Giriş Tarihi: 7.2.2020

Polonya’da masal tadında bir polisiye

Polonya’nın Nobel ödüllü yazarı Olga Tokarczuk, Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde romanıyla kitapseverlerin karşısında. Roman, keskin kara mizahıyla birlikte felsefi açıdan da doygun çözümlemeler sunuyor

Polonya'nın uzak bir köyü...
Karanlık kış günleri... Tüm zamanını geceler boyunca astroloji çalışıp yıldız haritaları incelemekle, William Blake şiirleri tercüme etmekle ve varlıklı insanların yazlık evlerine gözcülük yapmakla geçiren bir kadın... Ve birbiri ardına öldürülmeye başlanan insanlar... İşte Olga Tokarczuk, Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde romanında, böylesine kasvetli bir atmosfer üzerine kuruyor hikayesini.
Ama merak etmeyin elimizde tuttuğumuz kitabın sayfalarını çevirdikçe bu kasvet giderek dağılıp yerini ölçülü bir mizaha ve kapsamlı felsefi sorgulamalara bırakıyor. Tokarczuk'un başarılı olduğu nokta da galiba bu atmosferde böylesi temaları sırıtmadan okurla buluşturabilmesinin altında yatıyor.
Hem Polonya hem de Avrupa edebiyatının son yıllardaki en yetkin yazarları arasında gösterilen Olga Tokarczuk, 1962 yılında Polonya'nın batısında küçük bir kasaba olan Sulechov'da dünyaya geliyor. Yazın hayatına başlamadan önce Varşova Üniversitesi'nde psikolog olarak çalışan ve hatta Carl Gustav Jung üzerine çalışmalarda bulunan yazar, -ki bu çalışmalarının edebi hayatına nasıl yansıdığını bilhassa son romanında da gözlemleyebiliyoruz- birçok ödüle sahip. Dünya çapında büyük ses getiren Kuşçular romanıyla 2018 yılında Man Booker Ödülü'nün sahibi olan Tokarczuk, son romanı Sür Pulluğu Ölülerin Kemikleri Üzerinde ile de yine aynı ödülün finalistleri arasında yer aldı. Öte yandan Polonya'nın en prestijli edebiyat ödüllerinden biri olarak kabul edilen Nike Ödülü'ne de layık görülen Polonyalı'nın şüphesiz evindeki ödül köşesindeki en değerli kısım ise 2018'de kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü'ne ayrılmış olsa gerek... İşte edebiyat çevrelerince böylesine takdir toplamış yazarın son romanı da bu övgüleri devam ettirecek gibi gözüküyor.
ÇOK KATMANLI BİR ROMAN
The Economist, Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde'yi "Alaycı mizahı ve karanlık sürprizleriyle pastoral bir kara komedi" olarak tanımlarken The Guardian ise "Yılın en keyifli romanlarından biri" diyor. New York Times da yayımlanan eleştirideki bir ifade de hayli ilgi çekici:
"Bu kitap yalnızca bir 'katil kim' romanı değil: Yaşam ve ölüm hakkında, sırlarla dolu, felsefi bir masal." Tüm bu saygın yayınlardaki övgü dolu eleştirilere katılmakla birlikte Tokarzcuk'un son romanına dair benim görüşüm ise sıra dışı ile sıradanın harmonisi ile ortaya çıkmış sıkı ve zekice bir eleştiri metni olacak...
Tokarzcuk anlatısının merkezine toplumda ve hatta roman alemlerinde çok sık rastlamadığımız türden bir karakteri yerleştiriyor. Astroloji meraklısı, şiir tercüme eden, insanlardan daha çok hayvanlarla anlaşabilen, 'nevi şahsına münhasır' bir kadın olan Janina bir anlamda toplumdan dışlanmış bir tip. Ama o bunu kendine dert etmiyor, öyle ki kendine kurduğu dünyada gayet memnun. Kimsenin ismini aklında tutmak istemiyor, onları en uygun gördüğü lakaplarla kazıyor zihnine... Garip, Koca Ayak gibi... Gel gelelim günün birinde çevresinde gerçekleşen ölümler üzerine bir anda kendini bu ölümleri soruşturan postmodern bir dedektif olarak konumlandırıyor mistik kadın. Bu noktada Alper Canıgüz'ün beş yaşındaki dedektifi Alper Kamu ile Janina arasında bir akrabalık kurulabilir mi, eh çabalanırsa kurulabilir.
Zira bendenizin Janina'nın serüvenini okurken hissettiği tat ile Alper Kamu'nun yaşadıklarını okurken dimağında kalan lezzet benzeştiğinden, çok zorlanmadım. Neyse, konuyu dağıtmayalım...
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde dozunda mizahı, tutarlı ters köşeleri ve sağlam betimlemeriyle akıp giden bir roman. Olay örgüsünü takip etmek zor değil, sayfalarda kaybolmuyorsunuz, keza Tokarczuk'un üslubu da hayli keyifli. Hikayenin zaman zaman polisiyeye, gerilime zaman zaman da masalsı bir dokuya bürünmesi de bize çok katmanlı bir metin okuma şansını sunuyor. Bu yönden tatmin edici bir okuma eyleminin sizi beklediğini söylemek mümkün.
Son olarak romanın finaline dair 'spoiler' vermeyelim ama doğa ve insan arasındaki muharebenin ne boyutlara ulaştığına dair iddialı çıkarımları olan Tokarczuk'un yazarken enteresan bir tercihi olduğunu da söylemek gerek. O da şu: Metin içinde rastgele seçilmiş bazı cins isimler büyük harfle başlıyor. Ben ilk başta "Nasıl bu kadar yazım yanlışı yapılmış" diye düşünürken sayfaları çevirdikçe farklı bir durumun söz konusu olduğunu anladım ve mevzuyu yayınevine sordum. Yayınevi, bunu yazarın bilinçli tercih ettiğini, birçok dile tercüme edilen romanın her versiyonunda aynı durumun mevcut olduğunu ve bu konuda çok fazla soru aldıklarını da belirtti.
Niye, neden bu yapıldı bilmiyorum ama siz de çok yazım yanlışı yapılmış diye düşünmeyin, belli ki Tokarczuk bize bir şeyler daha anlatmaya çalışıyor...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.