Carrie ve kızlar iki yıl sonra yine ortaya çıktılar. Birkaç aydır Amerika'da 'Sex and the City 2' için yapılan reklam ve tanıtım öyle bir hale geldi ki, istemeseniz de her yerde karşınızdalar... İnsanın içinden, sanki peşinizden düşmeyen eski bir erkek arkadaş gibi "Off yine mi siz?" diyesi geliyor. Eleştirmenlerin kötülemesine rağmen yine de bu filme gittim. (Bu hafta ne yazacağım derdim olmasın diye gittim açıkçası...) Aslında filmin hayat ve ilişkiler hakkında derin ve anlamlı mesajlar vermesini falan beklemiyordum. Çünkü kadınlar bu filme biraz da sahip olamayacakları bir fanteziyi tatmak için gidiyorlar. İzleyicisinin derdi, hayatın gerçek sorunlarını görmek değil. Tam tersi sorunlardan kaçmak... E bir de 10 milyon dolarlık bir gardıroptan söz ediliyor. Hiç olmazsa Vogue'un 'September Issue' dokümanterini izler gibi bakarsınız işte...
KONUSU GÜNCEL VE GERÇEK
'Sex and the City' dizisi yıllarca kadınların ilgisini çekmişti çünkü farklı bir şey yakalamışlardı. Konu güncel ve gerçekti... Dizideki kadınların arayışları, ilişkilerini sorgulamaları normal kadınlarınkine benziyordu. Dört arkadaşın arasında bir denge vardı ve kadınlar her bir karakterde bir parça kendilerini buluyorlardı. Pahalı mekanlar, kıyafetler ve seks de pastanın kreması gibiydi ve kadınların hayal gücünü besliyordu. Dizideki zenginliğin bir ayağı yere basıyordu. 'Sex and the City 2' filminde, dizinin hayranlarının sadakatini resmen suistimal etmişler. Filmde, Carrie'nin canı sıkılıyor. Mr. Big ile daha iki yıllık evliliklerinde monotonluk başlamış. Onca yıl peşinden koştuğu evliliğini ve geçmişini sorguluyor. Biraz da özel hayatında karmaşayı seviyor herhalde... Evlilikten ne beklediğini tekrar tanımlamaya ihtiyacı var. Bu sorgulamayı da en iyi nerede yapabilir? Tabii ki Abu Dabi'de.. Öte yandan Samantha'da bir genç kalma derdi başlamış. Miranda, evde sutyensiz gezen genç bakıcıyı kıskanıyor. Charlotte ile anne olmanın kadınlığı nasıl değiştirdiğini konuşuyorlar... Yani konulara baksanız; aslında kendinizden de bir şeyler bulacağınız, zevkle izlenecek bir film gibi. Ama neden bu kadar ağır eleştiri aldığını, seyredince anladım... Evlilikte aşkı koruyabilmek, profesyonel hayatı ve anneliği bir arada götürebilmek, kadınların yaşlanma derdi gibi konuları, filmdeki oyuncular ve yazarlar aslında bize çok daha kaliteli bir senaryo ve diyaloglarla sunabilecek kapasitedeler ama yapmamışlar. Saçma, bir bağ kuramadığınız, zevksiz ve zenginlikten nefret edeceğiniz kadar kötü bir fantezi sunmuşlar. Kadınların bütün istek ve ihtiyacı sanki Jimmy Choo feminizmi! Kendinize bir Mr. Big bulun, ondan sonra çocuğunuza bir bakıcı; sonra para size akıtılırken, siz istediğiniz işi zevk için yapın... Bundan tatlı bir hayat mı olur? Ama kadınların filmdeki gibi bütün paralarını hesapsızca ayakkabı, kıyafet ve botoksa harcayabilmesi gerçekten tatlı bir hayat mı? Yoksa tatminsiz bir hayat mı? Yapımcılar filmi kadın gücünün ve bağının örneği olarak tanıttılar. Eleştiriler de bu noktada yoğunlaşıyor zaten. Deli gibi sınırsız alışveriş ve önüne gelenle seks yapmak kadının gücünün ve özgürlüğünün değil, olsa olsa tatminsizliğinin göstergesidir...
SARHOŞ OLUYORSUNUZ
Filmin 10 milyon dolarlık gardırobunda o kadar abartılı kıyafetler var ki, sanki Joan Collins'in kıyafetleri ödünç alınmış gibiydi. Carrie 45 defa, diğerleri 27 defa kıyafet değiştirmiş. Bir sahneden diğerine geçişte kıyafet de değişiyor; neredeyse sette değişecekler. Resmen haute couture sarhoşu oluyorsunuz. Filmdeki lüks, tadında değil; özenilecek cinsten hiç değil... Tüketime köle olmuş kadınlardan başka bir şey görmüyorsunuz. Film, birincisi kadar uzun sürüyor, yani ölçüsü kaçmış iki buçuk saat... İnsan o kadar zamanda yaşlandığını falan hissediyor. İlkinde olduğu gibi yine sonunu bekleyemedim. Anlayacağınız, seksin ve alışverişin tadı iyice kaçmış.