Tadından yenmez bir yalnızlığım var
Kitapları yüzbinler satan, Nazan Bekiroğlu'nun son romanı Nar Ağacı ekim ayı başında okuyucuyla buluşacak. Ortalıkta görünmeyi çok sevmeyen Bekiroğlu, romanını, yaşadığı şehir Trabzon'u ve yazma serüvenini anlattı
- Yok, hiçbir ritüelim yok. Her yerde ve her durumda yazabilirim. Kırmızı ışıkta direksiyon üzerinde bile cümle kaydedebilirim. Hele de şimdi Nar Ağacı'ndan bahsediyorsak otel odalarında, havalimanlarının bekleme salonlarında, kafeteryalarda, piknik yerlerinde bile yazdığımı söylemeliyim. Tabii bu, romanın sahne sahne, perdeler açılır gibi, üzerime yağmur yağar gibi geldiği dönem için geçerli bir kolaylık hali. Bunun sonrasında defterlerden bilgisayara geçme safhası var. Onda durum biraz farklı. O zaman bir parça sessizlik ve tenhalık istediğim muhakkak. Fazlaca da zamana ihtiyaç duyuyorum. Özellikle şu son iki yıldır fakültedeki derslerimi bile azalttım. Bundan öğrenciler biraz müşteki oldu ama başka türlü bir dört yıl daha sürerdi.
- Ne kadar sürdü yazma süreci? Dört yıl mı?
- Dört yılı geçti. Lâ baskıya girdiği gün ben henüz ne yazdığımı bilmeden de olsa bu romanı yazmaya başlamışım. Aslında bir ömür boyu içimde taşıyıp durduğum bir hikâyeydi. Zamanı sonradan geldi.
- Siz defterlere yazıyorsunuz öyle mi?
- Kesinlikle. Önce kâğıt ve kalemde birikiyor her şey. Sonra bilgisayara geçiyor. O zaman asıl işçilik başlıyor. Asıl yorucu dönem.
- Öyleyse çok defteriniz vardır sizin. Ne yapıyorsunuz onları?
- Hiç! Saklıyorum, atmıyorum. Onlarca defter. Ama bir daha açıp baktığım da söylenemez.
- Nar Ağacı'nda bir aile öyküsünden yola çıkıyorsunuz. Romanın ne kadarı kurgu?
- Tebriz'den Batum'a, oradan da 1917'de Trabzon'a gelmiş, İstanbul'a geçmek niyetiyle şöyle bir uğradığını sanmış ama anneannemle evlenince burada kalmış bir dedemin var olduğu doğru. Tabii o dönemde coğrafyalar çok geçişken ve Trabzon, Doğu'nun deniz kapısı. Benzer öykülerle çok karşılaşılır Trabzon'da. Yani bu dedeme özgü bir durum değil. Fakat dedemin hikâyesi benim için net değil. O öldüğünde ben 12 yaşındaydım ve ona daha fazla anlattırmadığım için öyle pişmanım ki. Neyse, romana dönersek; ben olarak anlatıcının İran'daki eve gitme hikâyesi doğru. Fakat onlar da benden genç insanlardı. Yaşlılar ölmüş, aile dağılmış. Böyle bir büyük dedenin varlığından haberdarlar ama benim bildiğimden fazlasını bilmiyorlar. Birbirimize karşı derin bir muhabbet hissettik, gözyaşları içinde ayrıldık ama fazla bir şey paylaşamadık. Bahçeden toprak aldım, dedemin mezarına serpmek için.
- Dedenize doğduğu yerlerin toprağını getirmişsiniz, bu da çok önemli.
- Evet, çok güzeldi. O toprağı dedemin mezarına serperken ruhunun serinlediğini hissettim. Çok fazla vatan hasreti çekmişti.
TELEVİZYON ÇEKİMLERİ BANA GÖRE DEĞİL
- Çok okunan bir yazarsınız. Kulaktan kulağa yayılan bir ününüz var. Neden basına çok mesafelisiniz?
- Bu, sanırım kitap yayınlandıktan sonrası beni fazla ilgilendirmediğindendir. Tam bir 'Bundan sonrası tufan' durumu. Hakkımda yazılanların çoğunu okumam bile. İnternet örneğin, benim için içinde Nazan Bekiroğlu olmayan bir yerdir. Dolayısıyla zahmetli TV çekimleri hiç bana göre değil, ses kayıt cihazına bile tahammül edemem. Bu da ister istemez bir gizli saklılık hali doğuruyor. Bundan ben de memnunum okuyucu da. Ara sıra bir imza gününde bir araya gelmek yetiyor ve artıyor bile.
- Ailenizin tepkisi ne oldu Nar Ağacı'na karşı.
- Ailemizin en yaşlısı benim sevgili teyzem. Büyük heyecanla bekliyor. Biraz hayal kırıklığı yaşayacak sanırım çünkü kurgunun onun bildiği gerçeklerle örtüşmediği yerler çok fazla. Yine de 'Ben romanda doğdum mu?' diye soran teyzeciğime bu metni bir an evvel sunmak istiyorum, onun doğumu bu romana girmemiş olsa da. İkinci ciltte doğmayı bekliyor.
- Siz kimleri okuyorsunuz?
- Son dört yılı sadece Nar Ağacı'nın dünyası ile ilgili kaynakları taramakla geçirdim. Bir doktora tezine yetecek kadar kitap okudum. Mesleki anlamda takip etmem gereken çağdaş yayınları bile takip edemedim. Hele son bir buçuk yıl tam bir kapanma hali yaşadım.
- Çok sade bir ismi var romanınızın. Nar Ağacı.
- Biraz zor geldi bu isim. Çünkü baştan beri romanın ismini Taht-ı Süleyman olarak düşündüm ben. Hâlâ da bu romanı bütünüyle taşıyacak en uygun ismin Taht-ı Süleyman olduğunu düşünüyorum. Fakat hiç beğenilmedi bu isim. Ben de diretmedim. Pek çok isim geçti bu kez aklımdan. Hiçbiri tam anlamıyla romanı karşılamayınca bu kez en sade olanda karar kıldım. Bir ağaç ismi. Sade ve iddiasız. Ve güçlü. Nar, güzel şey. Bereketli ve yaşamla dolu. Pek çok kültürde yeri var.
EN SON HABERLER
- 1 Kuruluş Osman’ın Ulcay’ı Ümit Kantarcılar’dan samimi açıklamalar! “Dizi ve sinema sektöründeki başarımız tesadüf değil”
- 2 Dünya çatışıyor ABD kazanıyor
- 3 Türklerin Lahey’deki hayatı: Gurbet, gözyaşı ve umut
- 4 Bu turun farkı kadınlar
- 5 Sessiz lüksün sembolü
- 6 Düşünceleriniz hayatınızı yönlendiriyor
- 7 Atalarının mirasını fotoğrafta yaşatıyor... Adıyamanlı kadınların kültürel mirası: Kofi
- 8 Osmanlı alimlerinin 150 yıllık kayıp hikayesi
- 9 Başkasına yardım derken kendini unutma
- 10 Moda, kadın sporcuların peşinde