Pazar 15.08.2010

Tarifsiz bir neşe

Bu hafta vizyona giren Sylvester Stallone'nin Cehennem Melekleri filmi ve Nick Cave'in son videosu, dünyayı kurtaran erkekler dayanışmasını anlatan bir iyi, bir kötü iki örnek

Bu hafta, orta yaşlı erkeklerin küçük asker birlikleri halinde gövde gösterisi yapma haftası. Yakıyor, yıkıyor, bazı genç kızları kurtarıp bazılarına karşı halkı uyarıyorlar. Cehennem Melekleri'nde (The Expendables), zirveyi 80'ler ve 90'larda gördüğü için artık gözden çıkarılmış olmaktan endişe duyan aksiyon yıldızlarını bir arada izlemek, insanın içini nostaljik bir sinema keyfi ve güncel bir şefkatle dolduruyor: "Sizi hâlâ seviyoruz çocuklar..." Nick Cave'in, sahneye sutyen fırlatılmasını adeta talep eden şarkılarla dolu Grinderman projesinin eylülde yayınlanacak ikinci albümünden ilk single Heathen Child'ın nette gezinmeye başlayan videosunu ise ancak Tarantino'nun son filminin adıyla karşılayabiliriz: Inglourious Basterds! Sylvester Stallone'nin Rocky'den aldığı güvenle devam ettirdiği senarist / yönetmen kimliğinin bizlere son armağanı olan Cehennem Melekleri, neresinden baksanız kötü bir film: Tutuk diyaloglar, bir filmden ziyade bir 'aile fotoğrafı'nın parçası olduğunun fazlasıyla farkında olan oyuncular, Güney Amerika'daki bir diktatörlük hakkında, özetle 'ipe sapa gelmeyen' bir hikâye. Filmin 'hissedilen' vasatlık düzeyi ise şu zalim tespitlerimin çok çok altında. Cehennem Melekleri, aksiyonun soğukkanlı biçimde duvarda yürüyenler yerine kan, ter ve kaslara dayandığı, en büyük sükseyi patlama sahneleriyle yapan eski Hollywood maceralarına dair, 'yeterince' komik bir saygı-sevgi töreni. Sly ve arkadaşları, bir grup kiralık paralı asker rolünde. Daima kötü adamlara karşı savaşan, namuslu cinsten. Chuck Norris ve Van Damme dışında, neredeyse herkes orada: Jet Li, Dolph Lundgren, Randy Couture, Mickey Rourke, Bruce Willis, Arnold Schwarzenegger... Ortam sadece 'hâlâ ayaktayız' iddiasıyla kısıtlanmasın diye, akıllılık edip genç ve yakışıklı bir yiğidi de almışlar yanlarına.

BRUCE WILLIS'İN HALEFİ
Hayatımıza Guy Ritchie'nin gangster komedileri sayesinde giren Jason Statham, Bruce Willis'in tek ve gerçek halefi: Kısık bir ses, kelleşmekte olan yumurta gibi bir kafa, zor kombinasyonlardan 'seksi sevimli'lik, kendini çok ciddiye almamayı hatırlayan bir mizah, ezik taraflarından sıyrılıp da güçlü taraflarından tutunulmuş bir tür, 'kibar maço'luk. Statham'ın Cehennem Melekleri'nde canlandırdığı Lee, neredeyse Selvi Boylum Al Yazmalım'daki Ahmet Mekin'den bile 'iyi bir insan'. Kendisini beklemekten sıkılan sevgilisi tarafından aldatılıyor. Rakibi hakkında tek söylediği: İyi bir adam değil. Neticede sevgilisi bu iyi olmayan adamdan gözüne yumruğu yiyip de karşısına "Yardım et," diyerek çıkınca bile, gidip kızın intikamını alıyor. Sly'ın oynadığı Barney de en az onun kadar mert. Kızı yaşındaki genç kıza âşık olmakla birlikte - bir karşılık istiyorsa n'oolsungidip bütün o Güney Amerikalı zorbaları bombalarla tarihe gömerek 'güzellik'i koruma altına alıyor. Tüm bunlar, yeni-kötü kabadayılara karşı mücadele veren iyi-eski kabadayıların anlatıldığı Uğur Yücel filmlerindekinden bile, nasıl desem, 'insani' hizmetler. Cehennem Melekleri'nde Amerikalı delikanlılar tarafından kurtarılan 'alçak generalin yürekli kızı', aşna fişnede gözü olmayışı ve sosyal / sınıfsal bilinciyle öne çıkmakta. Ama aynı hoşgörünün, küveti doldurup şuursuzca parmağını emerek içinde oturan ve öylece kurt-adam'ı bekleyen kıza karşı gösterilmesini bekleyemeyiz. İşte bu noktada Nick Cave, askerleri ve Romalı kostümleri giriyor devreye. Heathen Child: Kafir / Vicdansız / Dinsiz Çocuk. Savaş bu 'çocuk'a karşı veriliyor, çünkü o "Ne Buda'yı, ne Krişna'yı, ne de Allah'ı umursamakta." Elinde bir miktar barut, zehir ve küçük bir silahla, ürkek ama umursamaz halde küvette oturan kızın etrafını öcüler sarıyor: 'Şey'iyle şehirleri yıkan Warren Ellis, gaz çıkararak atom bombası etkisi yaratan Nick Cave (leopar desenli donu), gözlerinden çıkan ışınlarla dağları deviren Martyn Casey, Buda olma iddiasındaki şişman siyahi ve diğerleri. Zaman zaman da küvetin etrafında toplanıp Budist ayinleri ve Katolik özlemlerle şeytan çıkarmayı deniyorlar. Cave'in sinemadaki işbirlikçisi John Hillcoat tarafından çekilen bu son derece eğlenceli klip (şimdilerde görülmeyen biçimde 'rock'n roll' bu şarkıya eşlik eden), ya Tarantino ve Rodriguez'in Grindhouse'unun anti-feminist devamı ya da Eric Rohmer'in Koleksiyoncu'sunun (1967) komedi versiyonu. Koleksiyoncu'daki umarsız genç kız, bütün filmi iki orta yaşlı adamın "Ama bu böyle olmaz!"larıyla geçiriyordu zira. Orhan Veli'ye cımbız ve ayna gibi gelen şey, Nick Cave'e silah ve barut gibi görünmüş galiba. Ama konumuz bu değil. Neticede hem film hem de klip; ikisi de birlikte çalışmaktan tarifsiz bir neşe duyan adamlar hakkında. As Time Goes By'da sevgili Sam'in ağzından dökülen "Man must have his mate / Erkeğin eşi olması lazım," sözlerindeki 'mate'in, aslen eşten ziyade 'kanka' ya da 'ağabey' gibi bir şey olduğundan hep şüphelenmişimdir.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.