Başrolde yine İstanbul'un sokakları var
Aytuğ Akdoğan, kirli diye aşağılanan, tehlikeli diye sakınılması telkin edilen arka sokaklara buyur etmişti ilk kitabında. Yeni kitabı Ben, Hiçbir Şey'de de 'öte İstanbul' hep başrolde
BAZI KARŞILAŞMALAR UNUTULMAZ
"Gün agarana dek bu dünyada beni en çok rahatlatan seyi yapıyorum: Dolaptan küçük bir sırt çantası çıkarıyor ve içini dolduruyorum," diyor o ses bize. Gerisi bir kayıp ve çıkılan yollar. Gerisi ne kadar gitsen de 'ardından gelen bir sehir'... En ucuz biletle hasbelkader varılan Ispanya ve bulunan o küçük dost Pepe. Annesi ölünce çaresizlesen, isinden olan babasına destek olmaya çalısan küçük minik adam Pepe. Neden buralarda hiç kedi yok, sorusuna "Çiniler onları eve götürüp yiyorlar da ondan," diyen Pepe. Onda kendinden bir seyler buluyor besbelli anlatıcı. Aynı zamanda o an için sahip olmadıgı seyleri de buluyor. Pepe'nin olgunlugu, kararlılıgı, yasayamadıgı çocukluk okura da bulasıyor. Anlatının bu noktasında zaman yavaslıyor sanki, bir süre bu iki insanla bas basa kalıyoruz. Ta ki anlatıcı yeniden kaçarcasına yola koyulana kadar. "Insanların seni sevmesine izin vermemeli, sonra hiçbir zaman yalnız kalmayacagını düsünüyorsun" diyor duraklardan birinde. Çünkü sevmek bag kurmak demek. Ama yine de seviyor elbette, yine de göze alıyor o kuyu yalnızlıgını. Ispanya'dan Fransa'ya uzanan ve tesadüfle belirlenen nice karsılasmanın, olayın içersinden hızla akan roman, ikinci yavaslıgı anlatıcının bir nevi inzivaya çekildigi Ölü Vadi'de yasatıyor. Burası aynı zamanda ölümle ve inançla ödesilen yer. "Ya aslında Tanrı yazmıssa; gökyüzüne degil de, insanlara? Ya Tanrı haklıysa sözlerinde?"sorusunu sorduran da bu kendiyle bas basalık zaten. Cevaptan çok sorusu olan bir durma hali. Bize de okur olarak içimizde soluklanma ilhamı veren bir durak burası. Yeter ki kaçmayalım. Zaten kaçak güresenlerin, steril hayat dileyenlerin isi olmayacaktır Aytug Akdogan'la. Tam da bu sebeple her anını teninde yasadıgını bildigim yazardan simdi de Gezi Parkı direnisinin kitabını bekliyorum. Çünkü sidik kokulu olmakla itham edilen o parkta, gönüllülük ve dayanısma esasına dayalı, paranın da zerre hükmü olmayan mis gibi düzende yasandı. Düzgün degildi hiçbir sey çünkü zaten direnis, dayatılan düzgünlük normlarına karsıydı. Ve steril de degildi ortam. Çünkü steril laboratuar gerçegidir, hayata uymaz. Soguk ve ürkütücüdür. Insanlar niyetleriyle ve düsleriyle temizdi. Bir de çok güzel...
RIMBAUD'A SELAM
Ben üzerine titredigim bu güzellik ve temizligi Aytug Akdogan'ın anlatmasını, park günlügü ile yolculuga devam etmesini diliyorum. Çünkü bütün yalanlara, iftiralara inat o günlerin hakikatinin kayda geçmesi ve daha çok paylasılması sart. Ben, Hiçbir Sey'de söyle diyor anlatıcı: "Tanrı en güzel seyleri hep kısa süreligine verdi; binlerce güzelligin gidisini gördüm ben. Ve top oynardı mahalledeki çocuklar; aksama dogru, kapımın önünde. Hiç büyümeyeceklerini düsünürdüm,Simdi öldürmek için geri gelecekler." Bu olası kötülüge karsı sık sık selam durdugu Rimbaud ile eskisiz andıran bir yapı ve kolaj renklerle hayatın resmini çizen Aytug Akdogan, ısık hızıyla geçtigi sokakların zınk gibi kaldıgı noktalarında bizi daha uzun süreli soluklandırdıgı zaman çarpılıp kalacagız. O duraklama anlarını da bekliyorum bir dahaki sefere. Yavasın içindeki sürati, ruhunu seyahatini. Ve biliyorum; beklemeye deger.
EN SON HABERLER
- 1 Kraliçenin dönüşü...
- 2 Paul Auster’a veda ederken
- 3 Değişen dünya ve gelişen MİT
- 4 Kızının gözünden Hasan Âli Yücel
- 5 Oyunbaz bir roman
- 6 Bitmeyen salgınımız: Körlük
- 7 Aşkla tutulan bir ayna
- 8 Kime, hangi kitap hediye edilmeli?
- 9 İlber Hoca’nın kitaplarıyla tarihte yolculuk...
- 10 Cem Sultan’ın öyküsüne farklı bakış