Cuma 03.11.2017 00:00
Son Güncelleme: Pazartesi 06.11.2017 19:12

Hikâye değil destan

Usta hikâyeci Mustafa Kutlu son kitabı Tarla Kuşunun Sesi’nde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, oradan da günümüz Türkiyesi’ne toprak metaforu üzerinden farklı bir üslupla eğiliyor. İkinci bölümdeyse adeta Dostoyevski tarzıyla okuru çağdaş bir mesnevinin içine atıyor. Şimdi bir iskemle çekip kahramanları dinlemeye başla!

Türk edebiyatının usta hikâyecilerinden Mustafa Kutlu'nun son kitabı yine ışıklı bir sonbahar mevsiminde çıkageldi. Tarla Kuşunun Sesi isimli uzun hikâyesi, yazarın alıştığımız 'fütursuz sadeliği'ni barındırsa da dikkatli okurların gözünden alışılmadık bir üslup gözden kaçmıyor. İlk bakışta sıradan bir okurun "Yine aşina olduğumuz tarz" diyeceği Kutlu'nun bu son eseri, anlatım ve biçim tekniğiyle bambaşka bir yolda ilerliyor. Bu tekamüle ulaşmış yeni biçimsel, konu ve anlatı tekniği Tarla Kuşunun Sesi'ni diğer eserlerinden başka bir yere koymaya yetiyor. Terkinize ise "Bu bir roman mı, hikâye mi, film senaryosu mu, mesnevi mi, destan mı, ortaoyunu mu?" sorularını alıyorsunuz. Yazar, kitabın bazı yerlerinde araya girip okurla atışmaktan geri durmazken, bazen araya girip daha önce yazdığı bir konudaki görüşlerini kahramanına okutarak tatlı bir üslupla göndermelerde bulunmayı ihmal etmiyor.

ÇEK BİR İSKEMLE, DİNLEMEYE BAŞLA!

Kutlu'nun hikâyelerini okurken hissettiğiniz en önemli duygu, kendinizi kahramanların arasında yaşayan biri olarak görmeniz ve akıp giden hikâyenin içerisine birden dahil olmanızdır. Tarla Kuşunun Sesi de böyle bir eser ve bir kahvehane sohbetiyle başlayan hikâyenin ilk cümlesinden itibaren altınıza hemen bir iskemle çekip kahramanlara kulak verirken buluyorsunuz kendinizi.

Yörük bir delikanlı olan Molla Murat'ın hayat hikayesiyle şekillenen eser, bu karakterin izinde Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş dönemi ve yaşanan sancıları halk hikayesi formatıyla ele alıyor.

II. Abdülhamit döneminden Cumhuriyet yıllarına uzanan siyasal süreci, aşk, tutku, kuşak çatışması, sosyolojik değişim ışığında inceleyen yazar, kendi yağında kavrulan bir yörük aşiretinin imrenilesi bir köy inşa etmesine, yokluktan varlık çıkaran Anadolu insanının azmine de gönderme yapıyor: "Görüyorsunuz bir yörük neler yapıyor. Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten."

Hikayenin kahramanları ise Türkiye'nin zengin kültürel mozaiğini gözler önüne seriyor. Tarlanın emanet edildiği Babo'dan Kayserili Ermeni taş ustası Yorgo'ya, mahallenin delisi Ziya'dan çaycı Şerafettin ve ayyaş Hamza'ya kadar her bir kahraman diğer kitaplarında olduğu gibi Anadolu insanından hakiki kesitler sunuyor.

II. Abdülhamit döneminden Cumhuriyet yıllarına uzanan savaşları ve siyasî hareketleri, Molla Murat'ın muhafazakâr ufku ile temsil ederek yorumlayan Kutlu, dil ve şapka devriminin toplumsal etkilerine değinerek, millet yerine ulus inşa etmenin ne kadar doğru olduğunu da sorgulayan değinilerde bulunuyor.

DOSTOYEVKSİ TADINDA

Kutlu'nun kurmaca üslubu ve sık sık araya girerek muhabbete dahil olma hali bu kitapta da kendine yer ediniyor. Kutlu bir anda yazar kimliğini açık ederek söze dahil olmaktan geri durmuyor:

"- Yahu Mustafa Kutlu!

- Evet.

- Ne diye ikide bir kahveye adam sokup destanı kesiyorsun.

- Bir kere o destan değil hikâye.

- Neyse ne!

- Hikâye anlatan arada bir nefeslenecek. Kahveye giren olmaz ise bu nefes nasıl alınacak? Fazla nağme yapma, kır dizini dinle."

Mustafa Kutlu, halk destanı tarzında kurduğu hikâyede, insana, aileye, topluma gerçekçi ve merhametli bir gözle bakarken ikinci bölümde bir baba ile ona düşman olan çocukları üzerinden adeta Dostoyevski tadında bir okuma sunuyor. Kahramanlarının psikolojik tahlilleri eşliğinde iki ayrı dönem ve iki ayrı üslupla ilerleyen bu ikinci bölüm; futbol, sinema, at yarışı gibi modern Türkiye'nin kolay kâr peşine düşen zamane hallerini irdeliyor. Tabii bir çok hikayesinde olduğu gibi toprak meselesi yine meselenin aslını oluşturuyor. Ve bir soru bütün kitabı özetliyor: Kim sahip çıkacak bu toprağa?

Tarihin iki ayrı zaman diliminden iki hikayenin birbirine bağlandığı Tarla Kuşunun Sesi, şu anlamlı cümle ile son buluyor:

"Böyledir. Her şeyin aynı şekilde sürüp gideceğini sanırız. Kâinata ve hayata akıl erdirmeye çalışmak boş. Akıl dediğin bir yere kadar. Nasıl gayba inanıyoruz, olup bitenler için şöyledir böyledir demenin bir mânası yok. Teslim olmalı. (...) İşte su üzerine bir yazı yazdık, geldik gidiyoruz. Şu gölgede bir miktar dinlendik. Hepsi bu. İdare edin. Hoşça kalın."

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.