Giriş Tarihi: 1.8.2010

Alkol ve nikotinden kaçış yok

Alkol ve nikotin fobisi olanların hayatı hiç de kolay değil. Yakınında biri içki içtiğinde bile huzursuz olanlar, yurtdışına giderken bardağını götürenler var. Ama en iyisi biraz rahat olmak. Çünkü pek çok meyvede alkol, sebzede de nikotin var

Sabancı Müzesi'nde Picasso'nun eserlerinin sergilendiği günlerden birinde bahçe kapısına kadar uzanan kuyruğun en arkasına takılmış, bir saati aşkın süre sonra müze gişelerine kadar yaklaşmıştım. Bir ara önümdeki iki genç kızın aralarında hararetle fısıldaşmaları kulağıma çalındı. "Çok sıkıştım, daha fazla dayanamayacağım," dedi biri arkadaşına. Öteki ise tuvaletin üst katta, restoranın arkasında olduğunu söyledi. Zor durumdaki kızcağızın gözleri dehşet içinde açıldı. "Ama ben oradan geçemem. Orada içki içiliyor!.." diye bağırdı. Sözünü ettiği yer, İstanbul'un en nezih restoranlarından Müzedechanga'ydı ve o saatte içeride içki içen bile yoktu. İçki içmeyenleri iki, hatta üç gruba ayırmak mümkün. Birinci grup içki içmediği halde içenlere de aldırış etmeyen en kalabalık kesim. İkincisi içki içmeyen, başkalarının da içkisine elinden geldiği kadar engel olmaya, zorluk çıkarmaya çalışanlar. Ve nihayet üçüncüsü, Sabancı Müzesi'ndeki genç kız gibiler, yani alkolden büyük korku, tiksinti duyanlar. Bu üçüncü gruba girenler için tıp dünyası, alkol fobisi teşhisi koyuyor. Fobiler bilindiği gibi Yunanca 'korku' anlamına gelen phobos sözcüğünden türetilmiş. Alkol ve içki içmeyle ilgili üç fobi var: 'Potofobi', Latince içmek anlamına gelen potorius'tan adını alıyor. 'Dipsofobi', Yunanca susamak anlamına gelen 'dipsa'dan türetilmiş. Bir de 'methifobi' var; bu da Yunanca alkol anlamındaki 'methy' sözcüğünden geliyor. Bunların hepsinde ortak özellik, alkollü içki içmek ne kelime, yakınında birileri içtiğinde bile büyük huzursuzluk, terleme, baş dönmesi gibi sıkıntıların ortaya çıkması. Kuşkusuz bütün fobilerde olduğu gibi alkol fobisinde de değişik etkenler rol oynayabiliyor. Kişinin kendi yaşamında alkol ile bağlantılı bir travma geçirmiş olması mümkün. Örneğin anne ya da babanın alkolik olması veya kendi hayatlarının bir döneminde içkiyi aşırıya kaçırdıkları için birtakım olumsuz sonuçlar yaşamaları bu gibi etkenlerden. Sonuçta alkol fobisi olan kişiler sırf içki içiliyor diye aile toplantılarına ya da düğünlere katılamaz hale geliyorlar. Hıristiyanlıkta Mormonlar, İslam'da da köktenci bazı mezhepler mensuplarına alkolün her türlüsünü yasakladıkları, onları kullananları dinsel suç ve günah işledikleri için öteki dünyada bunun cezasını çekecekleri konusunda uyarı bombardımanına tuttuklarından, aşırı mutaassıp toplumlarda alkolün bireyi ahlaki çöküntüye götürdüğü görüşü giderek yayılıyor; bilinçaltında bir karabasan gibi algılanan alkol nihayet fobiye dönüşüyor.
DAVETLERDE İÇKİ DEĞMEMİŞ BARDAK İSTENİYOR
Tutucu Yahudilerin aynı kaptan etli ve sütlü yiyecek yemediklerini, bir mönüde et ve süt ürünlerinin bir arada yer almadığını bilirdim. Hatta daha da tutucuların et yemekleriyle sütlü yiyeceklerin tabaklarını ayrı ayrı yerlerde muhafaza ettiklerini, hiçbir zaman et tabağına sütlü yiyecek koymadıklarını da duymuştum. Şimdi İslami dünyada da alkolle ilgili benzer uygulamalar görülüyor. Örneğin Suudi Arabistan'ın eski Petrol Bakanı Zeki Yamani'nin kızı Sara ile Harvard mezunu Melik Dahlan'ın Çırağan Sarayı'nda yapılan düğünleri için garantili 'içki değmemiş' bardak ihtiyacı doğduğunu, bu amaçla düğün sahibinin Paşabahçe'ye altın yaldızlı 30 bin adet kadeh siparişi verdiği gazetelerimizde boy boy yazıldı. Bu görkemli düğün öncesinde tek tük bazı kişilerin yurt dışına giderken bavullarında kendi bardaklarını götürdüklerini, içkisiz Türk kebapçılar ya da özel ev davetleri dışında bir yerde yemek yiyecekleri zaman, çantalarından kendi bardaklarını çıkarıp bu bardaklardan su içtiklerini okurduk. Meğer alkol fobisi tahminlerimden daha da yaygınmış. Bundan birkaç yıl önce Almanya'nın Rheingau şarap bölgesine bir gezi düzenlenmişti. Ren Nehri kıyısındaki Rüdesheim kentinde, geniş bağlar arasındaki Carl Jung şarap evini ziyaret ettik. Burada sadece normal şarabın içindeki alkol ayrıştırılarak çekilip alınmakla kalmıyor, bu yolla elde edilen mis gibi üzüm alkolünün bir kısmı brendi olarak işleniyor, geri kalanı da Fransa konyaklarına katkı olarak satılıyordu. Uyanık üretici bir şaraptan üç kez para kazanıyordu. Tattığım alkolsüz şarabın bir şeye benzemediğini söyleyebilirim. Daha doğrusu, şarapta lezzeti taşıyan öğe alkol olduğu için, bu madde çıkarıldığında geriye sadece yavan bir üzüm suyu kalmıştı. Almanya'da da bu şarabın satışının iyi olduğunu duyunca şaşırdım. Trafik denetimlerinden çekinen sürücüler, grup halinde gittikleri bir lokalde arkadaşları alkollü içkilerini yudumlarlarken, onlar da alkolsüz şarap içmeyi tercih ediyorlarmış. Bu yazıyı yazarken gelen internet mesajından, bizde de alkollü yakalanan sürücülere hapis cezası verileceğini öğrendim. Bu durumda bizde de yakında alkolsüz şarap üretiminin başlaması beklenebilir.
ARAPLAR ALKOLSÜZ ŞARABA MERAKLI
Alkolsüz şarabın en büyük alıcısı Araplardı. Fabrika yetkililerini biraz sıkıştırdığımda, alkolsüz şarapların da etiketinde yazıldığı gibi tümüyle alkolsüz olmadığını, az miktarda alkol içerdiğini ama belli bir düzeyin altında kaldığı için alkol derecesinin belirtilmediğini öğrendik. Başka bir deyişle, Arap dostlarımızın şık davetlerde 'tümüyle alkolsüz şarap' diye birbirlerine hava atarak ellerinde gezdirdikleri kadehlerde, ne kadar arındırılırsa arındırılsın, yine de bir miktar alkol bulunuyordu. Son yıllarda alkolsüz mendiller, kolonyalı mendillerin pabucunu dama attırdı. Hacı yağı olarak bilinen alkolsüz parfümler, zaten oldum olası belli kesimlerin koku ihtiyacını karşılamaktaydı. Buna karşın gizli alkol kaynakları her an çevremizde. Üstelik bunların bir bölümünü sağlığımıza kavuşmak için kullanıyoruz. Örneğin birçok öksürük şurubunun içinde az miktarda alkol var. İnanmayacaksınız, ben de inanamadım ama okuduğum kaynaklar ağız çalkalamada kullanılan toniklerle diş macunlarında da eser halinde alkol bulunduğunu söylüyor. Kaynaklara göre, evde yapılan keklerde bile alkol var. Tabii ev hanımı, kek hamuruna alkol katmıyor ama hamur mayalanırken ortaya alkol çıkıyor ve keke kendiliğinden karışmış oluyor. Eskiden gazete ve dergilerin yemek tariflerinde şarap katılarak yapılan soslara sık sık rastlardım. Su 100 derecede, alkol ise 80 derecede buharlaştığı için15 dakika kadar kaynatılan, örneğin şaraplı bir rizottoda alkolün zerresi bile kalmıyor, olsa olsa şarabın üzümden gelen güzel aromaları hoş bir iz bırakıyor. Ama bu da alkol fobisi olanlara göre bir yemek değil. Nitekim giderek medyada şaraplı yemek tariflerinin de azaldığı görülüyor. Böyle bir ortamda başbakanımızın içki ve sigara yerine bol meyve ve sebze yenmesini önerdiği konuşması önce gerçekten kulağıma çok hoş geldi. Öyle ya, sigaranın zararlarını, artık sağır sultan bile duymuştu. Alkolde durum gerçi biraz daha farklıydı. Ben de medyanın yalancısıyım; örneğin birçok bilimsel araştırma özellikle kırmızı şarabın ölçülü tüketilmesi halinde sağlık açısından yararlarını ortaya koymuştu. Ancak işin bir de dinsel bakış açısı vardı ve bu yönden bakıldığında sağlık geri planda kalıyordu.
ÜZÜM ŞIRASI EKŞİDİKÇE ALKOL ORANI ARTIYOR
Ne yazık ki, biraz araştırınca, o meyve ve sebze meselesinin de altından çapanoğlu çıktığını fark ettim. Örneğin muz; bir kilo muzda tam tamına 6 gram saf alkol varmış meğer. Doğal meyve sularının litresinde 3 gram, hatta üzüm suyunda 10 gram alkol varmış. Üzüm şırasına hiç değinmek istemiyorum, zira şıra ekşimeye başladığında içerdiği alkol oranı hızla tırmanıyormuş. Söz içeceklerden açılmışken, son zamanlarda giderek moda olan kefirde bile alkol varmış. Meyveler olgunlaştıkça, içlerindeki alkol artıyormuş. Ama araştırmalarımda son nokta, insanoğlunun kendi vücudunun da alkol ürettiğini okumam oldu. Buna göre 80 kilo ağırlığında bir insanın vücudunda bizzat kendi organizması tarafından üretilen 1,68 gram saf alkol bulunuyormuş. Bu bilgilere ulaştıktan sonra, başbakanımızın nikotinden de uzak durmamızı, yerine sebze ve meyve yememizi tavsiye ettiğini hatırladım. Bir de doğal gıdalarımızdaki nikotine göz atayım dedim. Keşke demeseydim. New England Journal of Medicine tıp dergisinde yayımlanmış bir rapor çıktı karşıma. Raporda domates, patates, karnabahar ve patlıcanın nikotin içerdiği belirtiliyor, "10 gram patlıcan ya da 50 gram karnabahar yiyen birinin üç saat süreyle kapalı bir mekânda duman altı olan kişi kadar nikotin almış olacağı," açıklanıyordu. Haydi gelin de sebze ve meyve yiyin bakalım. Alkol ya da nikotin fobisi olan kişilerin hayatı çok zor. En iyisi bir biçimde alkol ve nikotine daha mesafeli, hoşgörülü bakabilmeyi öğrenmek. Yoksa her şeyin içinde alkol ve nikotin arayarak sağlıklı bir ömür geçirilmez.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.