Giriş Tarihi: 28.5.2010

Amerikan 'efsaneleri'

Son günlerde Amerika'nın çağdaş efsane yazarlarının eserleri peş peşe yayımlandı tesadüfen. İki roman ve bir öykü derlemesinden oluşan bu eserler, bir ülke edebiyatının kalbine yolculuk yapmak için son derece ideal seçimler... ELİF TANRIYAR suskun, kendileriyle çatışma halinde, kararsız ve bir o kadar da hüzünlü karakterleri anlatan kitapları yazdı

Amerikalı yazar David Foster Wallace, kendisiyle 1995 yılında yapılan bir röportajda, Amerika'da yaşamanın nasıl bir şey olduğu sorusunu şöyle cevaplar: "Amerika'da yaşamanın hüzünlü bir yanı var. Bu hüzün kendini bir çeşit kaybolmuşluk şeklinde gösteriyor. Bunun bizim kuşağımıza özgü bir şey olup olmadığını gerçekten bilmiyorum." Evet, bu sözler biraz da çağdaş Amerikan edebiyatını tanımlıyor aslında. Bir parça hüzünlü ve bir parça kaybolmuş... Son günlerde Amerika'nın çağdaş efsane yazarlarının eserleri peş peşe yayımlandı tesadüfen. İki roman ve bir öyküler seçkisinden oluşan bu eserler, bir ülke edebiyatının kalbine yolculuk yapmak için son derece ideal seçimler...

GÜZELLİĞİN PUL PUL DÖKÜLEN SIRLARI...

Bütün peri masalları dileklerle başlar. Güzeller güzeli ancak talihsiz genç kızın karşısında aniden bir peri belirir ve "Söyle bana dileğini!" der. Bu andan itibaren kızın talihi düzelir ve masal da mutlu sonla biter. Joyce Carol Oates'un Güzel Bir Kız'ı da benzer bir mizansenle başlıyor. Güzeller güzeli ancak talihsiz bir kız olan 16 yaşındaki Katya, zenginlerin gözde sayfiye kasabalarından birinin alışveriş caddesinde, dadılığını yaptığı iki küçük çocukla gezinirken, aniden yanı başında duyduğu "Peki sen ne isterdin, eğer bir dilek hakkın olsaydı?" sözleriyle irkiliyor. Ancak masalların aksine, bu cazip vaat bir periden değil, beyaz saçlı, son derece etkileyici ve varlıklı görünümlü, yaşlı bir adamdan gelmektedir. Söz konusu vaadin ise masallardaki gibi masum bir amaca yönelik olmadığı ilk başta anlaşılıyor. Çünkü bu konuşma, hiç de masum olmayan bir atmosferde, Katya lüks bir çamaşır mağazasının vitrininin önünde, kırmızı, son derece seksi bir çamaşır takımına bakarken yaşanıyor. Evet, bu öykünün başlangıcı masalları anımsatabilir, masallarda zengin krallar fakir genç kızlarla evleniyor olabilir ama o masum masalların hoş görmeyeceği bir şey varsa o da 68 yaşındaki yaşlı bir adamla, 16 yaşındaki daha çocuk sayılabilecek bir genç kızın arasındaki aşktır! Babası o küçük bir kızken ailesini terk edip giden bir kumarbaz, annesi ise sürekli sevgili değiştiren ve çocuklarını umursamayan basit bir kadın olan Katya; kardeşleri tarafından da görmezden gelinen, son derece uyanık ve zeki ama bir o kadar da saf ve masum, güzelliği ise erkekler dünyasında başına bela olan, tipik orta sınıf Amerikan küçük kasaba kızlarındandır. Hafif sonradan görme bir ailenin çocuklarına dadılık yapmaktadır. Marcus Kidder ise New Yorklu, son derece köklü ve zengin bir ailenin yaşayan son üyesi, yazlık kasabanın en seçkin siması, eski bir çocuk kitapları yazarı ve ressamı, aynı zamanda da bir müzisyendir. Yine de her şey masumca başlar. İlk görüşmenin ardından Katya, hafif ürkmüş bir şekilde yaşlı bay Marcus Kidder'ın yanından onu bir daha görmemek üzere ayrılsa da olaylar tam tersi şekilde gelişir. Annesi için para bulma telaşıyla arayabileceği tek insan olan Marcus Kidder'a koşan Katya, böylece olayları da başlatmış olur. Resim yapması için para karşılığı Bay Kidder'a poz vermeye başlar Katya. Ve böylece aralarında tuhaf bir ilişki gelişmeye yüz tutar yavaş yavaş. Hayatı boyunca kimseden sevgi görmemiş olan Katya, gittikçe bu yaşlı adama doğru çekilmeye başlar. Öte yandan Bay Kidder ise gerçek bir güzellik koleksiyoncusudur ve bu küçük kızdan ne istediği belirsizdir. Biz akıllı okuyucular ise onun neyin peşinde olduğunun gayet farkındayızdır elbette! Annesinin yanında küçük yaştan beri bir nevi staj gören Katya da olayların gidişatı konusunda fikir sahibidir doğal olarak. Ama bir yandan sevgi ve şefkat ihtiyacı, diğer yandan evin sunduğu lüks ve güzellik dolu ortam onu büyüler. Kendini özel hissetmeye başlar orada. İşin bir de esrarengiz boyutu vardır. Bay Kidder, sürekli olarak onu özel bir görev için hazırladığını söylemekte ancak bu konuda ser verip sır vermemektedir. "Hah işte!" deriz, bu yaşlı pedofilist sapık, küçük kızı ağına düşürmeye hazırlanıyor! Öte yandan yavaş gelişen olaylar birden hızlanmaya, bu arada av ve avcı da gittikçe yer değiştirmeye başlar. Gerçekte kim kimi baştan çıkarmaktadır ve aslında gerçekte kim büyük bir tehlikeyle karşı karşıya gelmek üzeredir acaba? Ve hikâye beklenmedik bir biçimde, dramatik bir şekilde sonlanır. Amerika'nın yaşayan en önemli yazarlarından biri olarak nitelendirilen Joyce Carol Oates, pek çok edebiyatsever tarafından her an Nobel alması beklenen, son derece yetenekli bir isim. Yeteneğinin yanı sıra zengin hayal gücüyle de tanınıyor. Neredeyse bir yaranın üstündeki kabuğu kazır gibi ortaya çıkarttığı, görünenin ardındaki gizli olan kokuşmuşluk ve dehşet duygusu, Amerikan trajedile ri ve küçük kızlarla onların peşinde koşan yaşlı ve seçkin görünümlü erkekler ise onun defalarca etrafında döndüğü temaları oluşturuyor. Yalnızca yaş değil, sınıflar arası farklara da değindiği bu son romanı yurtdışındaki eleştirmenler tarafından kimi açılardan eleştirilse, 'uzun tırnaklı' hafif meşrep anne gibi çok sayıda klişelerin plastik etkisi yarattığı ve kahramanlarının derinliklerine inmeden tüm işi okuyucunun hayal gücüne bırakmakla suçlansa bile; yazıdaki benzersiz ustalığı, gerilimi her daim düşürmemeyi başarması, zeki sıçramaları ve her zamanki şiirsel dilinin güzelliği yönünden Joyce Carol Oates'un hakkını teslim etmeden geçemiyorlar yine de. Güzel Bir Kız, son kertede son derece güzel bir kitap. Bir tür post modern Lolita denemesi. Ya da büyülü olmak yerine gazetelerin üçüncü sayfalarına uygun olmayı seçen bir tür modern zaman masalı. Çevirmeninin başarısını da göz ardı etmemek gerekiyor bu arada.

AMERİKA'NIN KALBİNDEN SESLER

Geçiyoruz, Zadie Smith'in sunumuyla bir öykü derlemesine... Amerika'nın Yanık Çocukları, yalnızca çağdaş Amerikan yazarlarının hayranlarının değil tüm öyküseverlerin kaçırmaması gereken, son derece başarılı bir derleme. Bunu anlamak için Zadie Smith adını görmek de yetiyor elbette. 1975 doğumlu Smith, pek çok seçkin edebiyat ödülünün sahibi, günümüzün en değerli yazarlarından biri. Zadie Smith'in tabiri caizse ismiyle kefil olduğu Amerika'nın Yanık Çocukları adlı öykü derlemesi ise esasında iki İtalyan editörün çalışması. Kitaptaki öyküler, Marco Cassini ve Martina Testa tarafından özenle seçilip bir araya getirilmiş. Smith, kitaba yazdığı önsözde kitabın doğuş hikâyesini de anlatıyor. O ve iki İtalyan editör, birkaç yıl önce İtalya'daki bir edebiyat festivalinde tanışıyorlar. Kısa zaman sonra aynı Amerikan yazarlarına karşı tutkuya yakın bir beğeni hissettiklerini anlıyorlar. O tanışmanın üstünden yaklaşık bir buçuk sene sonra ise iki İtalyan yazar, söz konusu "Y" kuşağı yazarlarından oluşturdukları öykü seçkisini hazır bir şekilde Smith'in editörüne sunmayı başarıyorlar. Smith, Amerika'nın Yanık Çocukları'nı kendi sözcükleriyle şu şekilde tanımlıyor: "Bu seçki, günümüz Amerikan yeteneğinin etkileyici bir enstantanesini teşkil ediyor ve ben bu yazarların hepsini ilk kez bir arada görüyorum. Bu, gerçekten tadına doyulmaz ve beklenmedik bir şey. Bununla birlikte, seçkinin kendisi ve onun zihnimde uyandırdığı sesler, daha çok bir melankoli korosu şeklinde kendini gösterdi. Bana öyle geliyor ki yazarlar, okuyucularına ruhen kendilerinden önce gelen kuşaktan çok daha farklı bir Amerika vadediyor. Bu öykülerin Amerikası, Bellow'un Amerikası'nın geniş olanaklarından, Roth'un erkeklere özgü hışmından, Morrison'ın lirizminden farklı olarak, daha suskun, karakterleri ise izledikleri yolda daha az histerik, kendileriyle çatışma halinde, kararsız ve bir o kadar da hüzünlü. Bu öykülerde anlatılan toplum (ve onları yazan insanlar) ayrıcalıklı, eğitimli, şanslı, zengin ve büyük bir çoğunlukla da WASP (Beyaz Anglosakson Protestan) insanlardan başkaları değil. Peki, bu yazarlar niçin bu denli hüzünlü ve bu denli yanık; bu travma tam olarak nereden kaynaklanıyor? Öykülerde göze çarpan iki şey var: Ölüm korkusu ve reklamcılık. Elbette bu ikisi birbiriyle çok bağlantılı şeyler. Reklamda ölüm yok; bir sanayi olarak anti-ölüm liginde yer alıyor ve bu kuşak reklamın gelişip yaşamlarının dokusuna işlemesine tanık oldu. Bu arada ölüm, masalın sonunda hiç ummadıkları kötü bir iğne olarak kendini gösteriyor. Hastalık, kaza ve saldırıya uğrama korkusu, her yeri sarmış durumda. Bazı korkular yenidir ya da yeni sayılır (son zamanların Amerikan öykülerinde, kitle ölümü apokaliptik fantezisinin sıkça yer alıyor oluşu, tesadüfi olamaz), bazıları ise Amerika'nın kendisi kadar eski." Amerika'nın Yanık Çocukları'nda George Saunders, Matthew Klam, Judy Budnitz, Myla Goldberg, Jeffrey Eugenides, David Foster Wallace, Amanda Davis, Dave Eggers, Julia Slavin, A.M.Homes, Shelley Jackson, Stacey Richter, Aimee Bender, Ken Kalfus, Arthur Bradford, Jonathan Lethem, Sam Lipsyte, Rick Moody, Jonathan Safran Foer gibi isimler, reklam ve tüketici kültürüne yönelttikleri yerli eleştirilerle, sonsuza dek geç kalınamayacağı, ölümün kaçınılmaz olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. Ölümün acımasız varlığı karşısında kendileriyle çatışma halinde olan bu Amerikan çocukları önce yanıyor, sonra küllerinden yeniden doğuyorlar.

GÖNÜLÇELEN'LE BEKLENMEDİK BİR RANDEVU

Sözü 'Amerikan Efsaneleri' diye açmışken, konuyu da gerçek bir efsaneyle bitirelim. 27 Ocak'ta, 91 yaşındayken yitirdiğimiz, nevi şahsına münhasır, münzevi yazar J. D. Salinger'ın Gönülçelen'ini (bir diğer adı da Çavdar Tarlasındaki Çocuklar) duymayan bir edebiyatsever yoktur herhalde. Gerçek anlamda bir efsane olarak nitelendirilen ve tüm zamanların en çok satanları arasında üst sıralarda yer alan Gönülçelen'de; Salinger unutulmaz bir anti-kahraman yaratmış; ağzı bozuk, 16 yaşındaki, sevimli bir okul kaçağının, New York sokaklarında geçen kaçaklık öyküsüyle her okuyanın gönlünde taht kurmuştu. Bu keskin dilli, fırlama karakteri en son 16 yaşındayken bırakmıştık. Ancak adı pek de duyulmamış bir yazar çıktı ve sevgili kahramanımızı 60 yılın ardından diriltmeye kalkıştı. John David California (aslen İsveçli bir yazar olan Fredrik Colting'in takma ismi) Gönülçelen'in devamı niteliğinde olduğunu iddia ettiği bir romana imza attı. Münzevi yazarımız ise (o sıralarda hâlâ hayattaydı!) belki de kendinden beklenmeyecek bir şekilde, evindeki sessizliğini bozdu ve büyük bir öfke içinde Kaliforniya'ya dava açmaktan çekinmedi. Kitap önce yasaklandı ancak bir süre sonra yasağı kaldırıldı. Sırf bu davayla bile etrafındaki efsaneye yeni halkalar eklenen Gönülçelen'in devamı olduğu iddiasıyla kaleme alınan hikâyede neler anlatılıyordu peki? Öykü, aniden uykusundan uyanıp kendisini nerede bulduğunu şaşıran yaşlı bir adamla açılıyor. Yaşlı adam nerede olduğunu şaşırıyor çünkü aslında o, kendisini hâlâ 16 yaşında sanan kahramanımız Holden Caulfield'dan başkası değildir (bu kez adı Mr C. olarak geçer). Ancak artık 76 yaşındadır ve oğlu tarafından yatırıldığı bir bakımevinde kalmaktadır. Ancak ruhu hala 16 yaşında olan kahramanımız, can çıkar huy çıkmaz der ve aynı yıllar önce okuldan kaçması misali, bu kez bakımevinden kaçarak kendini yine New York sokaklarında bulur. Tanıdık yerlerin değişmesinden çok daha acı verici olansa artık yaşlı bir beden taşıyor olmasıdır. Yine de pek çok maceraya atılır ve bizzat Salinger'la tanışmaya bile gider! Bedeni yaşlı olsa da ruhu hâlâ fırlama ve yine hâlâ feci halde geveze olmayı sürdüren '76 yaşındaki Gönülçelen', yurtdışındaki pek çok eleştirmeni ayağa kaldırdı. Son derece zayıf ve saçma bir hikâye olmakla suçlandı. Bir devamdan çok, bir hayran uydurması olmakla nitelendirildi. Gönüllerde hâlâ 16 yaşında yaşayan, edebiyata mal olmuş bir karakteri yaşlandırıp, bozmakla suçlandı. Ancak yine de kitaba kayıtsız kalınamadı. Sevenleri Caulfield'la yaşlılığında dahi olsa bir kez daha karşılaşmak arzusuna karşı koyamadı. Evet, kitap belki hoş bir fanteziden fazlası değil ama yine de eski bir dosta yeniden kavuşmak güzel. Tabii bu bahaneyle orijinal kitabı yeniden okumak için heveslendirmesi de cabası! n

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.