Perşembe 27.01.2011

Yaşam denilen hiçlik...

Simone de Beauvoir'ın, hem ölümsüzlük teması üzerinden insan doğasını hem de Avrupa tarihinin keskin dönemeçlerini gözlemlediği Tüm İnsanlar Ölümlüdür kitabını ELİF TANRIYAR tanıttı

Fransız yazar ve düşünür Simone de Beauvoir, aynı zamanda varoluşçuluk felsefesi denilince ilk akla gelen isimlerden olan Jean-Paul Sartre'ın hayat arkadaşıydı da. İki düşünür yaşamları boyunca durmaksızın yazıp üretirken, birbirlerinden de etkilenip geliştiler. Beauvoir, aynı zamanda bir feministti. Modern feminizmin temelleri onun eserleri aracılığıyla kuruldu. Edebi anlamda da çok sayıda eseri bulunan Simone de Beauvoir'ın 1946 tarihli Tüm İnsanlar Ölümlüdür adlı romanı varoluşçuluk felsefesiyle edebiyatı ustalıkla iç içe geçiriyor. Farklı okumalara açık bir kitap, Tüm İnsanlar Ölümlüdür... Işık Ergüden'in ustalıklı çevirisiyle okuduğumuz bu önemli eserde, kısaca özetlemek gerekirse, yazar ölümsüzlük iksirinden içen bir 13. yüzyıl İtalyan prensi olan Fosca'nın öyküsü aracılığıyla hem ölümsüzlük teması üzerinden insan doğasını hem de Avrupa tarihinin keskin dönemeçlerini ustalıkla gözlemliyor. Ancak bu romanın tek başkahramanı İtalyan Prensi Fosca değil. Hikâyenin başlangıcında tanıştığımız hırslı, güzel ve benmerkezci Régine (yani 'varolmak'ın temsilcisi), hayattaki her şeye artık ölümsüzlük nedeniyle kayıtsızlaşmış ve her durumu aynı gören Fosca'nın (yani 'hiçlik'in temsilcisi) tamamen zıttı olarak yer alıyor hikâyede. Roman, hırslı bir tiyatro oyuncusu olan Régine'le tanışmamızla başlıyor. Régine yalnızca mesleği icabı değil, hayatının her alanında oynayarak var olan bir bireydir. Evin hanımı rolünü oynar, şöhret oyunu, ayartma oyunu oynar. Bütün bunlar tek bir oyundur: var olma oyunu... Hayatın merkezinde kendini gören ve yaşamı yalnızca kendisine yönelik ilgi üstünden algılayan Régine, rol arkadaşı olan Florence'a gösterilen ilgiyi kıskanmakta ve sık sık kendisini onunla kıyaslamaktadır. Kendi var oluşuyla bu denli haşır neşirken, tiyatro grubuyla birlikte kaldıkları otelde konaklayan esrarengiz bir genç adam ilgisini çeker. Tüm erkeklerin ilgisini üstüne çekmeye alışık olan, kendi var oluşunu artık bununla hissetmeye alışık hale gelen Régine, bu yabancı adamın gözlerinin onu bir türlü 'görmemesine' fena halde şaşırır ve durum gittikçe ilgisini çekmeye başlar. Üstelik adam tuhaf laflar ediyordur. "Artık seni görmeye başladım ve işte hayat yine üstüme akmaya başladı," gibi... Régine, Paris'e dönüp onu unutsa da bir süre sonra genç adam tarafından ziyaret edilir. Önceleri onun ısrarlı ilgisinden ve aşkından sıkılsa da adamın inanılmaz sırrını öğrenince -bu genç adam ölümsüzdür!- giderek ona bağlanmaya başlar. Aslında bu bağlanışın altında da yine benmerkezci nedenler vardır. Régine genç adama değil, ölümsüz bir adam tarafından, kendisi öldükten sonra bin yıl da geçmiş olsa hâlâ hatırlanıyor olmak fikrine aşık olmuştur. Régine'in varlığını sonsuza taşımak ve unutulmamak tutkusuna karşın, genç adamın tek isteği her şeyi unutmak ve hiçlikte yitmektir. Çünkü uzun hayatı ona tek bir şeyi kanıtlamıştır: Her şey aynı, her eylem boşuna, yaşam bir hiçlik... Yeniden hiçliğe kavuşmak arzusuyla gittikçe ona karşı kayıtsızlaşmaya başlayan genç adamın peşini bırakmaz Régine ve ondan uzun yaşam hikayesini anlatmasını ister. Fosca'nın yaşamını anlatmaya başlamasıyla da roman ikinci yarısına başlar. Upuzun bir maceralar, savaş ve barış dönemleri, aşklar ve umutsuzluklar eşliğinde 13. yüzyıldaki küçük İtalyan prenslikleri arasındaki savaşlardan başlayarak tüm Avrupa ve ardından dünya tarihini izleriz. Genç ve hırslı prens Fosca ülkesini koruyabilmek ve savaşlardan muzaffer bir şekilde çıkıp, halkını uzun yıllar boyu refah içinde yaşatabilmek için ölümsüzlük iksirinin arayışına düşmüş ve onu en beklenmedik biçimde bulmuştur. Ölümsüzlüğe kavuşan Fosca'nın ilk eylemi, ülkesini sonsuz varlığa kavuşturacak savaşlar düzenlemek ve keskin zekasının da yardımıyla yenilmez bir prens haline dönüşmektir. Bunu başarır Fosca, ancak ilk dersini de çok geçmeden bir keşişten alır. Halkını refaha kavuşturmuş ancak bir veba salgını sonucu büyük kısmını kaybetmiştir. Keşiş şöyle der ona; "Sen onları açlıktan kurtardın ama insan yalnızca ekmekle yaşamaz." Yaptıklarının boşa gittiğini gören Fosca, bu kez bir çocuk sahibi olmayı ve onu istediği gibi büyütmeyi dener. Bu arada oğlunun kız arkadaşına da aşık olur. Ölümsüzlüğünün verdiği güçle oğlunu her tehlikeden sakınıp büyütmek ister. Ancak oğlu kendi kararlarıyla yaşamak, yani "var olmak"ı seçer ve bir savaşta ölür. Âşık olduğu kadın ise onun yaptıklarını ölümsüzlüğü nedeniyle değersiz bulur ve hiçbir zaman sevemez. Yani Fosca yine aynı kaderle karşılaşmıştır. Ne yaparsa yapsın, tüm ölümsüzlüğüne karşı elde ettiği tek şey 'hiçlik'tir. Üstelik 'şeylerin' manasızlığını artık keşfettiği ve onun için dünya güzellikleri sonsuz olduğu için yaşam zevkini de kaybetmeye başlamış ve ölümlülerin tutkularına anlam veremez hâle gelmeye başlamıştır. Fosca'nın artık giderek daha da umutsuzluğa bürünen yaşam yolculuğu Yeni dünyanın kuzeyine, oradan da Fransa'ya dek uzanır. 1848 devriminden 20. Yüzyıla dek uzanır ve yine hiçliğe varır. Hayatın anlamının izini ölümsüz bir insan üstünden süren Beauvoir, bireyin değerinin ne olduğunu ise yaşamı tamamen farklı algılayan Régine ve Fosca karakterleri arasındaki zıtlıklar üstünden görmememizi sağlıyor. Bir yandan da Avrupa tarihinin ilginç detayları eşliğinde zevkle okunan bir hikaye sunuyor okuyucusuna.
KİTAPTAN
"Bütün bu şeyler tamamen gerçek olabilmek için bir bakış bekler gibiydiler." "Bu eşyaların her biri sizinle konuştu," dedi. "Ve siz onları sizin hikâyenizi anlatsınlar diye topladınız." "Nesneleri tutkuyla arzulayabilir insan, ama onlara sahip olduğunda onlardan kurtulmak gerekir." "Herkes kendinin başkalarından farklı olduğuna inanıyordu. Herkes kendini tercih ediyordu ve herkes yanılıyordu; o da diğerleri gibi yanılmıştı. Hiçbir amacı olmayan, ölümlülerin kaygısızlığına kendiliğinden sahip. Neye yarar. Yaptıkların bir hiç. Dokuma tezgahları işliyordu, kazancılar bakır kazanları çekiçliyordu, dik yollarda çocuklar oynuyordu; hiçbir şey değişmemişti; Carmona'da hiç boşluk yoktu; kimsenin bana ihtiyacı yoktu. Bana kimsenin hiçbir zaman ihtiyacı olmamıştı."
Tüm İnsanlar Ölümlüdür Simone de Beauvoir, Çeviren: Işık Ergüden, Turkuvaz Kitap, 413 s., 27 TL

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.