Giriş Tarihi: 17.10.2010

İstanbul Boğazı'nda balık, 150'den 5 çeşide düştü

Artık birbirimizin vicdanlarına seslenerek balıklarımızı korumanın yolu kalmadı. Devletin bu umutsuz gidişe "Dur" demesinin vakti geldi de geçti bile. Ama Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'ndan olumsuz kararlar dışında ümit veren en küçük bir kıpırtı bile yok

Bizden başka bir ülkede "Benden sonra tufan" mealinde bir özdeyiş var mıdır, bilmiyorum. En azından araştırdığım kadarıyla, bencilliğin, gününü gün etmenin ve kendinden sonra gelecekleri hiç düşünmemenin bu kadar açık seçik dile getirildiği bir özdeyişe başka bir dilde rastlayamadım. Bizler gününü gün etmeyi öylesine vahim boyutlara vardırmışız ki, ekmeğini balıktan kazanan balıkçılar bile, ekmek kapısının hızla kapandığını görmelerine rağmen kendi bindikleri dalı kesmeye devam etmekteler. Size bizim tutumumuzu gösteren lüfer örneğini, ardından da denizlerin şövalyesi olarak adlandırılan ıstakoz için eloğlunun neler yaptığını anlatmak istiyorum bu hafta. Önce size lüferi hatırlatayım; denizlerin canavarı olarak bilinen bu yırtıcı balık "gezici balıklar" diye adlandırılan sınıfa girer ve Karadeniz ile Ege arasında belirli bir takvim çerçevesinde dolaşır. Büyüme dönemine göre de çeşitli isimler alır. Örneğin 10-14 santime kadar olanlara defne yaprağı, 15-18 santim arasındakilere çinakop, 19-24 santim arasındakilere sarıkanat, 25-34 santim arasındakilere lüfer, 35 santimden büyüklere de kofana denir.
SOFRALAR LÜFERSİZ KALMASIN
Lüfer ancak 25 santime ulaştıktan sonra ergin hale gelir ve yumurta bırakabilir. Yani bu boya gelmeden önce avlanılan balıkların büyüme, her birinin yılda 60-80 bin civarında yumurta bırakma şansı ortadan kaldırılıyor. Devlet 14 santimden büyük lüfer cinsi balıkların avlanılmasını serbest bırakmış. Başka deyişle, yavru balıkların tutulmasına izin veren bu yönetmelikle, devlet, lüferin soyunun tüketilmesi için tüm engelleri ortadan kaldırmış. Bu yılın başlarından itibaren bir grup gönüllü, soyu tükenmekte olan Marmara'nın en lezzetli balığı lüferi korumak üzere kapsamlı bir kampanya başlattı. Bu kampanya hemen bütün medya organlarında yer aldı, balıkçılar, birçok restoran ve toplumun ileriyi görebilen kesiminden birçok kişi kampanyaya destek verdiğini açıkladı. Sofralarımızın lüfersiz kalmaması için kampanyaya öncülük eden Fikir Sahibi Damaklar Slow Food örgütü ve onların önderliğindeki platform üyelerinin ellerindeki tek koz, balıkçıların, restoranların ve biz tüketicilerin sağduyusuna seslenmekten öteye geçmedi ve birkaç duyarlı balıkçı, lokantacı ve tüketici dışında herkes eskisi gibi 15 santimlik sarıkanatları sofralara getirmeye devam etti. Bu arada balık yasağının sona ermesine birkaç gün kala bir başka şaşırtıcı gelişmeye daha tanık olduk. Tarım ve Köy İşler Bakanlığı hiçbir örgüt ve akademisyene danışmadan, balıkçılığın anayasası sayılan sirkülerde bir değişiklik yaptı. Normal koşullarda gırgır ve trole kapalı olan İstanbul Boğazı'nda av yasağı sınırını Çubuklu Kozaltı Burnu'na çekti. Oysa Marmara'nın dengesi Boğazlardan girip çıkan balıklarla korunuyor. Eğer yeterince balık Marmara'ya akmazsa, normal koşullarda balığın besini olan planktonlar aşırı çoğalıyorlar ve bu çoğalma sonucu denizin yüzeyinde müsilaj denilen (kay kay da deniliyor) jelimsi bir madde oluşuyor. Bu, denizlerimizin sağlığı açısından son derece zararlı bir madde. Nitekim geçen yıl Tarım ve Köy İşleri Bakanlığımız yerli ve yabancı akademisyenlerden oluşan bir kurula durumu araştırttığında da kurul "Boğazlardan balık akışının kesinlikle engellenmemesi," yönünde tavsiyede bulunmuştu.
ÇİROZ TARİHE KARIŞTI
Sizler de balıkçı tezgâhlarında görüyorsunuz, bir haftadan beri balıkçı tekneleri Boğaz'da çinakop çekmeye başladılar. Yasadışı avlanmalara göz açtırmayan Sahil Güvenlik'in bu yasal katliama karşı eli kolu bağlı. Bizlerin de yavru balıklar avlanıyor diye şikâyette bulunacağımız bir merci yok. Bir zamanlar 150'den fazla balığın cirit attığı Marmara ve İstanbul Boğazı'nda sadece beş çeşit balık yaşıyor. İstatistiklere göre geçen yıl vatandaşın sofrasına ulaştırılmak amacıyla 114 bin ton hamsi avlandı. Bu miktar bir yıl öncesine göre yüzde 26 oranında azalmayı gösteriyor. Avlanan hamsilerin hepsi sofraya gelmiyor; 90 bin tonu yem sanayisinde kullanılıyor. Hamsi hariç denizlerimizden 2009 yılında çıkan balığın toplamı 176 bin ton. Hamsiyi 30 bin ton ile sardalye, 20 bin tonla istavrit izliyor. Bir zamanlar çok ucuza, düzineyle satın aldığımız çiroz tarihe karıştı. Çünkü çirozu da yapılan uskumru geçen yıl sadece 505 ton yakalanabilmiş. Aynı yıl tutulan lüferlerin toplamı 6 bin ton, palamut ve toriklerin toplamı da 7 bin ton. Artık birbirimizin vicdanına seslenerek balıklarımızı korumanın yolu kalmadı. Devletin bu batak gidişe "dur" demesinin vakti geldi de geçti bile. Ama Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'ndan olumsuz kararlar dışında ümit veren en küçük bir kıpırtı bile yok.
NOVA SCOTIA VE ISTAKOZ
Şimdi de, bundan yarım yüzyıl önce özellikle Marmara adası çevresinde on binlercesi klan halinde yaşayan, bugün ancak haftada bir iki tanesi balık haline getirilen, denizlerin şövalyesi ıstakozu biz Marmara'da yok ederken, dünyanın başka bir bölgesinde ona nasıl davranıldığına bakalım. Bir yolculuğumda Kanada'nın Nova Scotia bölgesinde, Atlantik kıyısında ıstakoz avcılığı yapan John Taxon ile tanışmıştım. 275 ıstakoz sepeti vardı Taxon'ın ve küçük teknesiyle yakaladığı ıstakozlarla eşini ve yarım düzine çocuğunu geçindiriyordu. Çünkü hükümet bir balıkçıya en fazla bu kadar sepet atma izni veriyordu. Her sepette resmi makamlarca takılmış bir plaka bulunuyordu. Taxon, emekliye ayrılınca tekne, sepetler ve özellikle de ıstakoz avlanma ruhsatının büyük oğluna kalacağını söylemişti. Istakoz avlanma ruhsatı mücevher kadar değerli. Zira Kanada hükümeti bütün ülkede sadece 23 bin kişiye bu ruhsatı vermiş ve sayının lobi faaliyetleriyle, oy hesaplarıyla artırılması kesinlikle mümkün değil. 200 yıldan beri Nova Scotia bölgesinde avlanan ıstakozların miktarı hemen hemen aynı. Başka deyişle, toplam 720 tonla sınırlı. Bu miktar bölgede varlığını sürdüren ıstakozların sadece yüzde 15'i. Bütün bir yıl avlanma izni olan balıkçılar kendilerine tahsis edilen yıllık kota limitleri içinde avlanmak, belli bir boydan küçük ya da yumurta taşıyan dişi ıstakozları tekrar denize atmakla yükümlüler. Böylelikle, bu sularda yaşayan ıstakozların sayısının sürekli aynı düzeyde kalması sağlanıyor. Hayvanların yaşam ve davranış biçimlerini öğrenmek için ilk kez biyolog görevlendiren yine Nova Scotia balıkçıları olmuş. Ancak çiftlikte balık yetiştirir gibi ıstakoz yetiştirilemediğini kısa sürede anlamışlar. Zira bir tavuk 40 günde kesime girer, bir somon iki yılda 3 kilo ağırlığa ulaşırken, yarım kilo ağırlığa gelmesi için bir ıstakozun en az yedi yıl beslenip büyümesi gerekiyor. Kanada'nın Nova Scotia bölgesinde faaliyet gösteren Clearwater firması Chedabucto Körfezi'nde dünyanın en büyük ıstakoz otelini kurmuş. Her biri dev birer disko büyüklüğünde dört reyondan oluşan mekânda 1.5 milyon "tek oda"da ıstakozlar rahat edebilecekleri nemli, soğuk ve karanlık bir ortam buluyorlar. Yeni ıstakozlar yürüyen bant aracılığıyla bilgisayarlı bir teraziye ulaşıyor, sekiz değişik büyüklükte plastik kaplara yerleştiriliyorlar. İlk bakışta hayvanlara eziyet ediliyormuş gibi görünüyorsa da, ıstakozların iki, üç derece soğukta küçük kovuklara büzüldükleri ve hareketsiz kaldıkları biliniyor. Bu durumda altı ay süreyle hiç etkilenmeden bekletilebiliyorlar. Yani bu ortamda içlerinin boşalması, kalitelerinin düşmesi söz konusu değil.
ISTAKOZ AVRUPA'DA DA BİTTİ
Istakoz sadece bizde değil, Avrupa ülkelerinin kıyılarında da neredeyse yok olmuş durumda. Bunda deniz kirliliği kadar ölçüsüzce avlanma ve trolle balık avının da payı büyük. Bugün canlı canlı ithal edilip, bizde ve Avrupa'nın diğer ülkelerinde sofralara kadar ulaştırılanlar, hemen tümüyle Amerika ve Kanada pasaportlu, "Homarus americanus" türü ıstakozlar. Çok şükür Kanada'nın Nova Scotia bölgesi dışında ABD'nin Maine eyaleti kıyılarında, Afrika'nın batı kıyılarında ıstakozlar hâlâ deniz dibinde mutlu biçimde gezip tozuyor, kendi haline bırakılanlar 150 yaşına kadar yaşadığı gibi, 12 kilo ağırlığa ve 80 santim boya ulaşabiliyorlar. Amerika'nın kuzeydoğu kıyılarında 19. yüzyılda ıstakozların gübre olarak kullanıldığı düşünülürse, bugün Amerikalı dostlarımızın bu deniz hazineleri tümüyle yok olmadan bütün önlemleri aldıklarını söyleyebiliriz. Darısı, başta Marmara'nın sultanı lüfer olmak üzere soyları tükenmek üzere olan bütün balıklarımızın başına.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.