Dünyayı sarsan otuz yıl

Türk edebiyatı ve sineması, son yıllarda memnuniyet verici bir biçimde Osmanlı tarihi üzerinde yoğunlaştı. Bu yoğunlaşma gerekliydi. Çünkü bir milletin tarihi, o milletin sanatının can damarlarından biridir.

Ancak tarihe bakışta, biraz ihmal edilmiş alan var: Osmanlılar kadar atamız ve hemen hemen Osmanlılar kadar görkemli bir dünya devleti: Büyük Selçuklu İmparatorluğu…

Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu'nu olduğu gibi, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu da atalarımız Oğuzlar kurdu. Bugünkü Türkmenistan'ın Merv şehrinde kurulan bu devlet, daha çok İran'da merkezleşti.

Bununla birlikte, çok geniş bir alana hükmetti. Serra Erdoğan'ın romanında geçtiği ifade ile söylersek, Doğu Türkistan'daki Kaşgar'dan Anadolu'nun batısındaki Üsküdar'a kadar…

Anadolu'yu fetheden ve Anadolu'nun Türk yurdu olmasını da sağlayan bu devlet, özellikle 1065 – 1095 yılları arasındaki 30 yıl boyunca hem en görkemli, hem de en fırtınalı dönemini yaşadı.

Bu döneme damga vuran, hırslı ve güçlü bir kadın vardı: Terken Hatun…

Bir Karahanlı prensesi ve Selçuklu sultanı Melikşah'ın eşi olan Terken Hatun, özellikle Melikşah'ın ölümüne yakın dönemde eline geçirdiği korkunç güçle, adeta bütün tarihi altüst edecek kadar etkili oldu.

İşte, dünyanın en güçlü ve en zengin devletini iç savaşa sürükleyen ve kısa bir süre sonra da yıkımına yol açacak olan bu fırtınayı, S. Serra Erdoğan, büyük bir hünerle tasvir ediyor.

S. Serra Erdoğan'ın hikayesi, Sultan Alp Arslan'ın 1066 yılındaki Türkistan seferinden dönüşü ile başlıyor. Tam bu sırada, Terken Hatun, daha çocuk denecek yaşta, kendi emsali şehzade Melikşah ile evleniyor.

Sonra Sultan Alp Arslan döneminde ve Büyük Malazgirt Zaferi'nin yaşandığı yıllarda zaman zaman görünüyor. Ama asıl tarihi, 1072 yılında Melikşah'ın Selçuklu tahtına çıkmasıyla başlıyor.

S. Serra Erdoğan'ın romanı hem tarihimize ışık tutuyor, hem de Türk edebiyatına yeni bir renk katıyor.