Pazar 31.10.2010

Türk filmleri Bogota'da

Kolombiya'nın başkenti Bogota'da 27 yıldır gerçekleştirilen film festivalinde Türk filmleri de gösterildi. Ancak festivale hiçbir Türkiyeli sinemacının katılmaması dikkat çekiciydi

Altın Portakal'ı, her şeyin tıkır tıkır işlediği, ağırbaşlı, sistemini oturtmuş bir festival olarak hayal etmekte güçlük çekiyorum. Antalya'da profesyonel biçimde görkemli veya sadece zarif bir kapanış töreni izlemek istediğime de, artık emin değilim. Festival ertesinde her yıl yaptığımız tartışmalar, aksak işleyen karnavalın bir parçası sayılır. Nihayetinde bu ulusal sinema etkinliğini, özensiz frapanlığıyla, olduğu gibi benimsemeye devam ediyoruz. Üstelik kaosun çok daha etkin olduğu bir başka festivalle karşılaşınca, insanın insaf edesi geliyor. Gerçi nankörlük etmek istemem, bu yıl Türk sinemasına özel bir bölüm ayıran festivallerden biri olan Bogocine, Türk Büyükelçiliği'ne 'jüri başkanı olarak bir Türk eleştirmen' siparişi vermese, Kolombiya'yı görmek herhalde nasip olmazdı. Başkent Bogota'da 27 yıldır devam eden festivalin 'gönlü hafif' işleyişi gibi sebeplerle, aslında 'olduğu kadar' kıvamında bir organizasyon gerçekleşti. "Hiçbir sinemacı katılamıyor," "O filmin İspanyolca altyazısı yok," derken, Bogocine'deki 'onur konukluğu'muz yine de hiç fena sonuçlanmadı: Sonbahar, Uzak, Züğürt Ağa, Beynelmilel, Bekleme Odası, Seyyit Han, Mayıs Sıkıntısı, Ay Vakti, Mutluluk, Dondurmam Gaymak, Ağıt ile Üç Maymun'un gösterimi ve Gülsin Onay'ın biri festival açılışında, biri elçilik adına verdiği iki, epey etkileyici piyano resitali. (Açılışı bize bırakıp kapanış müziğini üstlenen Kolombiyalılar, akustik gitar ve mızıkalı, hippie bir ikiliyi tercih etmişti.)
DAĞ MANZARALARIYLA YAKINLIK KURDULAR
Festival kartı taşıyan biri, bir ara "Yarın sabah Türk sinemasıyla ilgili bir sohbete katılacaksınız, haberiniz yok mu?" diye sorduysa da, kendisini bir daha görmedim. Gösterim çizelgesini dördüncü günde edinmemizi sağlayan jüri mihmandarının, böyle bir etkinlikten zaten haberi yoktu. Sonuçta Bogota Büyükelçisi Cemil Ferhat Karaman'ın festival sebebiyle verdiği röportajlar, şehirdeki iki gazeteden biri olan El Espectador'da tam sayfa çıkan 'Cine Turco' haberi gibi tanıtıcı faaliyetler gerçekleşmedi değil. (20 küsur yıldır Kolombiya'da yaşayan, Karayip Denizi kıyısındaki Cartagena şehrinde Fahri Başkonsolosluğu yürüten ve 'Kolombiya'nın en çılgın diplomatı' olarak bilinen Vildan Karamahmutoğlu'nun çabalarına ilaveten.) Açılışta Sonbahar'ı izleyen Kolombiyalılar, filmin minimalist tarzından çok, dağ manzaralarıyla yakınlık kurdular; bir yerde kan çekti. Latin Amerika gibi sol geleneğin güçlü olduğu bir coğrafyada Sonbahar'ın politik direnişçi hikâyesiyle de sempati toplayacağını sanabilirsiniz ama, Kolombiya solcu örgütleri romantize etmenin popüler olduğu bir döneminde sayılmaz. Muhafazakâr Parti hükümetinin son yıllarda can güvenliğinde -ABD desteğiyle- sağladığı ilerleme, çoğunluğun takdirine mazhar. Marxist-Leninist bir hareket olarak kurulan FARC ise, ideolojik konumunu, büyük ölçüde 'uyuşturucu üreticisi ve dağıtımcısı' kimliğine kaptırmış görünüyor.
GAMSIZCA ÇİĞNENEN SAKIZ
Kolombiya deyince uyuşturucu trafiğinden bahis açmayacak dünyalı azdır. Festivalde yarışan Kolombiya filmlerinin çoğu da, haliyle kokain ticaretinden veya ülkenin yakın geçmişindeki acılardan, topraklarından sürülenlerin travmalarından bahsediyordu. 'En iyi Kolombiya filmi' seçilen La Sangre y La Lluvia (Kan ve Yağmur), DJ'in "Kolombiyalı değil miyiz? Haydi kokain, seks!.." anonsları yaptığı bir gece kulübünde açılıp, kardeşini öldüren gangsterlerin peşindeki saf bir taksi şoförüyle kokain bağımlısı bir 'parti kızı'nın bir gecelik Bogota macerasını anlatıyor. Ödül törenindeki 'sakızlı' sahne performansına bakılırsa, Variety gibi etkili uluslararası yayınlardan da destek alan genç yönetmen Jorge Navas, Kolombiya sinemasının 'kötü çocuk'u olmaya talip. Gamsızca çiğnenen sakızdan çıkardığım sonuç, filmdeki kederin yanına "İşte biz böyle de psikopatız," gibisinden bir 'gizli ve suçlu' gururun eklenmesi oldu. Bizim sokaklarımızdan da, zaman zaman yükselen bir 'iç ses' çeşidi. Otelimin bulunduğu, gündüz Nişantaşı, gece İstiklal Caddesi hayatı süren Zona Rosa'da gözlemlediğim sokak kavgalarının bizdekilerden en büyük farkıysa, volümü kademe kademe yükselen ve mutlaka '... lan!' diye biten repliklerin sarf edilmeyişi, olayın genellikle sükûnet içinde gerçekleşmesi. Tabii bir de sokaklarda 'yüksek cinsel gerilim'den bahsetmek zor. Ne de olsa Bogota barlarında neredeyse herkes 'salsacı'; kadın-erkek epey samimi ilişkiler içersindeler. Bir şehrin ne kadar tehlikeli olduğu sorusunun cevabı, birçok sorudan daha değişken. Size "Bogota'da akşam şuraya gitme," diyenlerin, diyelim ki Beyoğlu hakkında da aynı şeyi söylemeyeceğine, her zaman emin olamıyorsunuz. Latin Amerika, buralı birisinin 'ucundan' görüp de anlamasının zor olduğu bir diyara benziyor. Yine de bizden daha da keskin uçlarda yaşadıkları ortada. Zaten bu işler böyle: Ne kadar karışık ülke, o kadar organizasyon karmaşası.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.