İstanbul'un gizli hazineleri
Gezdim, ürettim, keşfettim. Bu hafta (yağmura rağmen) daha bir hoş göründü gözüme bu şehir. Hamburg sokaklarından çıkmışım da, kırda mangala oturmuşum gibi
Cennet. Ayakkabı ve gözlük seviyorsan (Kim, 'Yok ben tercih etmiyorum,' diyebilir ki buna?), mekanı ancak böyle tanımlayabilirim. Sol tarafımdaki masada Super marka gözlükler, onun hemen ilerisinde, sayısının 100'ü geçtiğini düşündüğüm Melissa ve Mel'ler. Ama benim asıl favorim, sağdaki raflarda duran, Barcelona'dan henüz getirmiş oldukları, urban sneaker olarak bahsi geçen, "Giy, hem rahat ol hem de şık," modeli Aro'lar. Yeşilinin hastası, kırmızısının âşığı oluyorum. "Nereden alacağız bunları?" deyince, cevap ne yazık ki "Henüz sadece Ankara'da satılıyor," yönünde. Biri İstanbul butiklerine haber salsın. Kanyon'un hemen arkasında, bahsi geçen üç markayı getiren, bir tür stil sahibi toptancıdayım. "Burayı halka açmalısınız, neden bizden sakladınız?" diye mevzuya giriyorum. Gerçek o sırada açığa çıkıyor. Eğer bulmayı, telefonla ulaşmayı ya da geçerken bir uğramayı düşünürseniz, ellerinde mal olduğu sürece satışa ve kredi kartına açıklar. Ben olsam, "Harvey Nichols, Beymen Blender, yakında da Karaköy Fransız İş Geçidi'ndeki Fashion @ Eye'dan alırım nasılsa," diye düşünmeden; içi plajdaki kız, balık ya da botanik bahçeleri resimleriyle kaplı Super gözlüklerden; simli Melissa'lardan; delikli Aro'lardan, pembe keçeden yapılmış Victoria'lardan bir ya da birkaç tane edinmeye giderdim. O beyaz duvarlar içine saklanmış, 500'e yakın havalı ayakkabıyı müze kıvamında gezmek için değer. Atom Sokak, 24, Levent-İstanbul Tel: 0535 774 92 60 (http://www.agencyarcana.com/index.html)
***
Cafe de Paris'nin saat 19.00'da dolmaya başlamış masalarını geride bırakıp, Canım Ciğerim'in sokağından içeri dalıyoruz. Kokular karnımı acıktırıyor. O sırada vitrinin arkasında gördüğüm Berlin tavrı, dikkatimi dağıtıyor. Başımı kaldırıyorum. Duvarda 'Wondrous by Senso Unico (Made in Germany)' yazısı var. "Aaa yeni dükkan açmışlar," diyorum Hakan'a, içeri giriyoruz, arkamızdan da mekanın sahibi. Konuya, onun üç dakikada öğrendiğim hikayesini anlatarak başlarsam, daha doğru olacak sanırım. İsmi Mika. Çocukluğunu Hatay'da geçirdikten sonra Köln'e yerleşmiş. Arada bir gidip geldiği İstanbul'a da biraz ağabeyinin zoruyla, "Hadi vaktidir bu şehirde hünerlerini göstermenin," demesi yüzünden dönmüş. Hüner denilince, sadece dükkanı açmaktan bahsetmiyorum. İçerideki kıyafetler bir zamanlar film setlerinde kullanılmış kumaşlardan, bit pazarlarından bulunmuş düğmelerden Mika tarafından dikilmiş. Dokununca "Bu benim bedenimi sever," diye bağırıyor teniniz. O kadar yumuşak. "Bu dükkan da pek güzel, onu kim yaptı?" diyorum. "Onu da ben yaptım. Sinema setlerinden kalan bir özellik," diyor. Hüner iki: Sadece insana değil, mekana da ruh veriyor Mika. Ceketlere bakarken, "Onları sevmediyseniz size uygun bir şeyler de dikerim, sorun değil. Rengine bakarız, ben istediğinizi anlarım," diyor; boynundan sarkan makasını, yeleğinin cebine açtığı cebe koyuyor. Hüner üç: Terzi, tasarımcı, stilist. Aynı anda. Yola devam ederken kendimi Köln (ya da Hamburg) sokaklarından çıkıp, yeniden İstanbul'a düşmüş, Avrupa'da kimsenin bilmediği bir mahallede gezinmeden dönmüşüm gibi hissediyorum.
EN SON HABERLER
- 1 Ülkeler, TikTok’a karşı harekete geçti
- 2 Hep mutlu olmak zorunda değiliz
- 3 Sevgiliye ulaşmak için ses ve söze ihtiyaç var
- 4 Bu okullarda anne-baba adayları eğitiliyor
- 5 Boğaz’da kürek keyfi kabus olmasın
- 6 Aykırı bir ikon
- 7 Evde akıllı cihazlara yer açın güvenliği de ihmal etmeyin
- 8 Kuruluş Osman’ın Ulcay’ı Ümit Kantarcılar’dan samimi açıklamalar! “Dizi ve sinema sektöründeki başarımız tesadüf değil”
- 9 Dünya çatışıyor ABD kazanıyor
- 10 Türklerin Lahey’deki hayatı: Gurbet, gözyaşı ve umut