Cumartesi 23.03.2013
Son Güncelleme: Cuma 22.03.2013

Kürk Mantolu Hermine

Sabahattin Ali'nin romanı Kürk Mantolu Madonna, 70 yıldır çok satan kitaplar listelerinde yer alıyor ve her kuşağı kendine hayran bırakıyor. ALAIN MATALON, Ali'nin romanını Hermann Hesse'nin Bozkırkurdu'yla karşılaştırarak inceledi

"Kişiliğiniz, içine kapatıldığınız bir hapishanedir."
"Tasarlanamayacak kadar güzel ve yeni bir şeydi bu, uzun zamandır hiçbir şeyi beklememiş, hiçbir şeye sevinmemiş benim için, ben ayağı suya ermiş kişi için. Bütün gün tedirgin ve endişeli sağa sola koşarak vakit öldürmek, akşamki buluşmayı, akşam aramızda geçecek konuşmaları ve bu geceden çıkacak sonuçları önceden tasarlamak, tıraş olmak ve sırtıma yeni bir gömlek geçirip boynuma yeni bir boyunbağı takmak, büyük bir özenle giyinmek, ayakkabıların bağlarını yenileriyle değiştirmek harikuladeydi doğrusu. Bu akıllı ve gizemli kız kim olursa olsun, aramızdaki ilişki nasıl kurulmuş bulunursa bulunsun, fark etmezdi; böyle bir kız vardı nihayet, bir mucize gerçekleşmiş, karşıma yeniden bir insan çıkmış, yaşama yeniden ilgi duymaya başlamıştım! Önemli olan bunun sürmesiydi, bu çekici güce kendimi teslim etmem, bu parlayan yıldızın peşine takılmamdı." - Hermann Hesse, Bozkırkurdu

***

Yalnızlık, yaşadığı topluma yabancılaşma, burjuva değerlerine duyulan küçümseme, ölüme karşı kayıtsızlık... Bu temalar Türk edebiyatının en özgün romanlarından (ya da yazarın kendi tabiri ile 'uzun hikaye'lerinden) biri olan Kürk Mantolu Madonna hakkında belki de ilk akla gelecek olan başlıklar olmayabilir. Zira roman, elbette -en azından konusal özünde- romantik ve hüzünlü bir aşk hikayesi. Hem de içinde son sayfalarına kadar açıklanmayan büyük bir sır, gurbet, özlem, yanlış anlaşılmalar, zamanında yerine ulaşamayan mektuplar, ayrılıklar, ölümcül hastalıklar gibi klişe unsurları bol bol barındıran aşk hikayelerinden biri. Kitabın ilk basımının üzerinden 70 sene geçtikten sonra bile kendisine her yeni nesilden geniş bir okuyucu kitlesi edinmeye devam edebilmesinde de, hikayesinin edebiyat tarihinin en gözde konularından birini (mutsuz bir aşk hikayesi) işlemiş olması kadar, basit, içten ve adeta naif bir dilde yazılmış olmasının payı hiç kuşkusuz çok büyük olsa gerek. Fakat Kürk Mantolu Madonna'nın asıl edebi değeri, hatta önemi, hikayesinin barındırdığı modern evrensel kavramlardan ve kurgusundan kaynaklanıyor. Hatta, kitabın mesajının (ve kurgusunun) modernist edebiyatın en önde gelen eserlerinden biri olan Bozkırkurdu (Hermann Hesse) ile olan yakınlığı oldukça ilgi çekici.
MÜLAYİM RAİF EFENDİ
Sabahattin Ali, kitabını iki bölüm olarak kurgulamış. İlk bölümde kitabın ana kahramanı olan Raif Efendi'yi isimsiz bir iş arkadaşının ağzından dinliyoruz. İşsiz olduğu bir dönemde rastlantı eseri eski bir arkadaşıyla karşılaşan anlatıcı, arkadaşının şirketinde işe giriyor ve orada Almanca tercümanlık yapan Raif Efendi adındaki memur ile aynı odada çalışmaya başlıyor. Bu bölümde kitabın kahramanının dışarıdan göründüğü kadarıyla bitirilmiş son portresini tanıyoruz önce: Sessiz, sakin, işyerinde ne patron ne de sekreterler tarafından saygı görmeyen, kendi halinde, içine kapanık, uğradığı haksızlıklar karşısında sesini çıkartmayan, mülayim bir insanı adeta dışarıdan seyretmeye başlıyoruz. Raif Efendi, anlatıcının sözleri ile: "...pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biri". Ya da: "...karşımdaki masada canlı olduğundan şüphe ettirecek kadar hareketsiz oturan, tercüme yapan veya çekmecesinin gözündeki 'Almanca romanını' okuyan (...) manasız ve sıkıcı bir mahluk." Bu iki iş arkadaşı zaman içerisinde yavaş yavaş ahbap oluyorlar ve hikayecimiz sık sık rahatsızlandığı için işe gelemeyen orta yaşlı Raif Efendi'yi evinde ziyaret etmeye başlıyor. Evinde kalabalık ailesinin yanında bile, aynı işyerinde olduğu gibi, hor görülen ("... sonra da, herhangi bir akşam ekmek almak için on kuruş lazım olunca, bunu ceplerinden vermeye kıyamayarak, odasında hasta yatan Raif Efendi'yi daldığı uykudan uyandırıyorlar; bu da yetmezmiş gibi onun niçin hâlâ iyi olmadığına ve bakkala kendisinin gitmediğine kızıyorlardı.") ve oraya ait olmayan ("Raif Efendi'nin vaziyetinin de pek hoş olmadığını ve bu kalabalığın içinde onun fazla ve lüzumsuz bir şeymiş gibi göründüğünü fark ediyordum.") Raif Efendi'yi gözlemledikçe, ona karşı ilgi ve acıma karışımı bir his beslemeye başlayan anlatıcı bir süre sonra "Onun hisleri kütleşmiş bir adam olmadığını (...) hatta bunun aksine olarak çok alıngan, gayet ince görünüşlü ve dikkatli," olduğunu fark ediyor. Fark ettikçe de bu hiçbir şeye karışmayan bu adama hayran olmaya başlıyor, ve onun da herkes gibi bir hikayesi olduğuna kanaat getiriyor: "Onun sessiz sedasız yaşayışı, tahammül edişi, insanların zaaflarına merhametle ve edepsizliklerine eğlenerek bakışı kafi bir irade değil miydi?" Raif Efendi, hastalığı giderek daha sık ve şiddetli olarak nüksetmeye başlayınca kendisinden işyerindeki masasının çekmecesinde bulunan, ve içlerinde siyah kaplı bir defterin de bulunduğu özel eşyalarını kendisine getirmesini rica ediyor. Raif Efendi her ne kadar bu defterin yakılmasını istese de, anlatıcı, defteri sadece bir geceliğine ödünç alıp okuma iznini koparıyor. Sabahattin Ali, kitabın ilk bölümünde okuyucuya en sıradan görünen insanın bile bir hikayesi olduğu mesajını verdikten sonra, ikinci bölümde Raif Efendi'nin hikayesini anlatmaya girişiyor. Kitabın ana kısmını (ve asıl hikayesini) oluşturan bu bölümde kahramanımızın hikayesini (anlatacak kimsesi olmadığı için) kendine yazdığı siyah kaplı defterinden, onun kendi ağzından okuyoruz. Raif Efendi'nin 1923 yılında iş tecrübesi kazanması için Berlin'e yollanmasının ardından orada tanıştığı Maria Puder adındaki şarkıcı/ressam kadınla yaşadığı aşkın (hatta aşktan daha öte bir insani yakınlaşmanın) konu edildiği bu bölüm kahramanın iç dünyasını bütün çıplaklığı ile ortaya seriyor. O zamana kadar hiçbir insanda aradıklarını bulamamış olan Raif Efendi, Maria Puder'i hayatının kurtarıcısı olarak görüyor ve kendini tamamen ona teslim ederek mutluluğu tadıyor. "Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?" Raif Efendi, tipik bir kadın-erkek ilişkisi ekseninden bir hayli uzakta, Maria Puder'in belirlediği şartlarda yaşanan bu aşkın aslında tam da aradığı şey olduğunu anlıyor ve bu ilişki hayatının merkezi ve tek mutluluk kaynağı haline geliyor: "İçimde ona karşı tarifi imkansız bir şefkat vardı. Yatağında nasıl uzandığını, nasıl ağır ağır nefesler aldığını, saçlarının yastığa nasıl serildiğini tasavvur ediyor ve hayatta bu manzarayı görmekten daha büyük bir saadet olamayacağını düşünüyordum."
KARAKTERİN DEKONSTRÜKSİYONU
Kitabın bu ikinci bölümü ilk bakışta her ne kadar bir aşk hikayesi anlatıyor gibi görünse de, ilk bölümde dışarıdan birisinin gözü ile tanıdığımız Raif Efendi karakterinin ustaca ele alınıp yazılmış bir dekonstrüksiyonu aslında. Sadece kahramanın da değil; insan psikolojisinin, geçmiş ve gelecek kavramlarının, hatta hayatın kendisinin bir yapısal çözümlemesi. Ve kitabı bu kadar önemli kılan asıl unsur da, Sabahattin Ali'nin hikaye anlatmadaki kurgusal ustalığının yanı sıra insan doğası ile ilgili gözlemleri ve insani kavramları algılama ve yansıtmadaki yetisi. İşte tam da bu yüzden Kürk Mantolu Madonna ile yazının girişinde alıntı yaptığım Bozkırkurdu arasında bir bağ kurmak mümkün. Sabahattin Ali, Hermann Hesse'nin 1927 tarihinde Almanya'da çıkan eserini okumuş mudur bilinmez. Ancak 1928-1930 yılları arasında öğrenci olarak Almanya'da yaşamış olan yazarın, o zamanlarda oldukça popüler olan ve Almanya'da büyük tartışmalar yaratan Bozkırkurdu'ndan -en azından- haberdar olduğunu varsaymak pek de yanlış olmasa gerek. İsviçreli-Alman yazarın, yalnızlık, topluma yabancılaşma, ölüm, burjuva değerlerine karşı duruş gibi temalar üzerine kurulu kitabı, Henry Haller adındaki orta yaşlı bir adamın intiharın eşiğindeyken tanıştığı Hermine ile ilişkisini ve onun yardımı ile hayattan yeniden zevk almaya başlamasını konu eder. Hesse bu kavramları ele alırken aslında Sabahattin Ali'nin Raif Efendisi'ne hiç de benzemeyen bir kahraman ve gene Ali'den farklı bir yazım üslubu kullanmış. Fakat Haller son derece sert ve tavizsiz bir karakter olmasına karşın, aynı Raif Efendi gibi ait olmayı beceremeyen, kalabalıkta kendini yalnız hisseden, dünyevi burjuva yaşamın angaryası ve yüzeyselliğine karşı kendini koruyan bir kalkan geliştirmiş bir insan. Sonları her ne kadar benzemese de, bu iki yalnız insan kendilerini hayatlarına anlam kattıklarına inandıkları kadınlara teslim ederek hayatla olan bağlarını güçlendirirler. Bozkırkurdu ve Kürk Mantolu Madonna arasında yalnızlık, insanların çaresizliği gibi temasal yakınlık yanında kurgusal olarak da bir bağ kurmak mümkün. Hesse de kitabına, aynı Sabahattin Ali gibi, kahramanı Henry Haller'ı dışarıdan birisinin gözünden anlatarak başlıyor. İkinci bölümde ise bu anlatıcının Haller'ın ölümünden sonra bulduğu yazılı hatıralara yer veriyor. Yani aynı Kürk Mantolu Madonna'da olduğu gibi başta son halini görüp merak ettiğiniz karakterin çözümlemesi geriye dönerek, kahramanın ağzından yapılıyor. Kitaplardaki kadın kahramanlar, yanı Maria Puder ve Hermine de her ne kadar birbirlerine benzer kişilikte olmasalar da her ikisi de geleneksel kadın rollerinden soyutlanmış, kuvvetli ve erkek kahramanlardan daha çok tecrübesi olan, yol gösterici kişilikler (bu arada iki çiftin de ilk tanışmalarının müzikli/şarkılı müzikhollerde gerçekleşmesini de bir not olarak düşmekte fayda var.) Kürk Mantolu Madonna'nın okuyucuların nezdinde bu kadar özel bir yeri olmasının sebeplerinden biri okuyucuya kendini hem romantik bir aşk hikayesi hem de bir karakter analizi olarak okuma fırsatı vererek birbirinden farklı deneyimler yaşatabilmesi ve hangi gözle okunursa okunsun, hikayenin bütününde herhangi bir kopukluğa izin vermemesi. Bunda da herhalde Sabahattin Ali'nin yarattığı son derece özgün, hem görünüşte son derece gerçek hem de iç dünyasında neredeyse ütopik derecede idealize edilmiş romantik kahramanın payı büyük olsa gerek. Kitabın ana karakteri Raif Efendi, gerek iç gerekse dış etkenler yüzünden, son derece sığ, geleneksel ve düşünmeden yaşayan bir toplumun içinde yaşamaya mahkum olmuş ve dışlanmış bir kişilik. Duyguları ve değerleri birlikte yaşadığı insanlarla taban tabana zıt olan, ve bu yüzden yabancılaşmış, ve giderek içine kapalı bir yalnızlığı tercih etmiş olmasına rağmen, en nihayetinde dışarıdan bakıldığında tipik bir orta sınıf insanı. İç dünyası ile davranışları arasında yoğun çelişkilerle örülü bir hayat yaşayan Raif Efendi'nin okuyucuların ilgisini bu denli çekmesi aslında garip değil. Zira, bir çoğumuzun, ya da en azından Kürk Mantolu Madonna gibi üzerinde düşünülebilecek kitaplar okuyan çoğumuzun, zaman zaman çevremizdeki insanlardan farklı hissetmemiz, ama buna rağmen toplumun bizden beklentileri altında sıkışmamız, her ne kadar kendimizi özel, özgün kişilikler olarak görsek de bir içine doğduğumuz toplumun kural ve normlarına uymak için çaba sarfetmemiz bizi Raif Efendi'ye yakın hissettiriyor olsa gerek.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.