Pazar 05.08.2012

Bir etobur olarak kmlylmz

Kemal 'Baby' Yılmaz, annesi Ahu Yağtu'nun karnındaki son günlerini köfteci Adem Baba ve etçi Nusr'Et'te geçirdi. Babası Cem Yılmaz'ın hastane odasında vermek istediği et şöleni, kapıdaki gazetecilere nasip oldu

MİDYE DOLMACILIK MESLEK YÜKSEK OKULU AÇILIYOR!
28 TEMMUZ CUMARTESİ
Zaytung'un 2009 Eylülü'nden 2011 sonuna kadar yaptığı 'Dürüst, Tarafsız, Ahlaksız' haberleri derlendi, kitap olarak çıktı (April Yayıncılık). Hem dedikleri gibi bugünlerden geleceğe belge, hem de süper matrak bir tatil okuması. 'Belirtildi', 'vurgulandı', 'sinyallerini verdi', 'gözler önüne serdi' şeklindeki gayet ciddi ajans diliyle yazılmış gırgır haberleri bölmeyelim ama 'tepe'lerden bu sayfaya gidecekleri ödünç alalım:
* "Mardin Artuklu Üniversitesi Midye Dolmacılık Meslek Yüksek Okulu açılıyor..."
* "Türkiye Fırıncılar Odaları Birliği: Ekmeksiz yemeyin doymazsınız..."
* "Diş macununu aynı reklam filmlerindeki şekilde fırçaya sürmeyi başaran genç, dişlerini fırçalamaya kıyamadı..."
* "Yedi yıl önce bir çocuk tarafından yere bırakılan ekmek, her görenin daha yüksek bir yere koymasıyla bir plazanın 25. katına kadar ulaştı..."
* "Uğur Dündar'ın restoran baskını yapıp, at-eşek eti kullanıldığını tespit ettiği programların Çin'de Lezzet Durakları adı ile yayınlandığı ortaya çıktı..."
* "Ayazoğlu İşhanı'nda iki oralet için düğmeye basıldı, Erkan Tekstil'de dört deli çay için gergin bekleyiş sürüyor..."
* "Biber dolmasının içini bırakıp, dışını yiyen çocuk görenleri şaşırtıyor..."
* "Savunma Bakanlığı, envanterdeki çelik yeleklerin daha dayanıklı ve ucuz olan Vakfıkebir ekmeğiyle değiştirileceğini açıkladı..."
* "Göbeğinde pamuktan sonra tütün de yetiştirmeye başlayan gence, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'ndan sübvansiyon müjdesi..."
JONATHAN SAFRAN FOER'DAN KÖPEK YEMEYE DAİR...
29 TEMMUZ PAZAR
Hayvan Yemek (Siren Yayınları), aynı fikirde olmasanız da, mübalağalı bulsanız da, enteresan ve irkiltici bir kitap. Romanlarıyla bildiğimiz parlak (ve/ama vejetaryen!) yazar Jonathan Safran Foer, bu defa sofralarımızı sorgulayan bir metin yazmış. Hangi hayvanları seviyoruz, hangi hayvanları yiyoruz, okurken ara ara samimi bir dehşete kapılıyoruz. Şöyle çarpıcı bir bölümü siz de tadın bakalım: "44 eyalette tamamen yasal olmasına rağmen, insanın 'en iyi dostu olan köpeğini' yemesi, insanın tıpkı en yakın dostunu yemesi gibi tabudur. En iştahlı etoburlar bile köpek yemez. Bir televizyon yıldızı ve bazen aşçı olan Gordon Ramsey şovunu yaparken hayvan yavrularına karşı gayet maço davranabiliyor, ama tenceresinden dışarı yavru bir köpek sarktığına asla şahit olamazsınız. Vejetaryen oldukları takdirde çocuklarını elektrikli sandalyeye göndereceğini söylemiş gerçi ama çocukları tutup da köpeğini haşlasalar nasıl tepki verirdi, merak ediyorum. (...) Köpek yeme tabumuz, köpekler hakkında az, bizler hakkında çok şey anlatır. Köpeklerini seven Fransızlar bazen atlarını yer. Atlarını seven İspanyollar bazen ineklerini yer. İneklerini seven Hintliler bazen köpeklerini yer. George Orwell'in (Hayvan Çiftliği'ndeki) sözleri, çok farklı bir bağlamda sarf edilmiş olsa da, uygundur: 'Tüm hayvanlar eşittir ama bazıları diğerlerinden daha eşittir.' Korumayı seçtiklerimizi belirleyen, doğa kanunları değil, anlattığımız öykülerdir."

HANİ NERDE GÜZEL, TATLI BİR YOL LOKANTASI? YOK!
30 TEMMUZ PAZARTESİ
Assos'tan, Ayvacık'tan, Balıkesir'den arabayla eve doğru gelirken, insan istiyor ki yolda sevimli, şirin, iç açıcı, durmak istenecek türden bir yol/kır lokantası olsun. İçi de basit ama temiz, yemekleri az öz ama lezzetli olsun. Dışarıdan vaatkardır ama fos çıkar, öyle bir yer bile yok, frene basıp yavaşlamayı gerektirecek bir ümit bile görünmüyor. Bu yolun yolcusu, en nihayetinde Susurluk'ta durmaya mecbur ediliyor. Susurluk'taki Ulusoy, kalabalık ve sevimsiz bir alışverişyeme içme hangarı. Ama en iyi yemek gene de onda: İskender'in İskender'i, özellikle de 'Etibol'u. Fakat işte İstanbul tadı, İstanbul ortamı, İstanbul fiyatı. Kişisel, özellikli, hikayeli yol lokantası talebimiz baki.

HANDE ATAİZİ'NİN DÜĞÜNLENECEĞİ LAVANDA'NIN BAŞI VE ŞEFİ: EMRE ŞEN
31 TEMMUZ SALI
Hande Ataizi, nihayet bu defa gerçekten evleniyor. Şile'deki butik otel Lavanda'da, efendim Provence stili kır düğünü yapılacakmış 8 Eylül'de. Bunun için 9 ton ağırlığında mobilya ve aksesuar taşınıyormuş otele. Lavanda, şehre yakın olup teneffüs imkanı veren sınıfında, son birkaç yılın burjuvalar nezdinde en popüler butik oteli. 13 odası var. Doğum günüymüş, workshop'umsu bir çalışmaymış, bu büyüklükte gruplar için vaha. Ormanın dibinde, çok güzel, bakımlı, lavantalı bir bahçesi var. İç taraflar da zevkli döşenmiş, pek Türkiye gibi değil. Üstüne 9 ton koymadan da gelir zaten Provence'a! Lavanda'nın asıl özelliğiyse yemekleri. Burası esaslı bir gurme restorana sahip. Yavaş yavaş 10 saat pişirdikleri bir oğlak yapıyorlar. Kılıçbalığı Babakale'den, özel besi köy pilici Sakarya'dan, ördek ürünleri Fransa'dan geliyor. Kuzu kestanesi Zonguldak'tan, ev yapımı keçi peynirleri İzmir Kemalpaşa'dan... Siyah borazan mantarı, Ulupelit ve çevresinden toplanıyor... Bütün bu malzemelerin ve mutfağın başında Emre Şen var. İtalyan Lisesi'ni bitirdikten sonra Milano'da mimarlık okurken, asıl uğraşmak istediğinin gastronomi olduğu fark etmiş, Mutfak Sanatları Akademisi'nde eğitim almış. İstanbul'da Mikla'da Mehmet Gürs'le, İtalya'da Treiso'da Michelin yıldızlı şef Maurilio Garola ile çalışmış. Aile oteli Lavanda'nın mutfağı, haliyle ona emanet. Bakalım Hande-Benjamin çiftinin davetlilerine ne hazırlayacak?
AHMET BOZER: MUHTAR KENT'TEN SONRAKİ İKİNCİ ADAM
1 AĞUSTOS ÇARŞAMBA
Muhtar Kent'ten sonra, iyi bellenecek bir isim de o: Ahmet Bozer. Artık Coca Cola'nın 180 ülkesi onda! Muhtar Kent, The Coca Cola Company'nin CEO'su ve yönetim kurulu başkanı. Ahmet Bozer de artık şirketin Amerika kıtası dışındaki tüm ülkeleri kapsayan uluslararası faaliyetlerinin yürütüleceği Coca Cola International'ın başı. 180 ülkeden sorumlu. Biraz mühim bir pozisyon yani! Ahmet Bozer 1960'lıymış. İstanbul doğumlu ama Ankara TED'li ve ODTÜ'lü. Üstüne ABD mastırlı. 1990'dan beri de Coca Cola'lı: Şirketin Atlanta'daki merkezinde finansal sistemler konusunda çalışmaya başlamış, sonra da şirket içi pek çok görevde bulunmuş. İsmini de, resmini de ekonomi sayfalarında bolca göreceğiz bundan sonra, intro babında bir tanışıklığımız olsun.
MEĞER MARGARİN, ADINI İNCİDEN ALIYORMUŞ
2 AĞUSTOS PERŞEMBE
Bu yarışma programlarında fena yemek soruları olmuyor. Kim Milyoner Olmak İster?'de (atv) şöyle sordu Kenan Işık bu gece: "Adı, görüntüsü inciye benzediği için, bu anlama gelen 'margarites' olacakken, mucidinin yanlış telaffuzu sonucu bugünkü adını alan ürün hangisidir? Şıklar şöyle: A) Mayonez B) Mozarella C) Margarin D) Margarita" Yarışmacının her türlü joker hakkını tüketmesine yol açan cevap C) Margarin olacak. Margarin kelimesinin kökeni, Yunanca inci anlamına gelen margarites'e dayanıyormuş. Mucidi olarak da iki Fransız kimyagerin adı geçiyor. Larousse Gastronomique'e göre, Fransız kimyacı Henri Mege-Mouries tarafından 1869'da yaratılıp 1872'de piyasaya sürülmüş. İnternette biraz dolanınca, evveli olduğunu, yine Fransız asıllı kimyager Eugene Michel Chevreu'nun 1813'te margarik (inci) asidini hayvansal yağlardan ayırarak margarinin temel bileşenini keşfettiğini öğreniyorsunuz. Öbür kimyacı Mege- Mouries, imparatorun düzenlediği yarışmayla devreye giriyor. Yarışmanın amacı da orduya güç kazandıracak, tereyağının yerini tutacak ama fakir halk tarafından da kolayca satın alınacak ucuz bir ürün keşfi. Bir de pembe renk sorunsalı var. 1870'lerin sonunda kanunlar, üreticiyi margarine pembe boya koymaya zorluyor. İnsanlar da pembe margarin yemek istemiyor doğal olarak. Bu noktada biri şu soruya da cevap versin lütfen: Yunanlılar, niye o cart pembe renkte taramayı, o cart pembe renkte yapmaya devam ediyor?
CEM YILMAZ'N OĞLU, RIZKIYLA GELDİ!
3 AĞUSTOS CUMA
Bu GURMAN GÜNLÜK'ü yazmaya başlama sebebim, nasıl da her olayın, her lafın, her şeyin bir biçimde gelip yemeğe bağlanmasına duyduğum şaşkınlıktı. Önceleri sadece kendi yemeğe düşkünlüğümden böyle oluyor zannediyordum, bir sürü insanla benzer durumda olduğumuzu idrak etmek yıllarımı aldı. Çok ağır trajik vakalar ve bazı siyasi meseleler dışında, pek çok gündemik gelişmeyi en nihayetinde sofraya bağlayabiliyoruz. Cem Yılmaz'la Ahu Yağtu'nun, bakıyoruz saate, cümlenin tam burasındaki an itibarıyla 30'a (saat) merdiven dayamış oğlu Kemal Yılmaz da bakın nasıl rızkını soktu gözümüze:
1. AHU ANNE, ADEM BABA: Kemal Yılmaz, anne karnındaki sondan bir evvelki yemeğini, takip ettiğimiz kadarıyla Arnavutköy'deki Adem Baba köftecisinde aldı. Şöhretlerin gittiği yerler, biz halkın ilgisini ne kadar çekiyor? Bir miktar olduğu kesin. Benim hemen aklıma düştü mesela: Adem Baba'nın köftesi hâlâ iyi mi? Bu harcıalem köfteciler liginde kendimce şöyle bir kare as yaptım: Ekspres İnegöl Köftecisi (Kadıköy Çarşı ve Bağdat Caddesi-Çiftehavuzlar), Karpi (Beylerbeyi), Beşiktaş Köftecisi (Beşiktaş Çarşı), Karaköy Köftecisi Sami Usta (Karaköy).
2. RAHİMDE SON YEMEK NUSR'ET'TE: Kemal Yılmaz'ın anne karnındaki son akşam yemeği de yine gördüğümüz kadarıyla Etiler'deki Nusr'Et'te gerçekleşti. Nusret, mekanına gelen tüm ünlülerle olduğu gibi Kemal'in anne-babasıyla da fotoğraf çektirdi. Böylece Kemal, her şöhretin gitmekle mükellef olduğu Nusr'Et'teki sırasını, hızlı çıkıp henüz rahim aşamasında savdı.
3. CEM YILMAZ MEĞER İBRAHİM TATLISES'MİŞ: Kolesterol patlaması yaşarsak da bir şey olmaz, nasılsa hastanedeyiz dedi herhalde ve de içindeki İbrahim Tatlıses'e dur demedi. Cem Yılmaz'ın onca eti (sayabildiğimiz kadarıyla folyoya sarılı beş büyük tepsi) hastane odasına sokabileceğini düşünmüş olması, enteresan. Sonra birileri otel ütüsünde sucuk yapınca niye yadırgıyoruz, hayret. Hastane idaresi etlere geçit vermeyince, ziyafet kapıdaki gazetecilere kısmet olmuş. Eh, iyi de olmuş!
4. KÜSKÜN DEDEDEN İZZET ÇAPA'YA TANDIR: Her ailede oluyor böyle zamanlarda ortaya çıkan garip hikayeler, kırgınlıklar, küskünlükler... Ahu Yağtu'nun da babasıyla arası limoni herhalde ki, İzmir'de yaşayan Neşet Yağtu, İzzet Çapa kanalıyla sitemlerini bildirmiş: "Torunumun doğumunu arkadaşımdan öğrendim." Bizi ilgilendiren tarafı, bu 'dertleşme'ye eşlik eden tandır. Neşet Yağtu ve eşi Jale Hanım, yaprak sarma, İzmir usulü baklalı enginar ve tandır ikram etmişler. İzzet Çapa, bunun Cem Yılmaz'ın Ahu Yağtu'yu istemeye gittiğindeki menünün aynısı olduğunu söylüyor. Neşet Yağtu da "Bizim tüm misafirlerimiz için soframız aynıdır. Ahmet de gelse, Mehmet de gelse, kız istemeye de gelseler aynı özeni gösteririz," diyor. Bu ne şimdi? 'Herkese kıymet veriyoruz' mu? 'Birilerine o kadar da ekstra kıymet vermiyoruz' mu? 'Hoşgeldin Kemal Bebek!' klişesiyle bitirelim. Belli ki daha çoook lohusa şerbetini içeceğiz!



X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.