Giriş Tarihi: 22.12.2012

Acıyı seyretmenin ahlakı

1839'da kameranın icat edilişinden bu yana fotoğraf sanatının sürekli ölümü de kaydettiğini ifade eden Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak'ta savaş fotoğrafçılığının farklı yüzlerini gözler önüne seriyor

Fotoğraf denince aklınıza ne gelir? Ben hemen çocukluğumun birkaç siyah-beyaz muzip karesini, bakmalara doyamadığım ikimi sanatçıların ifadeli portrelerini hatırlarım. Masamın bir kenarında mutlaka başımı kaldırıp bakacağım birkaç 'vazgeçilmez' olarak dururlar. Bir de hiç fotoğrafı çekilmemiş gizli anların bellekte kayıtlı kareleri vardır, onlar da gelir gözümün önüne. Peki ya baktığımız ölümse, zulümse, işkenceyse, kan, vahşet, tecavüzse. O zaman ne ederiz? Eleştirmen ve felsefeci Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak kitabında tam da bu soruyu yöneltiyor bize. Konuyla ilgili Uluslararası Af Örgütü Konferansı'nda verdiği konferans dizisini geliştiren Sontag, savaş fotoğrafçılığının tarihçesinde gezinirken, bizi kimi zaman suç ortağı kimi zaman dikizci konumuna iten bu fotoğrafların modern zamanda farklılaşan işlevlerini de sorgulamış. "Fotoğraflar, ayrıcalıklı kesimlerin ve hayatlarını emniyet altına almış olanların görmezlikten gelmeyi tercih edebileceği konuları 'gerçek' kılmanın bir vasıtasıdır," derken Sontag, esas olarak trajediye güvenlikli, uzak mesafelerden bakmanın gerek toplumsal gerek bireysel açılımlarını kendisini mesele ediyor.
Seçmece gündemin anlamı
Ülkesi ABD'nin önde gelen muhaliflerinden Susan Sontag, insanın insan eliyle birbirine yaşattığı acıların kayıt tutucusu fotoğrafçılığı geçmişten günümüze ele alırken hangi acıların nerede ne bağlamda hatırlanmaya değer bulunduğu meselesini de siyasi erkin göstergesi olarak kıyasıya sorguluyor. Ağırlıklı olarak sömürgeleştirilmiş topraklarda, Asya ve Afrika'nın uzak diyarlarında cereyan eden felaketlere yoğunlaşan fotoğraflarla bir anlamda Avrupa'nın II. Dünya Savaşı sonrası artık kendi topraklarında vahşet yaşanmadığı kanısını uyandıracak biçimde bir hava oluşturduğunu anımsatan Sontag, bu bakış açısıyla Bosna'daki trajedinin de Balkanların zaten hiçbir zaman gerçek anlamda Avrupa'nın parçası sayılmayacağı imasını içerdiğini ifade ediyor. Washington'daki hafıza müzelerine de eğilen Sontag, bir halkın yaşadığı kırımın kayıtlarının esasen onun hayatta kalma mucizesini de vurguladığını ve bu anlamda çok önemli olduğunu belirttikten sonra kendi ülkesinin müdahaleci dış politikası ve sansürcü iç politikasının ifşa ettiği iki yüzlülüğü paylaşıyo bizlerle: "Holokaust Anı Müzesi ve gelecekte kurulacak bir Ermeni Soykırımı Müzesi, Amerika'nın kendisinde yaşanmayan olaylarla ilgili olduğundan, hafızanın yetkililere karşı sert bir iç huzursuzluk uyandırması riski de yoktur. Oysa Amerika Birleşik Devletleri'ne Afrikalı kölelerin getirilmesi gibi büyük bir suç oluşturan bir tarihsel gerçeği kayda geçirecek bir müzenin kurulması de demek, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kötülüğün kaynağının burada yattığını da kabul etmek anlamına gelecektir." 1839'da kameranın icat edilişinden bu yana fotoğraf sanatının sürekli ölümü de kaydettiğini ifade eden Susan Sontag, savaş fotoğrafçılığını dünya savaşının cephe fotoğraflarından, İspanya iç savaşına, Kızıl Kmerlerin Kamboçya'daki toplu katliamından, Vietnam'da yaşanan vahşete kadar pek çok örnekte sınamış. Bu anlamda Sontag'ın fotoğrafın gerek objektif, gerekse çeken kişinin ve hatta yayıncının bakış açısını yansıtan sübjektif boyutlarına yaptığı vurgu dikkat çekici. Günümüzde sürekli sosyal medya ve TV'lerde görüntü ve haber sağanağı altındayken kayıtsız kalmadan acıya eşlik edebilmenin zorluğunu aktaran Sontag, öte yandan başkasının acısıyla bağ kurulurken bu eylemin kısa sürede sıra savma ve hatta acıları kategorileştirme gibi noktalara kayabileceğini de incelikle anımsatıyor hepimize. Sonuçta mesele sadece bakmak değil, o gördüğünle ne edeceğin noktasına gelip dayanıyor. Yoksa baktığın acıyı da tüketilecek bir malzemeye indirgemen ve bir kez de senin öldürmen işten bile değil.
EDEBİYAT ÖZGÜRLÜKTÜR
Türkçe kitabın okurlarına özel bir de hediyesi var. Kitabın sonuna, yazarın Alman Yayıncılar Birliği'nin 2003'te kendisine verdiği Frankfurt Barış Ödülü vesilesiyle yaptığı konuşmanın metni de eklenmiş. Siyasetin kutuplaştırıcı anlayışına inat edebiyatın birleştirici yönüne vurgu yapan konuşmasında Polonya ve Litvanya Yahudisi bir ailenin kızı olarak doğduğu ABD'de Almanya ile ilk hesaplaşmalarını ve Alman edebiyatının en ünlü eserlerinin kendisini nasıl çarptığını anlatıyor. Yıllar sonra kendi eserlerinin Almanca çevirisi için tanıştıkları Fritz Arnold ile II. Dünya Savaşı dönemini paylaşan dostluklarını da aktaran Sontag, aynı dönemlerde Arnold, Arizona'da asker olarak esir kampında kendisi de büyümeyi bekleyen bir okul çocuğuyken sürekli kitap okuduklarını anlatıyor. Bu noktada yaptığı tespitle de aslında yegane çıkış noktasını, biricik umudu göstermiş oluyor: "Edebiyat özgürlüktür. Özellikle de birer değer olarak okumanın ve içedönüklüğün ayaklar altına alındığı bir çağda edebiyat, özgürlüğün ta kendisidir." Sontag'ın kitabını okurken, bahsettiği fotoğraflara bakmak isteyecek, göndermede bulunduğu kitapları okuma arzusu duyacaksınız. Çünkü Sontag vicdanımızla aramızdaki bir aracı. İçime tutulan bir büyüteç. Bir kez onunla tanışınca, eski kayıtsız günlere dönmek mümkün değil. İyi ki de öyle. Onca zulme rağmen dünya ancak onun gibilerle daha insani olabiliyor. Ve ancak o zaman belki, fotoğraflardan başımızı kaldırıp birbirimizin gözlerine bakabiliyoruz. Acıda buluşarak ve bir kez de birbirimiz için ağlayarak...
BAŞKALARININ ACISINA BAKMAK
Susan Sontag Çeviren: Osman Akınhay Agora Kitaplığı Deneme 151 s., 17 TL

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.