Pazar 06.03.2011
Son Güncelleme: Cumartesi 05.03.2011

Ödüller, törenler, eleştirenler

Köşe yazarları sinema üzerine kalem oynatmaya meraklı. Fakat filmler üzerine argüman geliştirmeyi sinema eleştirmenlerine bırakıp, sadece 'bayıldım', 'aptalca buldum' veya 'ağla ağla öldüm' gibi çalakalem yorumlarla yetinseler, herkes daha rahat edecek

Popstar ya da Oscar. İsterseniz Altın Küre. Artık fazla fark etmiyor. Andy Warhol'un "Gün gelecek, herkes 15 dakikalığına meşhur olacak," kehaneti çoktan gerçeğe dönüşmüşken, yıldızların yaldızlarını korumaları zorlaşıyor. Herkes, en az biz orada olsak olacağımız kadar heyecanlı olduğunun itirafında; herkes kendini çok şanslı hissediyor; törenden önce neler yediğini ve kendisini kimin giydirdiğini anlatıyor. Evden çıkmadan kaç dakika önce tuvalete gittiklerini söylemeyi unutuyorlar. Hep asaletiyle andığımız 'Dame' Helen Mirren'ı, boynundaki kolyenin fiyatından duyduğu coşkuyu anlatırken görmemizin çeşitli yan etkileri var halbuki. Kırmızı halı görkemi bir anda anlamsızlaşıp yerine bir tür kız arkadaş sohbeti geliyor: Bakar mısınız şunun güzelliğine... Yılın 'en iyi yardımcı kadın oyuncu'su Melissa Leo gibi, 'ödül sevinci performansı'yla Milyarder'deki Şener Şen'e yaklaşanlar da, ister istemez benzer bir etki yaratıyor: Yırttım!.. (Adeta: Acun Bey, Allah sizden razı olsun.) Tabii bu samimiyete katiyen teslim olmayacak, üzerindeki mücevherler kendisinin doğal bir uzantısıymış gibi davranmaktan hiçbir zaman utanmamış, eski usul yıldızlar da var hala. Gerçi bu ekolün başını çekenlerden, -Oscar töreninde göremediğimiz- Angelina Jolie ve Johnny Depp'in başına, son Altın Küre'lerde ne geldiğini unutmayalım. Konuklara sivri İngiliz alaycılığıyla saldıran sunucu Ricky Gervais, Jolie ve Depp'in rütbesini, bir yerde 'cool yıldız'lıktan 'karton bebek'liğe düşürmekten çekinmemişti. Gülmek yerine kontrollü biçimde gülümseyerek, Gervais'nin oyununa gelmeksizin imajlarında direttiler.
GELENEKSEL SİYAD TARTIŞMASI
Bizde -ve dünyanın başka hiçbir yerinde- bu isimlerin içinde yer aldığı kadar şaşaalı bir sinema sektörü bulunmadığından, yıldızlarımızın 'eksantrik yaratık'lara dönüşmesi kolay kolay mümkün olmuyor. Ne de olsa, o denli şımaracak bir ortam yok. Bu işler, son kertede 'paran ve kitlen kadar' çünkü. Zaten ABD'liler gibi doğuştan 'performansçı' da değiliz. Sebebi ne olursa olsun, ve hangi ödül törenini (Altın Portakal, SİYAD, İstanbul Film Festivali...) izliyorsak izleyelim, ödül alanların büyük kısmı, kuru bir teşekkürü tercih ediyor. Şartlar, yukarıda anlattığım gibi kısıtlı olduğundan, 'abartmak' istemiyorlar herhalde. Ama en azından filmleriyle veya kendi sinema maceralarıyla ilgili iki çift laf etseler, bir sinema etkinliğinde olduğumuzu hatırlayacağız. 43. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri'ndeki manzara da biraz böyleydi. (Tuncel Kurtiz her zamanki gibi kısa bir şiir performansı sergiledi tabii.) Söyleyecek kayda değer bir sözleri var da mı bizden esirgiyorlar ("Sanatım konuşsun"), Türk sanat camiasındaki aşılmaz nihilizm mi söz konusu olan ("Hiçbir şey demeye gerek yok. Hem ödül almasam da fark etmezdi."), yoksa basitçe çekingenlik mi, tam olarak kestirmek zor. Ama bunun, zaten hep 'âdet yerini bulsun' havasıyla yapılan ve başlı başına sıkıcı bir konsept olan ödül törenlerini daha da sıkıcı hale getirdiğine şüphe yok. Böylece seyirciler, ödüllerin kimilerine sevinip kimi için jüriye 'saydırma' eğlencesiyle baş başa kalıyor.
SİNEMACI, ELEŞTİRMEN SEVMEZ
Türkiye'de geleneksel olarak en çok -neredeyse Altın Portakal'dan bile çok- tartışılan sinema ödülleri, SİYAD'ınki. Ama sinema yazarlığı uğraşının, bu 'popülarite'nin 'reklamın kötüsü' manasında dahi hayrını gördüğünü söyleyemeyiz. Yönetmenlerin, oyuncuların, film ekiplerinin -hele de kabul görmedikleri durumlardaeleştirmenlerden hoşlanmaması kadar doğal bir şey düşünemiyorum. (Tarantino dışında eleştirmenleri bilhassa seven yönetmen duymadım.) İlginç olan, en hırçın saldırının -ve her fırsattabasından gelmesi. Aslında 'sanat sepetten' dem vuran 'romantik enteller' ortadan kalksa, kimi popülist filmleri yerden yere vuranlar yine de çıkacak. Galiba rahatsız edici olan, birilerinin (nispeten az okunan, Beyoğlu'ndaki demode sinemalarda falan gezinenler) 'kendince' argüman geliştirmeye kalkması oluyor. (Ne gerek var? Herkesin piyasa değeri belli.) Şu anki sinema yazarı profili tamamen değişse bile, sinema hakkındaki basın yazıları sürecek. Ama şu ikisiyle sınırlı kalınsa, sanki daha bir rahat edilecek: 1- Halkla ilişkilercilerin, kelimesi değiştirilmeden yayımlanan bültenleri 2- Köşe yazarlarının çalakalem yorumları: Bayıldım! Aptalca buldum... Sevmedim... Ağla ağla öldüm... Vesaire. Sinema yazarları, sinemacıları köşe yazarlarından koruyor olmasın sakın?

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.