Türk milleti iki şeye haddinden fazla ilgi duyar; birincisi, belediyelerin açtığı çukurlar. Ki üşenmeyin bakın, nerede bir altyapı çalışması yapılsa, çukura manasızca bakan onlarca insan görürsünüz. İkincisi de birbiriyle kavga eden insanlar. Bizde kavga da seyredilen bir aktivitedir… Ona buna sataşmak, içerikten bağımsız olarak, ilgi uyandıran bir aktivite olduğundan, memleketin önde gelen simaları da buradan nemalanmanın yollarına bakıyor. Ve artık, sosyal medyanın bile her türlüsü, savaş alanına dönüşüyor. Ben kendi adıma, bu durumdan fena halde sıkıldım. Yaklaşık bir haftadır gündemi meşgul eden, Fazıl Say'ın alevlendirdiği 'arabesk yavşaklığı' konusuna girmek gibi bir düşüncem de yoktu ama durum, birkaç cümle etmeyi zorunlu kılıyor. Niyetim dövüşe dâhil olmak değil, inandığım birkaç şey var; onları söyleyip, müsaade isteyeceğim… Tarihteki tüm müzik akımlarının, köklerini ve ruhunu aldığı bir sosyal sınıf mevcuttur. Pop, hip-hop, rock, blues… Bu, Fazıl Say'ın 'yavşaklık'la suçladığı arabesk için de böyledir.
ARABESK BİR İFADE BİÇİMİYDİ
80'lerin ezilmiş kesimleri, kendilerini, o dönem; Ferdi Tayfur'la, Orhan Gencebay'la, Müslüm Gürses'le ifade ediyordu. 'Batsın Bu Dünya'yı veya 'Sabahçı Kahvesi'ni yüz binler koro halinde söylüyordu. Çünkü bir sebepleri vardı. Çünkü merkez, kendi kriterlerine uymayan bu topluluğu, itinayla görmezden geliyordu. Ötekileştirildikçe, kendilerine özgü zevkler yarattılar. Bu zevklerin birçoğu, merkezinkilere hitap etmedi. Onlar arabesk konserlerde bileklerini keserken, biz her pazar sabahı, TRT'de klasik müzik dinledik. Ne kadar Mozart, o kadar geliştik zannettik. Sonra dünyadaki ekonomik dengeler değişti. Bir dönem görmezden gelinenler, yavaş yavaş ekonomiyi de kontrol etmeye başladı... O varoş diye adlandırılan kitle, şehir yaşamının bir parçası oldu. Birçok olumsuzluğu beraberinde getirdi bu durum, ama sonuçta oldu! Daha fazla kazanmaya, merkeze daha fazla yaklaşmaya başladılar. İşte bu yüzden, Gülhane konserlerinde jiletleme devri bitti. Müslüm Gürses de, Ferdi Tayfur da, Orhan Gencebay da çok değişti. Önemli bankaların, GSM operatörlerinin yüzleri oldular. Çünkü onların ağzının içine bakan kesim, artık ekonominin de ciddi bir aktörü olmuştu. Şimdi kim Müslüm Gürses'in olağanüstü bir yorum olmadığını söyleyebilir? Orhan Gencebay'ın bir müzik dehası olduğu fikrine katılmayanımız var mı? Yıllarca ötekileştirdik, görmezden geldik ama dünya hem onları hem bizleri fazlasıyla değiştirdi, birbirimize yaklaştırdı. İki taraf da birbirinden yeni şeyler öğrendi. Bu, madalyonun bir yüzü. Bir de diğer yüzü var... Yani, ne oldu da Fazıl Say, aslında düzgün cümlelerle, günlerce konuşabileceği bir konuyu, 'yavşaklık' olarak özetlemeye kalktı? Bu sorunun cevabı, aslında Türk medyasının içinde bulunduğu kısır döngünün de ifadesidir. Fazıl Say, "Arabesk müziğin icrasında bir takım problemler var. Bir sanatçı olarak bu tür müziği tasvip etmiyorum" deseydi; biz bugün bunların hiçbirini konuşmuyor olacaktık. Çünkü manşetlerde yer almayacaktı. Medyamız sivrinin, polemik yaratıcının ve agresif olanın kutsandığı bir dönem yarattı. Türk toplumu, artık bir yerlerde ifade edilebilmenin en kestirme yolunun, çizgi dışı davranmak, çizgi dışı konuşmak olduğunu biliyor. Gazetelere bakıyor, mikrofonu karşı tarafa tutturacak cümleler manşette... Akşam televizyona bakıyor; rakiplerinin arkasından sallayan yarışmacılar daha fazla seviliyor... Ünlüler ne kadar polemiğe giririyor o kadar kazanıyor... Sosyal medyaya bakıyor, köşe yazarlarının kavgaları taraftar rekoru kırıyor. Çıksa iki düzgün cümle etse, kimsenin dönüp bakmayacağını iyi biliyor, bu yüzden sivri konuşuyor; çünkü medyamız artık neyi konuştuğuna değil, nasıl konuştuğuna bakıyor... Ve bu psikoloji o kadar yerleşiyor ki, memleketin dünya çapındaki bir sanatçısı, kendini ifade etmek için belden aşağı bir kelime kullanmak durumunda kalıyor, bir müzik türü için 'yavşak' diyebiliyor. Çünkü bu şekilde, düzgün cümlelerle anlattığında yaratacağı etkinin çok fazlasını elde ediyor. Fazıl Say'ın yaptığı yorumun elle tutulur tarafı yoktur. Zaten, iki vakte kalmaz, yerini yeni bir polemik konusuna bırakır. Bu hadisede, şapkasını önüne koyması gereken Türk medyasıdır; agresifliği, polemiği ve sivriliği kutsayan Türk medyası...