Kızlar ve Filozoflar ile Caz Çağı Öyküleri... Hepsi bir arada okununca onun hiç de sıradan okura yazmadığı, yüksek bir toplumsal ve tarihsel bilince sahip olduğu açıkça görülüyor. Ama bu öykülerin en güzel yanlarından biri de yazarın argosuyla, yerel söyleyiş tarzlarıyla, hızlı bir ritme sahip, canlı, gündelik bir dil kullanmış olması...
ALİCE MUNRO'YU ATLAMAYIN!
Alice Munro'nun Çocuklar Kalıyor'u geçtiğimiz aylarda yayınlandı. Ancak günümüzün en büyük edebiyat ustaları arasında gösterilen Munro'nun bu en güzel seçkisini de atlamak istemedik. Bakın New York Times seçkiyle ilgili neler söylemiş: "Alice Munro, belki de bugüne kadarki en cesur öykülerinde, aşk çılgınlıklarını, toplumun kibar dış görünüşünün altında yatan gerilimleri ve aldatmacaları, insan yüreğinin tuhaf, çoğu kez de gülünç arzularını ortaya koyuyor. Çocuklar Kalıyor'daki sekiz öykü, taşra yaşamının kuşkulu konulardaki suskunluk ve ağzı sıkı olma geleneğini irdeleyerek gizli ilişkileri ve en yalnız bireyleri bile bağlayacak biçimde paylaşılan suçları gün ışığına çıkarıyor. Kimi zaman yalanların toplumun huzuru için kaçınılmaz olduğunu da örnekliyor. Kitap, cesur anlatımıyla Munro'nun büyük bir yazar olduğunu bir kez daha kanıtlıyor."

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.