Pazar 22.05.2011

Güzel oyunun perdesi inerken...

Futbol sahnesinde bu akşam ışıklar sönüyor. İki farklı son herkesi mutlu edebilirdi ama bu oyun hayatın ta kendisi! Kazanmaya ve kaybetmeye hazır mıyız?

Ne kadar seviyoruz ki biz bu oyunu? Oyunun güzelliği ne kadar ilgilendiriyor ki bizi? Biz yoksa işin sadece kazanan tarafı olmakla mı meşguluz? Kaybetmenin ne olduğunu biliyoruz da, işimize mi gelmiyor yoksa... Futbolu, tek kişilik iktidarlarımıza kurban mı veriyoruz? Ego denizlerimizde mi kaybolup gidiyor o canım meşin yuvarlak? Niye bu oyunda hep güçlünün yanında oluyoruz? Bu ülkede Brezilya Milli Takımı neden çok sevilmiş ki? Sadece Didi yüzünden mi? Türk filmlerinde neden garibanı çok sevdik de; iş futbol sahasına geldiğinde bütün memleket Üç İstanbul Büyüğü'nü tutar oldu. Trabzon, İzmir, Eskişehir, Adana, Bursa, Sakarya dışında kaç şehrimiz kayıtsız şartsız takımın peşinden koştu ki? O çok sevdiğimiz Rocky serisinin de bir senaryo aritmetiği yok muydu sanki? Filmin başından sonuna kadar hep Rocky devirse karşısındakini, Rocky; Rocky mi olurdu. Önce dayak yemedi mi her seferinde, haksızlığa uğramadı mı, sonunda kazanırken 'Aeedrıyıııın' diye bağırdığında kazandığı sadece bir boks maçı mıydı? Kaybetmek ve kazanmak üzerine kurulu tüm filmlerin antraktına kaybederek gitmedik mi sanki? Sonunda da kazananla birlikte terk etmedik mi salonları?
ANSIZIN AÇIKLANAMAZ BİR ŞEKİLDE
Bu ülkenin futbolunda çok uzun zamandır -ya da belki hep- şampiyonluklar yıllar sonra kazananın değil, kaybedenin ağzından anlatılır. Nasıl kazandığının bir zaman sonra pek de önemi yoktur. Kaybedenin hatıratı ağır basar. Verilmeyen penaltı, olmayan ofsayt... Bir kuşak sonra bir bakmışssın anlatılan maç, o maç olmaktan çıkmış. Kazananın hikayesi cazip değildir. Bu yüzden bizim memlekette şampiyon olunmaz. Şampiyon kendini de pek şampiyon hissetmez. Bizim memlekette şampiyonluklar kaybedilir. Belki de bu yüzden çok sevdik o Kadıköy hikayesini, Kaybedenler Kulübü'nü... Aslında hep kazanırken, kaybedermiş gibi yapanların öyküsüydü. İşimize geldi, işlerine geldiği gibi... Oysa ki başka türlü sevmek lazımdı bu oyunu. Evet adam bizim buralı değil ama vermiş işte tarifi!.. Belki de o yüzden tüm dünya kucaklamış onu. İngiliz yazar Nick Hornby, Arsenal taraftarı. Taraftarı olmasanız da Arsenal her kaybettiğinde "Nick abi şimdi ne üzülmüştür!" dedirtecek kadar da saf, naif... "Sonraları kadınlara nasıl âşık olduysam, futbola da öyle âşık oldum," diyordu Futbol Ateşi'nde... Yalan mı? Biz erkekler, önce bir meşin yuvarlağa âşık olmadık mı? Emeklemekten yürümeye geçtiğimiz o günlerde babalarımız ayaklarımızın dibine bir top yuvarlamadılar mı? Sağ ayakla mı vuruyor bu çocuk, sol ayakla mı?" testinden geçmedik mi? Amcalara, abilere, "Maradona olacak bu çocuk, sol ayağı Platini gibi," dedirtmedik mi? Sonra kaçımız ismini bir eski futbolcudan emanet almadı ki? Can'lar, Metin'ler, sonra Aykut'lar, Rıdvan'lar. Bugün Arda'lar, Gökhan'lar, yarın Necip'ler... Ne diyordu Hornby üstadımız, "Sonraları kadınlara nasıl âşık olduysam, futbola da öyle âşık oldum. Ansızın açıklanamaz bir şekilde, üzerinde kafa yormadan, getireceği acı ve kafa karışıklığını bir nebze bile düşünmeden..."

KAYBEDENİ DE ALKIŞLAYIN
Kazık kadar adamlar olduk, nereye doğru yazabildik ki aşkın tarifini, futbol tutkusunun deliliğini, saatlerce yağmur altında ıslanıp sırf bir 90 dakikayı izleyebilmek için ciğerlerimizi paraladığımızı, deplasman kovalayıp haftanın ilk günü okuldan, işten firar ettiğimizi... Aynı aşk gibi; bu oyunda da bir bir daha iki etmiyor diye değil mi? Aynı aşk gibi, Aragon'un 'Mutlu aşk yoktur'u kulağımızda çınlarken bile; bizim her seferinde âşık olduğumuz gibi... Yani siz şimdi hiç terk edilmediniz mi? Yani şimdi kimse size "Seni artık sevmiyorum," demedi mi? Hiç mi uzaklardan sevmediniz? Hiç mi kaybetmediniz? Hiç mi düşmediniz? Hiç mi yenilmediniz? "Olur mu yahu" diyorsanız, futbolun getireceği acılara da kucak açın o zaman. Hep kazanan tarafta olmayın ya da hep kazanan siz olmayın. "Futbol hayata benzer," deyin geçin... Bu akşam bir şampiyonu olacak bu ülkenin... Lig denen 34 haftalık maraton 18 takımın yarışıysa, kaybedeni bir değil, 17'dir.. Neye seviniyorsanız, 17 ile çarpın; neye üzülüyorsanız bu pazar akşamında 17'e bölün. Sevincinizi katlayın, acınızı hafifletin. Bir de unutmayın. Teri en iyi kurutan iki elin birbirine çarpmasıdır kim bilir? Kazananı da kaybedeni de alkışlayın. Topa ilk vurduğunuzda "Aferin benim oğluma," deyip sizi alkışlayan babanız gibi...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.