Cuma 23.09.2016

Ancak yazgıdır bu, Nilgün abla

29 yıl önce 29’unda vazgeçti bu dünyadan Nilgün Marmara. Hakkında bilmediğimiz çok şey var, belki de Everest Yayınları’ndan çıkacak olan günlüklerinden toparlanmış Defterler, bir de Nilgün’ün geride bıraktığı notlar, alıntılar ve fragmanlardan oluşan Kâğıtlar bizlere yardımcı olur...

İnsanı bildikleri değil, bilmedikleri korkutur en çok; fakat öyle bir algoritmadır ki ruhumuzdaki, içinde kayboluruz... Teslim olup bilmediklerimizle, öğrenmediklerimizle mutlu olmaya çalışırız; çünkü yarının karanlığından çok, doğacak güneşin aydınlığına sığınırız; başka çaremiz de yoktur. Tıpkı Nilgün Marmara'nın dediği gibi: "Ey, içine bakan gözlerimin yoksul gölgesinde kendini açıklayan gerçeklik! Her kopuşla adını yineleten umut!" Kalem oynatışlarının tümünde, gerçekle düş arasında gidip gelen bir Nilgün var. İçindeki odada havalanıp duran bir perde... "Kaydır hafifçe elini sağa ve bak / elin hafifçe sağa kaymıştır" diyecek kadar gerçek bir Nilgün, "Ey iki adımlık yer küre / senin tüm arka bahçelerini gördüm ben" diyecek kadar da düş... Sana göre kentlerin havaalanlarından çok, düşalanlarına gereksinimi vardı çünkü... Kara bir kalem, bir duvarı tüm girintileriyle ve çıkıntılarıyla çizmiş gibi gelir önce, yüzyıllık dokusu olan üzerinde, kavradıkça avucu terleten ellerde... Dokunmaktan vazgeçerseniz ya da yorulursanız anlayamazsınız; ancak sabrederseniz kimseye anlatamayacağınız ama sizin tabirlediğiniz uzun bir rüyanız olur, değil mi Nilgün?
KENDİMİ BULAMIYORUM
Yaşamın boyunca eşin Kağan'a ve entelektüel çevrene yazdıklarını hiç göstermedin, şiir yazdığını bile bilmediler hatta. Böylesi seni mutlu etmiştir belki, belki Boğaziçi Üniversitesi'nde hani orta kantinin üstünde derslere girmediğinizde tünediğiniz bir 'umutsuzlar merdiveni' vardı, orada başlamışsındır yazmaya... Yahu bilmesek de olur, ne önemi var? Sylvia Plath'in şairliğinin intiharı bağlamında analizini yaptığın mezuniyet tezinde bütün sanatçıların, zihinlerini meşgul eden, kendi varoluşlarının farklılığını ifade etmekle yükümlü olduğunu savunuyordun, bir yerde de şöyle diyordun: "Sanatçının yaratma olgunluğuna erişebilmek için geçtiği hazırlık süreçleri her ne olurlarsa olsunlar, uzun bir ıstırap prosedürüdürler." Kim bilir sen nelerden geçtin... Belki de dilsizliğini, uzam ve insanın eksikliğinin genliğinde öğrendin! Manik depresiftin; tedavi olmak yerine doktorundan kaçıyordun. Doktorunun da dediği gibi çok zeki ve kültürlüydün, iyileşmen içinse entelektüel faaliyetlerde bulunmaman gerekiyordu; ancak bu senin için mümkün müydü Nilgün? Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuktun sen... Bir şeyden kaçıyordun, bir şeyden, kendine gelemiyordun... "Dönüp yerleşip kendimi bulamıyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer..." Kafatasının içini bir küçük huzur adına aynalarla kaplatmıştın. Kimler gelmiyordu ki kendini beşinci kattan aşağıya bıraktığın Kızıltoprak'taki evine? Ece Ayhan, Cemal Süreya, İlhan Berk, Tomris Uyar, Lale Müldür ve daha pek çok isim... Haydar Ergülen hatırlatıyor bize bir yazısında ve şöyle diyor, "Çok yalnızdım ve başka yalnızlar gibi, başka yalnızlarla birlikte sık sık Kızıltoprak'taki eve gidiyordum ben de..." Bu ev senin için yüzlerce mısrayla bir araya gelen koskoca bir şiir olmalıydı bence. Bunca isimle bir arada olmak sözcüklerin bitmeyen valsi olmalı bir de, hatta müzik çalmaktan usanacak olup, es verse bile o dans hiç bitmiyor olmalıydı...
KUŞ KOYSAYDIK YOLUNA
Cemal Süreya, senin bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak gördüğünü söylüyor. Neydi seni 29 yıl önce ve henüz 29'undayken hayatını sonlandırmaya iten şey? Hani daha çok yaşamaya borçluyduk. Sen çok güzeldin, bıraksaydın da kuş koysaydık yoluna. 'Sevgili küçük ölüm / dur ayaklarının altını anlayalım / kaşlarını, eksik kalan yerlerini' demesen olmaz mıydı? Doğmuş olmak bir referans mektubunu nereye ve kime götüreceğimizi bilememek mi gerçekten? Sana göre, yaşayabilmek için sonsuzca, ölümden kaçıyorduk. Sözcükler için mi kucakladın ölümü? "Hayatın neresinden dönülse kardır" deyişin de bundan mıydı? Ben: Başka bir yol mümkün değil miydi Nilgün? Sen: Çıkış yolu mu? Arka pencere hangi gezegene açılır? Biri kırmızı, diğeri kahverengi kaplı iki defterin vardı; günlüklerini tuttuğun... Annen Perihan, yakın dostun Gülseli İnal'a vermişti bu iki kabı farklı renkteki defterleri. İntihar notunda daktiloya çekilmiş şiirlerinin basımına izin vermiştin, sevenlerinse ikiye ayrılmıştı adeta. Kimiyse bu hamlenin yakışıksız bir ifşa olduğunu düşünüyordu; en nihayetinde günlüklerin basıldı; ama başta ailen olmak üzere birçok kişinin tepkisini alarak. Şimdi biz eksiksiz olarak yayınlanacak olan Defterler kitabını ve geride bıraktığın notlar, yazılar ve fragmanlardan oluşan Kağıtlar'ı bekliyoruz. "Birkaç sabun kalıbı kalınlığındaki tüm kitaplar okunabilirdi, Moby Dick'ten Lolita'ya, Savaş ve Barış'tan Tutunamayanlar'a..." diyen bir Nilgünsün sen ve biz senin bu kitaplarını okumayı bırak, sabırsızlanarak beklemeye dünden razıyız. Ne demiş Eliot: "Zaman kısadır, fakat uzundur beklemek.."

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.