Giriş Tarihi: 13.12.2011

Magazinel bir edebiyat eleştirisi!

Okan Bayülgen, 'Kral Çıplak' programında "Ben, Ajda Pekkan'ın bayramda elini öpmeye gitmek isterim. Aslında onun retouch'çısına (rötuşçu) gidesim var. 60 santimlik bacaklarını nasıl iki katına çıkarıyor?" demiş. Şaşırtıcı mı? Değil. Çünkü magazin dünyasında böyle paslaşmalar vardır. Karşı taraf da o pası alır; böylece ortaya öylesine bir gündem çıkar, günlerce bu polemik konuşulur, işin suyu çıkar. Onun için en ciddi tartışmalarda bile "Lütfen konuyu magazinleştirmeyin" denmesi bundandır… Çünkü çoğunluğa magazin hafif gelir, sulu gelir. Tamam… Diyelim ki magazin hafif bir şey… Herkes birbirine çakıyor, herkes birbiriyle yarışıyor, polemikler diz boyu… Ama… Aynı tavrı bir edebiyatçının yazdığı kitabın satır aralarında da görüyorsunuz. Yani magazin o kadar hafif değil aslında. Ya da günümüz edebiyatı o kadar ağır değil…

SÜPERSTAR'A GÖNDERME
Neyse, sözü bağlayalım… Ayşe Kulin'in 'Gizli Anların Yolcusu' adlı romanını okurken ilginç satırlarla karşılaştım. Buyrun okuyun: "…Asla yaşlanmayan, dünya durdukça genç kalmakla cezalandırılmış süperstarımız sahne aldı. Gözucuyla kadınlara bakıyordum. Hepsi de dikkat kesilmiş, boşuna bir gayretle kusur aramakla meşguldüler sahnedeki fenomenin üzerinde. Görülmemiş bir enerjiyle hoplayıp sıçrayan mucizede hiç kusur yoktu. O bir sahne canavarıydı, sadece sahnede yaşamak için dünyaya gelmiş, sahneye yakışan, sahneyle bütünleşen, ete kemiğe sanki sadece sahnedeyken bürünen, sahnede can bulan bir varlıktı. Sahnedeyken insanüstüydü… 'Sen bunu bir de gündüz gözüyle gör, korkarsın' diyordu masada karşı tarafımda oturan hanım, yanındaki hanıma. 'Siz de o zaman gündüz gözüyle görmeyin, sahnede seyredin sadece çünkü o, bu sahnede kalmak ve gözlerimizi kamaştırmak için yıllardır olağanüstü bir çaba harcıyor. O herhangi biri değil ki, herkes gibi olsun!' diye söylenirken buldum kendimi…" (Sy 9) Ne diyelim… Sanırım kimden söz edildiğini siz de anladınız. Fazla söze gerek yok. Gelelim edebi polemiğe… "Beş para etmez romanları, üzerine bilmem kaç dile çevrildi diye yalan yanlış bantlar koyarak çok satanlar listesine sokuyorlar…" (Sy 21-22) Ben bir çırpıda anladım. Serdar Özkan'ın 'Kayıp Gül' kitabı '50'yi aşkın ülkede 44 dilde okundu' diye pazarlanmıştı… Üstelik bugünlerde kitabın ikincisi 100 bin baskıyla raflardaki yerini almış.
BUNU DA SİZ BULUN!
Ve satır aralarından bir başka edebiyatçıya daha eleştiri getiriliyor! "Bizim ne müritlerimize sırtımızı dayayacak cemaatlerimiz var hanımefendi, ne de emirle kitap aldırma gücümüz. Parmağımızı şıklatınca televizyon kanallarından, kitap ya da haftasonu eklerinden istifade edeceğimiz medya kuruluşlarımız da yok…" (Sy 22) "…Kitap üç-beş ilanla satılmıyor ne yazık ki… Okur desteği, yazar desteği hatta (elimle tespih çeker gibi yaptım) cemaat desteği gerekiyor…" (Sy 22) Ben aradan çekiliyorum. Hadi burada söz edilen kişinin kim olduğunu da siz bulun…

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.