Haydi Cahit, vakit tamam...
Ölümünün 60. yılında ünlü şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın mektup ve makaleleri yeniden yayımlandı. Edebiyatımıza değerli eserler bırakan, ölümü düşünmekten yaşamaya vakit bulamayan Tarancı’nın, ruh dünyasına birlikte göz atalım
KIYMETLİM NİHAL
Tarancı Diyarbakır'da doğmuş, çocukluğu burada geçmiş, ilkokuldan sonra ise eğitim için İstanbul'a gitmiş. İstanbul'a karşı büyük bir sevgi beslediğini söyleyemeyiz. Ne de olsa içindeki gurbet, hasret ve ölüm duyguları da bu şehirde başlamış. Buhranlar içinde debelenişine Evime ve Nihal'e Mektuplar adlı kitabında tanık oluyoruz. Mektuplara geçmeden önce Prof. Dr. İnci Enginün'ün titiz çalışmasından da bahsetmek gerekir. Enginün, mektupları Tarancı'nın kardeşi merhum Nihal Erkmenoğlu'dan temin etmiş ve birlikte seçmişler. Ancak mektupların tamamı Nihal'e yazılmamış anne, baba ve kardeşlere hitap eden mektuplar da var. Bu yüzden kitabın ismine 'Evime' kelimesini de eklerler. Cahit Sıtkı, kardeşi Nihal'e karşı büyük bir sevgi duymaktadır. Hatta Nihal'i yazı yazma konusunda sık sık cesaretlendirir ve takdir eder. Kardeşinin kalemini çok sevmekte ve mektuplarını dört gözle beklemektedir. İçindeki tüm sırları kız kardeşi ile paylaşmaktan bir an bile çekinmez Cahit. Hatta yazdığı 26.12.1929 tarihli mektubunda ona olan sevgisinden şu şekilde bahseder: "Nihal meğer sen ne kıymetli bir hazineymişsin... Benim çok şeker ve sevgili Nihal'im, demek ki sen zavallı ağabeyinin daha ilk günden derdine vakıfmışsın, demek ki sen onun ıstıraplarının gizli ve şefkatli bir şahidi olmuşsun, öyle mi Nihal öyle mi, sen ağabeyinle bu kadar alakadardın ha? Melek misin Nihalciğim, peri misin, söyle benim şeker ablacı-
ğım sana nasıl teşekkür edeyim, seni ne kadar ve ne kadar sevdiğimi tekrar mı edeyim?" Tarancı'nın hayatını dramatik kılan durumlardan biri de çirkin olduğunu düşünmesiydi. Onun nasıl göründüğünü Ziya Osman Saba şöyle tarif ediyordu: "... arkama belli etmeden bakmıştım. Esmer, arkaya taranmış siyaha çalan saçlı, ince dudaklı, üst dudağıyla ufak burnunun arası biraz fazla açık, kulakları kabarık, alnı darca, bütün güzelliği koyu kestane Moğolumsu çekik gözlerinin biraz hüzünlü manasında toplanmış, ufak tefek temiz giyimli, çoğumuzun aksine kravatlı bir gençti. Halinde, duruşunda bir azim okunuyor; tipi, sol yanağındaki Diyarbakır çıbanının irice izi hiç değilse İstanbullu olmadığını söylüyordu." Cahit ise Nihal'e yazdığı mektupta dış görünüşünün ruhunu nasıl derinden yaraladığını şöyle anlatıyordu: "Güzeli çizdim, uzunu çizdim, zenginliği çizdim, şerefsizliği çizdim, geriye ne kaldı: Çirkin, kısa, fakir, şerefli! Görüyorsun ki, bütün yaşamak ümitlerim şerefli olup yaşamakta... Mesut olabilir miyim? Yüzde yirmi beş... Çünkü eğer çirkinlik, kısalık, fakirlik olmasaydı yüzde yüz mesut olmak şansı olurdu. Vakıa bazı zamanlarda talihimin bu müthiş haksızlığına bir arslan kükremesiyle haykırıyorum. Fakat emin ol ki sükuti zamanlarımda çirkinliğimden, kısalığımdan adeta şeytani bir zevk duyuyorum ve aynanın karşısına gererek ne kadar küçük, ne kadar maskara olduğumu görerek gülmekten katılıyorum..." Cahit Sıtkı, bu dünyada mesut olamama durumuna çirkinliğini de sebep gösteriyor, hatta bunun ilahi bir haksızlık olduğunu da haykırıyordu. Bu sebeple olsa gerek ki, hayatta kendine tek bir ideal tanımlıyor: Şair olmak. Hayattaki tek ihtirası iyi şiirler yazmak. Ailesine oldukça düşkündür Tarancı. Saygılı ve sevgi dolu bir evlattır. Annesine ve diğer aile fertlerine yazdığı mektuplarda bu sevgi, saygı ve özlem sürekli hissedilir. Hatta çoğu zaman uzak akrabaları ve evlerinde çalışanları da sorduğunu, onların dertleriyle yakından ilgilendiğini görüyoruz. Babasıyla arası ise iyi sayılmaz. Hatta Ziya Osman Saba'ya yazdığı mektuplarda ders çalışmadığı için babasıyla arasının bozuk olduğundan bahseder. İçki içtiği için de kızgındır oğluna. Belli ki, zengin bir tüccar olan babası, oğlunun sadece şiir yazmasından pek hoşnut değildir. Cahit de bunun farkındadır ve ona şöyle seslenir: "Babacığım hayatta muvaffakiyet yalnız aç kalmakta değildir. Asıl muvaffakiyet göçüp gittikten sonra ardında bir eser bırakmaktır. Bu eseri meydana getirmek için saadeti memnu telakki etmeli. Benim de çizilmiş bir mefkuren vardır. Ben, her şeyden evvel yaşamış olduğuma delik olmak için bir eser meydana getireceğim."
DOSTUN SON SESİ
Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman Saba ile okul sıralarında tanışır ve ömürlük dostlukları başlar. Cahit, ayrı kaldıkları süre içerisinde Saba'ya sürekli mektup yazmış ve her defasında ondan 'Hakiki dostum' olarak bahsetmiştir. Ziya'da bu mektuplara karşılık vermiştir. Öyle ki, Tarancı Osman Ziya Saba'nın mektuplarındaki yalınlığa hayran olmuş ve o yalınlıkla cevap vermek için özen göstermiştir. Cahit ve Ziya birbirlerinin ruh ikizi ve sırdaşıdır. Aile sorunlarından, edebiyat eleştirilerine hatta aşklarına kadar her şeylerini paylaşırlar. Bu mektuplardan Cahit'in yaşadığı gönül ilişkilerine dair detaylı bilgiler de ediniyoruz. Önceleri çirkin olduğunu düşündüğü için kızlara yaklaşmaya cesaret edemeyen Cahit'in 'Beşiktaşlı sevgili'si çıkıyor ortaya. Yıllar sonra başka aşklar yaşasa da bu ilk aşkın yerini kimsenin tutamadığını yine Tarancı'nın şiirlerinden ve Osman Ziya Saba'nın anılarından öğreniyoruz. Yaz tatillerinde Diyarbakır'a giden Cahit, buradan arkadaşına mektup yazmayı ihmal etmez. Ders çalışamamaktan şikâyet eder, evlerinin avlusundan, çocukken yüzdüğü havuzdan hatta eve gelen misafirlerden bile bahseder arkadaşına. Yeni çıkan dergilerden, keşfettiği şairlere kadar hayatının tüm ayrıntılarını anlatır. Okuyucu da kendi dostundan gelen mektupları okur gibi dalar kitaba. Gençlik yılları orta yaşa uzanır, ancak değişmeyen tek şey mektuplaşmalarıdır. Ta ki, yollar İstanbul ve Ankara olarak ayrılana kadar. Araya giren mesafe, Cahit'in yolunun hastalığıyla birlikte İstanbul'a düşmesiyle son bulur. Ancak bundan sonrası daha dramatiktir ve Ziya eski dostunu hastanede gördüğü ilk anı şöyle anlatır: "Beni birden tanıyamamış gibi baktı, sonra yaklaşmamla, aramızda birkaç metre kalmasıyla tüyler ürpertici, kulaklarımdan gitmeyecek bir sesle bağırmaya başladı. Demek o ses bütün konuşması olmuştu... Şimdi yapabildiği birkaç şeyden birini yapıyor, hep dilsiz, hep hareketsiz, ağlıyordu yalnızca... Ben bu korkunç duyguyla ürperirken Cahit bana gene dilsiz cevap veriyor, kara gözlü bir kuzunun ki gibi gözleri, bu başkalığa da ağlar gibiyken, bir yandan da 'Ben insanım... Hem de insanların en bahtsızlarından,' diyordu." Osman Ziya Saba daha sonra Cahit'i tekrar ziyarete gider. Son görüşmelerinde onu yüzünden ve gözlerinden öper. Hayalindeki son Cahit, yattığı yerden ona öpücük gönderen, ondan kalan son ses ise bu öpücük sesidir. 1956'ya tedavi için Viyana'ya götürülen eski dost, burada 46 yaşında vefat eder.
SADECE ŞAİR DEĞİL
Çoğumuz Cahit Sıtkı Tarancı'yı sadece şair olarak biliriz. Oysa o sadece şiir yazmakla kalmamış dil ve edebiyat üzerine düşünen ve bunu yazıya döken biri olmuştur. Bu görüşlerine akraba ve dostlarına yazdıkları mektuplarda rastlıyoruz. Ancak Tarancı bununla yetinmemiş çeşitli dergilere makaleler yazmış ve edebi anketlere katılarak düşüncelerini dile getirmiştir. İşte mektuplar dışında kalan tüm bu yazılar, Avuçlarıma Sığmıyor Yıldızlar adlı kitapta bir araya getirildi. Hakan Sazyek tarafından özenle hazırlanan bu çalışma ilk baskısından tam 21 yıl sonra tekrar okuyucuyla buluştu. Kitapta, Tarancı'nın dönemine dair düşüncelerine, çağdaşı şair ve yazarlara yönelttiği eleştirilere, ilham aldığı şairlere ve kendisiyle yapılmış konuşmalara rastlıyoruz. Bu, Cahit Sıtkı'nın şiir dışındaki edebi kimliğini de tanımamıza yardımcı oluyor. Kitabın, Tarancı sevenler için mutlaka okunması gereken derli toplu bir kaynak olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
EN SON HABERLER
- 1 Kime, hangi kitap hediye edilmeli?
- 2 İlber Hoca’nın kitaplarıyla tarihte yolculuk...
- 3 Cem Sultan’ın öyküsüne farklı bakış
- 4 Açık havada kitap okuma vakti geldi
- 5 İnsan en çok kendine yalan söyler
- 6 Hangi irade terbiyesi?
- 7 Birkaç kişisel keşif yolculuğu
- 8 Oruç mevsimine hoş geldiniz çocuklar
- 9 Anadilin yitirilmesi kişiliğin yıkılmasıdır
- 10 Rüyalardan Cem Sultan devrine açılan kapı