İşgal, umutsuzluk ve delirme...
Yaklaşık beş yıl işgal altında kalan İstanbul’da insanlar nasıl kendi gerçekliklerinden koptular, sefaletin de eğlencenin de arttığı bu dönemde Vakit yazarı Hakkı Süha Gezgin yazılarında bunu anlatıyordu. O yazılar yıllar sonra İşgal Günlerinde İstanbul adıyla kitap olarak karşımızda...
Öyle bir beş yıldır ki, kapkara günlerdir Türkler için. İstanbul'un işgal edildiği 13 Kasım günü Adana'dan İstanbul'a trenle gelip Haydarpaşa'ya ayak basan ve Boğaz'da düşman gemilerini görünce "Geldikleri gibi giderler" diyen Mustafa Kemal'in bile, işgal altındaki şehirde geçirdiği 184 günde evi birkaç kez basılmıştır.
28 ROMAN YAZILDI
Beş yıllık esarette şehrin, şehirde yaşayanların kimyasının nasıl değiştiğini; Ateşten Gömlek (Halide Edib Adıvar), Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Yorgun Savaşçı (Kemal Tahir), Dersaadet'te Sabah Ezanları (Attila İlhan), Üç İstanbul (Mithat Cemal Kuntay), Sahnenin Dışındakiler (Ahmet Hamdi Tanpınar), Sodom ve Gomore (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) gibi romanlar anlatır. Ve işin aslı bu romanlar (Mehmet Törenek'in Türk Romanında İşgal İstanbul'u kitabında tam 28 romanın bu dönemi anlattığı tespit edilir) o dönemi anlamamız için neredeyse tek kaynaktır. Belki kolektif hafızamızın unutmak istediği günler olduğu için o dönem ne gazeteciler, ne tarihçiler tarafından pek de mevzu bahis edilmez.
Peki romanlara sirayet eden işgal günleri nasıldır? Açıkçası tuhaf bir manzara sunar bize romanlar... Genel olarak romanların ana kahramanı esareti kabul etmeyen insanlar olsa da ve kurtuluş için mücadele etse de yerli işbirlikçiler de birer karakter olarak belirir ve en önemlisi işgal atındaki şehirde bir delirme halinin insanları tuhaf davranışlara ittiği görülür. Şehirde eğlencenin artması, insanların bir boşvermişlik duygusuyla yaşaması ve içinde bulunduğu durumun ciddiyetini anlayamaması aslında o delirme halinin yansımalarıdır işte. Belli ki İstanbul'un işgal edilmesinin yarattığı büyük şok şehirde yaşayanları çok güçlü şekilde etkilemiş ve insanları kendi yaşadığı gerçeklikten koparmıştır.
AKLI UYANIK İNSANIN HALİ HARAP
İşte gazeteci Hakkı Süha Gezgin'in tam da işgal günlerinde kaleme aldığı yazılar bunun için önemli. O dönem Vakit gazetesinde yazan Gezgin, İstanbul'un adeta altını üstüne getirerek şehirdeki insanların haleti ruhiyesine birinci elden tercümanlık yapıyor. Mesela İstanbul'da farklı semtlere giderek insanların nasıl eğlendiğini yazıyor. O dönem sefalet arttığı gibi eğlencenin arttığı biliniyor ama Gezgin, işgal altındaki bir şehirde neden eğlencenin arttığına cevap arıyor. Ki sadece eğlence değil... Mesela uyuşturucu madde kullanımı da artıyor. Esrarkeş kahveleri gözde yerlerden biri oluyor. Gezgin de bir şekilde yolunu bu kahvelere düşürüyor. Mesela burada duyduğu "Başta akıl, hele göğüs içinde kalp uyanık kaldı mı insanın hali harap oluyor" sözü, İstanbulluların nasıl kendi yaşadıkları gerçeklikten koptuğunun özeti niteliğinde.
İNÖNÜ SAVAŞLARI VE UMUT
Şehirdeki bu tuhaf, fantastik ruh halinin temel sebeplerinden biri umutsuzluk. İşgal şoku o kadar etkili olmuş ki, o şoktan kimse çıkacak bir umut kapısı bulamamış. Bir de üstüne genel olarak işgali kabullenen ve okuruna çok farklı bir gerçeklik sunma eğiliminde olan baskı altındaki basının yaklaşımı eklenince o umutsuz ruh hali daha da derinleşmiş. Mesela herkesin işgalin çok kısa süreceğine inanması biraz da basının yarattığı algı. Ama işgal uzadıkça, insanlar bu durumun üstesinden gelemeyince de sosyal yaşantıda gözle görülür tuhaflıklar ortaya çıkmaya başlamış. Hakkı Süha Gezgin de nerede tuhaflık var orada soluğu alıyor ve yazılarında aslında işgal altındaki bir şehrin nasıl delirme aşamasına geldiğini aktarıyor. Ama ne zaman ki Anadolu'daki Milli Mücadele'den iyi haberler gelmeye başlıyor o zaman bu ruh halinin de düzelmeye başladığını yine Gezgen'in aktardıklarından öğreniyoruz. Özellikle İnönü Savaşları İstanbul halkını adeta kendine getiriyor. Şoktan çıkılıyor...
Nuri Sağlam'ın yayına hazırladığı Gezgin'in kitabı özellikle işgal dönemini merak edenler için iyi bir kaynak. Ama naçizane kitabın diline ilişkin bir durum tespiti yapmakta da fayda var. 1920'lerin Türkçesi ile günümüz Türkçesi arasında malum epey fark var. Bu tür kitapları günümüz okuru düşünülerek yayına hazırlamak da fayda var.
EN SON HABERLER
- 1 Kime, hangi kitap hediye edilmeli?
- 2 İlber Hoca’nın kitaplarıyla tarihte yolculuk...
- 3 Cem Sultan’ın öyküsüne farklı bakış
- 4 Açık havada kitap okuma vakti geldi
- 5 İnsan en çok kendine yalan söyler
- 6 Hangi irade terbiyesi?
- 7 Birkaç kişisel keşif yolculuğu
- 8 Oruç mevsimine hoş geldiniz çocuklar
- 9 Anadilin yitirilmesi kişiliğin yıkılmasıdır
- 10 Rüyalardan Cem Sultan devrine açılan kapı