Giriş Tarihi: 1.5.2011

Dört kardeş intiharının ifrazatı

Anneyle çocukları diriltip günler geceler boyu konuşmadan bilemeyiz; bu nasıl bağ, nasıl hayat, nasıl kafa? Ama Kahramanmaraş'ta saplantılı biçimde yakın oldukları annelerinin peşinden ölüme giden dört kardeşin toplu intiharı insana bunları düşündürüyor

'NORMAL' NEDİR?
Bir çocukluk arkadaşımızın abisi, mavi/yeşil gözlü kızlara bakamaz, öfkeyle "Normal olsun yaa!" derdi. İnsan epeyce bir zaman 'normal'in kendi bildiği olduğunu sanıyor. Çocukluğundaki otorite babaysa, normali bu. Anneyle baba yaşıt okul arkadaşlarıysa, normali bu. Yok 12 yaş fark varsa aralarında, o normal. Büyüdükçe anlıyor ki 'normal' diye bir şey yok.

AİLE NEDİR?
Buralar dutlukken, çekirdek tabir edileni, hâlâ birbiriyle evli olan anne ve baba ile çocuklardan oluşan, toplum içindeki en küçük bütüne verilen isimdi. Biraz esnetildiğinde, anne yarısına teyze, babanın "Vayyy kayınço atalım mı bi tavla," diye sırtını sıvazladığına dayı, anneyle sidik yarışında olana yenge denir, dedeler reklamlardaki gibi çimen yeşili eşofman giymezdi. Yıllar içinde sadece ortalama çocuk sayısı değil, bu net ayrım da değişti. Sadece ilk maddeyle bitiştirdiğimizde 'normal aile' diye bir tarifin geçersizliğini baştan kabul edelim diye.
EV: MİKRO CENNET
Gece arkadaşlarda ders çalışma numarasını idare edip gardırobunu paylaşan da anne, Harlemli Precious'ınki de. Çocuğu için maymun olan zamane babaları da baba, kızını 24 sene boyunca bodrumda tutup tecavüz eden ve ondan yedi çocuk sahibi olan Avusturyalı Josef Fritzl de. Aile, cenneti de olur insanın, cehennemi de. Bu dört kardeşin, anneleri gidene kadarki dünyaları bir mikro cennet miydi ki acaba? Yoksa araf mı? "Ev, onlar için bir mutluluk yuvasıydı," demiş kuzen Vedat Sağocak. Kefil olamayız.
EYVAH DOGTOOTH!
İntiharın hemen ertesindeki ilk haberlerden öğrendiklerimiz, hele ki Dogtooth'u seyretmiş olanlarımız için fena çağrışımlıydı: Aile, dışa kapalı bir hayat yaşıyordu. Üç katlı müstakil ev, yüksek duvarlarla dış dünyadan ayrılıyordu. Bağevi de etraftan soyutlanmış, dikenli tellerle çevrilmişti. Komşuları, akrabaları dahil, hiç kimseyle iletişim kurmuyorlardı. Baba, 'işi gereği' dışarı ile bağlantılıydı, ancak ailesi konusunda konuşmuyor, onlarla birlikte sosyal ortamlara girmiyordu. Aile bağları, 'şaşırtıcı' derecede güçlüydü; birbirlerinden zorunlu olmadıkça ayrılmıyorlardı. Bağevinin yakınındaki 15 yıllık komşu, bugüne kadar hiç yan yana gelmediklerini söylemişti. Geçtiğimiz cumartesi, SABAH'ta bunları yazan Sırrıberk Arslan, sanki senaryo aşamasında Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos'la birlikte çalışmıştı!
KÖPEK DİŞİ DÜŞER Mİ?
Bu yıl 'yabancı film' dalında Oscar'a da aday gösterilen bu 2009 yapımı Yunan filmi, pek çoklarını rahatsız edecek çok acayip bir iş. Dış dünyaya tamamen kapalı yaşayan üç kardeş ve anne babadan müteşekkil ailenin kendine ait ayrı bir dili ve farklı gerçekleri var. "Telefonu uzatır mısın?" diyor mesela yemek masasında kızlardan biri, diğeri de tuzluğu veriyor, çünkü telefon, tuzluk demek. Kedi, insan yiyen en tehlikeli hayvan. Kelimeler ve kavramlar, birer bardakmışçasına kolaylıkla dolup boşalıyor. Çocuklardan biri evden ancak sağ köpek dişi düştüğünde ayrılabilir. Dışarı sadece arabayla çıkılabilir ve arabayı kullanabilmenin tek yolu da sağ köpek dişinin tekrar çıkması! Dış dünya kötülükler ve tehlikelerle dolu, tek güvenli yer ev. Evin içinde de anne babanın dediklerinden, öğrettiklerinden milim şaşılmıyor. Dogtooth aileyi, eğitimi, toplumu, tabuları iyice çalkalayan, çok çarpıcı bir film...
SOSYOPATI TEŞHİS...
Edemeyeceğiz. Büyük ihtimalle işinde gücünde olacak. Gibi yapacak. İçeride kopan fırtınaları dışarı hissettirmeyecek.
İŞKOLİK AVUKAT BABA
Aileden elimizde kalan tek kişi, baba Necdet Sağocak, Kahramanmaraş'ın tanınmış avukatlarından. Briç ustası. "Her konuda fikri sorulan, sağcının da solcunun da danışmak için kapısını çaldığı, Sokrates gibi adam..." Kahramanmaraş Baro Başkanı Metin Doğan, 'İşkolik ve sürekli araştıran bir avukat' diyor. Hürriyet'ten Gülden Aydın'ın 'Hiç ağlamadım' başlığı, ruh sağlığına dair şüpheler uyandırsa da, bu vahamette bir olaydan sonra kimde ne sağlığı arayacağız? Aynı ofisi paylaştığı avukat Emine Ağaoğlu "Olur mu öyle şey!" diyor: "Hüngür hüngür ağlıyor." Sonra da anlatıyor: "Son derece güçlü bir kişiliktir. Ofise terapiye gelen arkadaşları olurdu, insanlarla konuştukça moral verir." Terzi, kendi söküğünü bu kadar mı dikemez? "Çocukları kendine çekemediğini", "Beraris'i kurtarmaya çalıştığını ama yapamadığını," söylediği anlatılıyor. Daha acıklısı, kendi ağzından: "Benimle sadece Beraris ve Sajen konuşurdu."
Of. İDDİALI İSİM, AĞIR YÜK
Neyran ve Necdet Sağocak çifti, dört çocuğuna sırayla Raden, Rulin, Sajen ve Beraris adlarını vermiş. Neyran Hanım'ın ilk eşinden olan iki kızı da Seyla ve Berja. Yani çocuklara Ayşe-Ali dememek gerektiğini düşünen taraf kuvvetle muhtemel ki anne. "Kimse onların farklı isimlerinden yola çıkarak tarikat veya dini oluşum izi aramasın. Her biri kendine göre anlamı olan isimlerdir," diyor kuzen Vedat Sağocak. Evet, öğrenince manalılar (Beraris 'temiz kalp' demek mesela), tınıları da güzel, ama çok net bir şey de gösteriyor bu isimler ebeveynle ilgili: Daha ilk dakikadan başlıyor iddia. Fark yaratma. Ayrıcalıklı olma. İmza atma. Hayatı belki bilmeden zorlaştırma, yükü ağırlaştırma.

ÇOCUKLUK ÖMÜR BOYU
Dört kardeşi toplu intihara sevk eden, annelerinin ölümü. Onsuz bir hayatı düşünemiyor, kabullenemiyorlar. Bu duygular içinde kendilerini astıklarında yaşları 31, 30, 27 ve 26. Bu yaşlar, koşulsuz bağlılık ve böyle bir dörtlü kararı hiç firesiz almak için... İnsan ister istemez kendi 30'larıyla kıyaslıyor.
NASIL BİR ANNE?
Dünyanın en zeki, en donanımlı, en parlak insanı feci bir anne/baba olabilir. Ve dünya, gayet gariban ama lokum gibi ebeveynlerle dolu. Keşke IQ ya da diplomalar önceden tüyo verse, ama vermiyor. Biri ötekinin gereği ya da sonucu değil. Neyran Hanım, 'tam anlamıyla bir İstanbul hanımefendisi' diye tarif ediliyor. Resim ve heykel yapıyor. Birikimli, kültürlü. Okumaya çok düşkün. Felsefeye, tarihe, edebiyata, sanata meraklı. Küçük fotoğraftan anlaşıldığı kadarıyla enteresan da bir fiziği var. Kocası eve bir gün bile çiçek almadan gitmiyor. İnsan Neyran Hanım'ı içtenlikle merak ediyor: Tanışsak etkilenir miydik? Yörüngesine girer miydik?
HERKES Mİ YAMYAM?
Aşk evliliği. Kahramanmaraş'a yerleşiyorlar fakat Neyran Hanım bu şehre hiç adapte olamıyor. Bir yandan anlaşılır bir şey; 30 küsur yıl öncesinin Maraş'ı... Ama bir yandan da olduğu varsayılan zeka, akıl, karizma, aura, birikim, donanım, artık ne dersek toplamına... Beraberinde bir lokma adaptasyon becerisini de getirmez mi? Kırıntısını? Hayır. Neyran Hanım hiç kimseyle görüşmüyor, iletişim kurmuyor, evden çıkmıyor. Aile dostu Yaşar Balık, "Buradaki yamyamlar bu aileyi anlamıyor," diyor. Bu kadar mı? Herkes mi 'yamyam'?
TEHLİKEYE DİKKAT
Dışarıda hep kötülük, hep tehlike, tehdit var. O yüzden dışarıdan uzak duruluyor, mümkün mertebe evde oturuluyor. Evin huyudur, yuttu mu yutar. Çıktıkça çıkasın, oturdukça oturasın gelir. Evin o konforu, emer insanı. Raden ile ilkokuldan arkadaş olan yerel gazeteci Ersoy Sevinç, "Annesi onu tozdan dahi koruyordu," demiş. "Kirlenmek güzeldir", bir deterjan sloganından öte gereklilik değil mi halbuki? Anne, kurduğu bu fazla steril, fazla korunaklı evrenle, en ufak mikrobun hayati tehlike arz edeceği ortamı da itinayla hazırlamış olmuyor mu?
NİRENGİ NOKTASI:
Dünyayla ve haliyle gerçeklikle bağlar zayıfladıkça, anne ve çocuklar birbirine daha da düşüyor. Nevzat Sağocak, Milliyet'ten Şükran Pakkan'a, "Ailede gördükleri sevgiyi dış dünyada bulamayınca iyice annelerine yöneldiler," diyor. Bir başka aile yakını da, "Bu sevgi bu çocuklara fazla geldi," diyor. "Bu sevgiye öyle bir bağlandılar ki, dünyanın geri kalanını göremediler." Nirengi noktanı kaybedersen geçmiş olsun.

ŞAHSİ-RESMİ ZAMAN
Mahalle muhtarı bakkal Ali Fıstık'tan, 15 yıldır alışveriş yapıyorlar. Fıstık, "Ne selam verir ne de hal hatır sorup konuşurlardı. Kapıyı aralayıp siparişleri alır, tüm yaşamlarını evlerinin içinde geçirirlerdi," diyor. Bir şeyi ilk günlerde yapmazsanız, sonra zaten yapamazsanız! Üç gün, beş gün, bir ay derken, bakarsınız ki yıllar geçiyor. Orhan Pamuk Masumiyet Müzesi'nde çok güzel anlatır bunu. Zaman çok yanıltıcıdır. Bir kendi zamanımız, bir de herkesle paylaştığımız 'resmi' zaman vardır. Dışarıdan çok dehşet verici gelir, içerideyse çoktan alışılmış gidiyordur.
SADECE JACK Mİ?
Gazetelerde, trajik olayın gerçekleştiği villadaki her şeyin intihar öncesi haliyle durduğunu gösteren kareler... Bisküvi artıkları, yarım kola şişesi... Bu fotoğraflarda kırmızı daire içine alınarak dikkatimizin çekildiği iki nokta var: 1. Verandadaki makas ve bıçaklar. 2. İki adet boş Jack Daniels şişesi. Bu tehlikelere, trajik sona giden yoldaki bu kesici ve baştan çıkarıcı araçlara dikkatimiz, kırmızı yuvarlak içine alma suretiyle çekiliyor. Nasıl yani? Azmettirici Jack mi?

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.