Son Güncelleme: Pazar 12.06.2011
Kalemle dünyanın en helal parasını kazanıyorum
Şair-yazar Murathan Mungan, üç yıl önce SABAH Pazar'a anlattığı hayalini sonunda gerçekleştirdi: Anadolu yakasında bahçeli bir eve taşındı ve o evin kapılarını ilk kez bize açtı. O evde bizi ağaçlarıyla tanıştırdı, pişirmek istediği yemeklerden bahsetti, yaptığı uzun yürüyüşlere çıkardı ve çekmecesinde beklettiği yeni kitaplarının müjdesini verdi
- Bu röportajın konusu yeni eviniz, yeni hayatınız, yeni dünyanız...
- En baştan şunu söyleyeyim, evin şanslarından biri mimarım Cem Sorguç. Ona zevki ve özeni için teşekkür borçluyum, ayrıca paramı benden daha çok kolladığı için.
- Evinizin bir hikayesi var değil mi?
- Elbette, bir Hollywood filmi olacak bir hikayesi var hem de. Cihangir Akarsu Caddesi'ndeki evime günün birinde bir falcı geldi, adım attığı anda 'Siz gidiyorsunuz bir buçuk sene içinde bu evden. Anadolu yakasında, bahçe içinde tek katlı bir evin bahçesinde gezerken görüyorum sizi,' dedi. 'Vallahi beş kuruş param yok, hayalimi okumuş olmalısınız,' dedim. 'Ben gördüğümü söylüyorum, sizi orada bekleyen var,' dedi mistik bir yaklaşımla. Aradan zaman geçti. Üç yıl önce seninle yaptığımız röportajda hayalimdeki evden bahsettiğimde, bir arkadaşım okumuş söylediklerimi ve bana ev bakmaya karar vermiş. Aradığı emlakçı da elinde evler olduğunu ama içlerinden özellikle birinin bir sanatçıya, bir ressama, mesela Murathan Mungan gibi birine uygun olduğunu söylüyor. Bunun üzerine arkadaşım 'Ben zaten Murathan Mungan için aradım seni,' diyor. Anadolu yakasındaki bu evi gördüm, pencereden baktım, bahçeye adım attım, ilk hissim huzur ve ışık oldu. İki gün sonra geldim yine baktım, hissim aynıydı. Bunun üzerine sıfır parayla, banka kredisi, yayınevinden avans, iki arkadaşımdan borç alarak bu evi aldım. İnşaat 2010 sonunda başladı ve bugün buradayım.
- O cümleleri iyi ki yazmışım, gerçekten çok sevindim.
- Evet, zincirleme bir reaksiyon oldu. Olaylar arasında tuhaf bir görünmez bağ vardı bu eve dair.
ÇOCUKLUĞUMUN İSTANBULU GİBİ
- Kalabalıklardan kaçmak mı istediniz?
- Kaçmak değil de, ben her zaman biraz yabani doğası olan yerleri sevdim. Zaten yaptığım iş de onu gerektiriyor: Çekilmeyi, içine gömülmeyi. Şairin Romanı'nı bana yazdıran da bu. Artık çıplak ayağımla toprağa basmak, toprağın enerjisiyle dolmak istiyordum. Öteden beri apartman hayatının bize göre bir hayat olmadığına inanırım. Benim gibi taşrada büyüyenlerin İstanbul'u, farklı bir İstanbul'du. Ben İstanbul'u Sait Faik'in, Orhan Kemal'in, Oktay Akbal'ın satırlarından; Mardin'deki Lale ve İstiklal sinemalarına gelen siyah-beyaz filmlerden öğrendim. Buraya gelip mahalle aralarında gezmeye başladıktan sonra, çocukluğumda hasretini çektiğim İstanbul'un hissini aldım. İki katlı, eski köşkler, yanık yüzlü konaklar, mahalle insanı. Sadece kendi hayatımla ilgili bir şey değil, İstanbul'u da yeniden keşfediyorum. Kalkıp Çengelköy'e, Kandilli'ye, Kanlıca'ya, Beykoz'a gidiyorum, bilmediğim sokakları geziyorum. Ben hep 20 metrekarede yaşamışım. İlk geldim Gümüşsuyu'na, sonra Fındıklı'ya, ardından Cihangir'e. Hayatın bir ritmi var ama herkes hayatının bir noktasında filmin ikinci makarasını değiştirmeli.
- Oradaki o sosyal ağın da dışına çıktınız.
- Ben her zaman sosyal ağın dışındayımdır. İnsanların bana yaklaşmasına ne kadar müsaade edeceğimin kararı benimdir. Kendime yazı masamdan bir kale inşa etmeseydim, bu kadar verimli olamazdım.
- Burada daha önce yaşadığınız yerlerde yapamadığınız neleri yapmak istiyorsunuz?
- Hayatı tazelerken, farklı bir gözle filtreden geçirmek. Bu sanıldığı gibi 'yaşlılığa hazırlık' falan değil, yeni bir hayata hazırlık. Üstümü değiştirmek istiyordum, değiştirdim. Bir şeylerden vazgeçmek, elini eteğini çekmek, geri çekilmek anlamına gelmiyor.
- Toprakla da ilgilenmek istiyorsunuz sanki.
- Toprakla, yeşille uğraşmak. Büyük bir mutfak yaptırdım, gördünüz. Yemek yapmak istiyorum, pazarları eşimi-dostumu davet edip onları ağırlamak. Tabiat bizimle konuşuyor, bize zamanı, değişimi, dönüşümü ve cömertliği hatırlatıyor. Bunlar kentleşmenin sancıları arasında söylenmiş romantik laflar gibi gelebilir, ama romantikliğin neresi kötü? O kadar realizm dünyayı bu hale getiriyor işte. Elçin (Yahşi) de bilir, bizim kanasta merakımız vardır. Kanasta bir iskambil oyunudur ve strateji gerektirir. (Bunları söylerken bahçesine dönüyor.) Bahçeye bir kanasta masası kuracağım. Bakın bu arada kabak, çilek, domates uç vermeye başladı. O arkadaki yapraklar, nane.
- Bize ağaçlarınızı tanıştırır mısınız o halde?
- Memnuniyetle tanıştırayım. En arkada gördüğünüz portakal ağacı, onun önündeki Karadeniz mandalinası, yanındaki limon, limonun arkasındaki turunç. Çalışma masamın ve mutfağın tam karşısında olacak bunlar. Şu gördüğünüz ayva, şu can eriği, manolya, küçük yapraklı ortadaki ağaç nar ağacı, arkasında kiraz var, kirazın arkasında armut, onun da arkasında çitlembik var, zeytin, erguvan, çam. Çamın önündeki uzun-yakışıklı ağaç ıhlamur. Onun önünde Trabzon hurması var. Toprağın, ışığın yönü, bölgenin özelliği hepsini dikkate aldık bu ağaçları dikerken. Bakır rengi yaprakları olan kırmızı erik, girişte sarı elma var, aralarda hatmi ağaçları var, arkada kamelya, açelya, şu gördüğünüz beyaz çiçekliler filbahri, onun hemen solundaki defne ağacı, ceviz var kocaman. En uzun olan ağaç malta eriği, yan tarafta asma ve güller. Pencerelere, pencere çiçekleri koyacağım.
Burada sessizliği dinliyorum.
İNSANLARIN DEĞERİNİ BİLMEK İÇİN ÖLMESİNİ BEKLEYEN BİR TOPLUMUZ
- Sessizlik, tabiat, iyilik, merhamet. Hayatınız boyunca hep bu kavramlarla ilişkili oldunuz değil mi?
- Neden bu kavramlar birdenbire atıl oldu, buna bakmak lazım. Zulmün stil kazandırılmış, entelektüelize edilmiş, magazine edilmiş biçimleri konusunda benim yutacağım hiçbir oyun kalmamış. Anadolu'ya imza günlerine gidiyorum ve oralarda beni istikrarla takip eden insanların varlığı, beni hata yapmaktan da koruyor. Çünkü onlar benim seçtiğim gözler.
- Ama siz söz konusu olduğunda sanki çok kıymetbilir değilmişiz gibi.
- Bu başlı başına bir röportaj konusu olabilir ama ben dişli biriyim, inatçıyım, çalışkanım, sebatlıyım, sadığım ve yola çıktığım andan itibaren 'Beni yenemezsiniz,' dedim.İnsanların değerini bilmek için ölmesini bekleyen bir toplumda yaşıyoruz. Sadece bu da değil; 'Ne zaman tökezleyeceksin, ne zaman kapaklanacaksın?' diye bakarlar insanın gözüne. Birikim'e yazdığım bir yazıda belirttiğim gibi 'Hiza-Halay-Haset' kültüründe yaşıyoruz.
EN SON HABERLER
- 1 Ülkeler, TikTok’a karşı harekete geçti
- 2 Hep mutlu olmak zorunda değiliz
- 3 Sevgiliye ulaşmak için ses ve söze ihtiyaç var
- 4 Bu okullarda anne-baba adayları eğitiliyor
- 5 Boğaz’da kürek keyfi kabus olmasın
- 6 Aykırı bir ikon
- 7 Evde akıllı cihazlara yer açın güvenliği de ihmal etmeyin
- 8 Kuruluş Osman’ın Ulcay’ı Ümit Kantarcılar’dan samimi açıklamalar! “Dizi ve sinema sektöründeki başarımız tesadüf değil”
- 9 Dünya çatışıyor ABD kazanıyor
- 10 Türklerin Lahey’deki hayatı: Gurbet, gözyaşı ve umut