Beni eğlendirmeyen işten keyif almam!
"Beşinci bölümde diziye ayar çektik. Artık daha kolay takip edilecek ama dizinin sofistike tadı baki kalacak" diyen Berkun Oya ekliyor: "Beni eğlendirmeyen hiçbir şey yapmaktan keyif almam"
BERKUN OYA FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN!
Evet, dizi işi zor bir iş. Üstelik bunu benden çok daha iyi yapabilecek insanlar var, ben bu alanda iddialı biri değilim.
Onların kafasında bazı düşünceler vardı, bir ortak noktada buluştuk ama bir sene önce Yeni Aktüel'e söylediğim şeyler hâlâ geçerli. Hatta şimdi daha da geçerli, yazdığım için! O dünya ile kurduğum bağın çok sağlam olması olası değil gibi geliyor bana.
Dizi pratiğinde sürekli düşünmek anlamında söylüyorum bunu. Ama ne istediğini çok iyi bilen ve çok iyi tarif edebilen biri Kerem (Çatay). Benim için şans, çünkü benim büyük bir tecrübem yok televizyonda. Zaten ne zaman ekranda bir şey yapsam sonu iyi olmadı. Yani sonuçta evine çok sık gidebileceğim bir arkadaşım değil, televizyon.
CAZİP BİR İŞ!
Film olsa bu kadar çetrefilli ve sofistike kanallardan ilerlemezdi. 25 bölüm diyoruz ama bu hiç kısa bir süre değil. Orada biraz öncelikler meselesi geliyor ortaya. Altı dakika kimsenin bir şey yapmadan boş boş birbirine baktığı, birtakım kadınların yatakta embriyo pozisyonunda, müzik altında uzun süre durdukları bir diziden ne kadar uzak olursak, o kadar huzurlu ve mutlu olacağımız düşüncesi ile yola çıktım.
Benim açımdan hikayedeki bu sofistike, birbirine bağlanan ve karışık kurgu çok cazip... Ama bu seyirciye lezzetli ve takip edilebilir bir şekilde geçtiği takdirde tabii. Seyircinin de bizimle birlikte hareket etmesi gerekiyor...
Evet, seyirciye alıştığından fazla bir şey vermenin en önemli kriterlerinden biri şu olmalı sanıyorum; alıştığı şeyin güzel taraflarını ona yine vermek ama alıştığı şeyin kötü taraflarını da ayıklamak... Bu anlamda alıştığı şey nedir seyircinin, oturup onu takip edebilmek ve bunun fazlasını sağlamak... Burada biz özeleştirimizi zaten ilk üç bölümün ardından çok süratli bir şekilde yaptık.
Tabii. Bir de şöyle düşün: Gerçekten zor bir yola girildi. Yönetmeni, senaristi, oyuncusu, yapımcısı ve setçisi; hepsi çok riskli bir işin içindeler. İlk bölüm yayınlandığında zaten ilk üç bölüm çekilmişti. Dönüşü yoktu yani.
DÜMEN KIRMADIK, KIRMAYIZ!
Bu kadar hazırlanmış bir işte dördüncü, beşinci bölümlerden sonra rötuş yapabiliyorsunuz ancak. Bizim de "Bakın şimdi anlaşılmayacak bir şey yapacağız" gibi bir iddiamız olamayacağına göre, o ayar ancak beşinci bölümden itibaren yapılmaya başlandı.
Yok canım. Ama seyircinin çok daha kolay takip edebileceği bir hale getirildiği kesin... Sonuçta derdimiz insanların bu diziyi seyretmesi... Tabii ki; sofistike tadı baki kalacak. Zaten ne kadar hafifletsek de yapısı gayet komplike...
Hayır. Biz farkındaydık zaten. Ama ayar çekmek başka şey, her şeyi değiştirip yolda dümen kırmak başka bir şey. Biz dümen kırmayız.
Açıkçası insanların evde oturup çok rahat izleyecekleri bir şey yapmakla ilgilenmem ben. Ama dedim ya, o doz aşımını ancak yaşayarak görebilirdik. Şimdi herkes takip edebiliyor hikayeyi. Ayrıca bu; hiçbir zaman çekirdek çıtlatıp, mutfağa gidip gelip izlenecek bir dizi olmayacak.
Olabilir ama ben, beni eğlendirmeyen herhangi bir şeyi yapmaktan keyif almam. Tiyatroda da böyle, televizyonda da böyle. Üstelik ben televizyonda daha önce yaptığım işlerle de bu tepkileri almaya zaman içerisinde alıştım.
TİYATROYA İDDİALI BİR İSİM KOYMADIK
Krek'in bir anlamı yok! Bir kitabı açıp satırlardan birine iki başparmağımı koymuştum; orada da 'krek' yazıyordu, onu seçtim. İsim koymak zaten başlı başına zor ve tehlikeli bir şey. İnsanların çocuğu oluyor adını 'Fidan' koyuyor, 18 yaşına geliyor; 110 kilo bir kız, geçmiş olsun. O yüzden böyle iddialı isimler koymayı hiç düşünmemiştik. Sadece bir adının olması gerektiği için, birtakım harflerin yan yana gelmesi gerekiyordu. O zaman da öyle denk gelmişti işte.
YENİ PROJEYE VAKİT YOK
Ama onun seyircisi de biraz ona göre belirleniyor. Mesela; biz 'Bomba'yı oynarken, o 15 dakikayı gün içinde bir araya sokup sonra hayatlarına devam ediyorlardı. Ayrıca ben bunları, kısa oyunlar diye yazmıyorum. Yazdığım şey; kaç sayfaysa oyun o işte. Bazen 8 sayfa oluyor, bazen 100 sayfa. Bana göre kısa bir oyun değil. 8 sayfa olduğu için kısa oyun deniyor o kadar. O süre içerisinde seyirciye yaşattığınız şeyin, süresel karşılığı çok soyut aslında.
Ne projesi? Dizi dışında hiçbir şey yapamıyorum ki... Sadece yüzümü yıkamak, ayakkabılarımı bağlamak gibi vakitlerim var. Onun dışında hayatımda bir tek dizi yani 'Son' var.
EVDE TELEVİZYON YOK
Hayır, yok! Ama evde TV olmadan dizi yazmanın sıkıntılarını bir şekilde çözüyorum.
Yok canım, dizi izlemek için bir yerlerde televizyon kullanıyorum elbette.
Şöyle açıklayayım; bir eve misafirliğe gittiğimde en aptal reklama bile gözümü ayırmadan bakabiliyorum.
EN SON HABERLER
- 1 İbrahim Tatlıses’in kardeşi hastanelik olmuştu! Hüseyin Tatlı'nın eşinden ilk açıklama geldi!
- 2 'Boşanıyorlar' demişlerdi! Dilan Çıtak ve eşi Levent Dörter iddialara son noktayı koydu!
- 3 Mal varlığı gündem olmuştu! GÜNAYDIN yazarı Yüksel Aytuğ Bülent Ersoy'un servetinin detaylarını bugünkü köşesine taşıdı!
- 4 Bir Gece Masalı'nda Mahir ve Canfeza yeniden eskisi gibi!
- 5 Yeşilçam'ın efsanesi Cüneyt Arkın ölmeden önce açıklamış! "En büyük acım..."
- 6 “Doğal Olan Normal Doğum” pankartı hedefine ulaştı: Maçtan çok bu tartışıldı!
- 7 Dünyanın en zengin insanı Jeff Bezos düğününü bir Türk'ün otelinde yapıyor! Hazırlıklar sır gibi saklanıyor...
- 8 “Otopark Canavarı” davasında beklenmedik karar! Eski manken Duygu Ulaş komşusunu çıldırtan kazayla gündemde
- 9 Pankart hedefine ulaştı!
- 10 Cesur yürek Gamze, Gazze’de fırın açtı: Zulüm altında ekmek üretiyoruz