Pazar 21.04.2013
Son Güncelleme: Pazar 21.04.2013

Aşkın ve komünizmin melankolik şairi

Aşkın ve onurlu muhalefetin, romantizmin ve komünizmin şairi Pablo Neruda’nın mezarı açıldı. 1973’te Şili’de Pinochet darbesinden sonra zehirlenerek öldürüldüğü öne sürülüyor. Hakikat, 40 yıl sonra naaşı üzerinde yapılan adli inceleme sonucu anlaşılacak.

"Başka kimse düşlerimde uyumayacak, Gideceksin, birlikte gideceğiz zamanın suyunda Ay'ım, güneşim, ölümsüzüm, karanlıkta yanımda Senden başka hiçbir kadın yolcuya yer yok."

Bu dizelerin sahibi, çok kişiyi, çok severek yaşamış (Poligaminin bir türü de budur) -bütün zamanların en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilen- Pablo Neruda'dır. Şilili şairin son dizesi; poligam ruhlu erkeklerin alelade, ama görkemli yalanlarından biri, belki de birincisidir. Sık kullanılan bir yalan olduğu için yalan olduğu kadar doğru, klişeleşmiş olduğu için alelade olduğu kadar ihtişamlıdır da. Hayatı boyunca üç evlilik (İlk karısı Maria Antonieta Hagenaar, ikincisi Delia de Carril ve üçüncüsü Matilde Urrutia idi) yapmış olan Neruda bu yönüyle, dört ayrı evlilik yapan, kendisi gibi Nobel Ödülü sahibi edebiyatçı Ernest Hemingway'i andırır. Bununla birlikte Neruda aşklarını daha saf, kurmacadan uzak ve dolayısıyla sahici yaşamıştır denilebilir. Hemingway'de ise aşk -serde romancılık olduğu için- kurmaca malzemesi, hatta bir tür tanrıcılık oyunudur. Aşkın öznesini ve giderek kendi kendini de kandırarak oynanması gereken bir büyük oyun...
Bu hafta Üç Boyutlu Portre'nin konuğu Pablo Neruda. 'Aşkın şairi' olarak bilinen Neruda için aşk da, şiir de hem bir yaşam kaynağı, hem de zehirdi. Çok kişiyi sevmeseydi belki yaşayamaz ve yazamazdı. Ama her yeni aşkta, bir önceki ilişkisini zehirledi. Zehir, "Bir kadın, söyleyecek çok şeyi olduğu halde susuyorsa, erkek artık tüm şansını kaybetmiştir," gibi Facebook ve Twitter'da paylaşılan türden basit aforizmalar için değil, yazdığı ölümsüz dizeler için ödediği kefarettir.
Neruda'yı yazma nedenimiz, ünlü şairin mezarının, tıpkı 8. Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın kabri gibi suikast şüphesiyle açılmış olması. Gerçi bizdeki soruşturmada -nasıl oldu anlamadık ama- 'suikast şüphesi'nden, 'şüpheye yer bırakmayacak ölçüde suikast' tezine doğru hızlı bir evrim yaşandı. Daha Özal'ın öldürüldüğü ispatlanmadan bir katil zanlısı bulundu. Pek çok illegal işe bulaşmış Abdullah Çatlı'nın, bulaşmadıklarıyla da suçlanıp Susurluk'un günah keçisi yapılması gibi pek çok karanlık olaya karışmış general Levent Ersöz de, Özal'ın katil zanlısı olarak gösterilerek Ergenekon'un günah keçisi yapıldı. Neyse, başımıza iş açmadan, biz en iyisi yine Şili'ye, Neruda olayına dönelim. (Malum, bu aralar, yargı kararlarıyla ilgili muhalif görüşler ileri sürülmesinden pek hoşlanılmıyor.) 1973 yılında general Augusto Pinochet'in darbesinden kısa bir süre sonra ölen cunta muhalifi komünist şairin zehirlenerek öldürüldüğü yönünde iddialar var. Bu nedenle Neruda'nın naaşı mezardan çıkarıldı. Cenaze üzerinde adli tıp incelemesi yapılacak ve dokularda iğne ile zehirlenmeye bağlı bir kimyasal olup olmadığı tespit edilmeye çalışılacak. Bu inceleme sonucunda Neruda'nın öldürüldüğü anlaşılırsa 'Şili Ergenekonu' imzalı suikast 40 yıl sonra aydınlatılmış olacak.
Neruda, 23 Eylül 1973 akşamı bir hastanede öldü. Ölüm nedeni prostat kanseri olarak geçti kayıtlara. Ancak Neruda'nın, ülkenin seçimle gelmiş demokratik Cumhurbaşkanı arkadaşı Salvador Allande'nin devrilmesinden (Allande'nin, devrilince gururuna yenilip intihar ettiğini de yeri gelmişken söyleyelim.) iki hafta sonra ölmüş olması yeterince kuşkulu. Şili ile Türkiye arasındaki tek benzerlik, Neruda ve Özal vakalarının birbirini andırması değil. Şili'deki 1973 darbesinin, Türkiye'deki 12 Eylül 1980 darbesinden tam yedi yıl önce, bir gün evvelinde gerçekleştirilmiş olması da ilahi bir tesadüf.
İYİ ŞAİR, KÖTÜ ADAM
Büyük bir şair, ideal bir komünist, ama pek çoklarına göre kötü bir adam olan Pablo Neruda -asıl adıyla Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basoalto- 12 Temmuz 1904 tarihinde Şili'nin başkenti Santiago'nun 350 kilometre güneyindeki Parral kentinde doğdu. Babası Jose del Carmen Reyes Morales bir demiryolu işçisiydi. Annesi Rosa Basoalto ise okul öğretmeniydi. Doğduktan kısa bir süre sonra anasını kaybetti. Yaşamı boyunca güçlü siyasi duruşuyla tanınan Neruda, ülkesindeki ve İspanya'daki faşizme karşı durdu. 1970 yılında Şili Devlet Başkanlığı'na aday gösterildi, ancak daha sonra başkan seçilen Salvador Allende'yi destekledi. Neruda, şairliğinin yanı sıra diplomatlığı ve politikacılığı ile de biliniyor. Myanmar, Sri Lanka, Singapur, Arjantin ve İspanya'da konsolos olarak görev yaptı. 1945'te senatör seçildi ve Şili Komünist Partisi'ne katıldı.
Kimi zaman imgeler de 'diplomatik' bir dille kullanılılırlar . Duygu ve düşünceleri daha da karmaşık, anlaşılmaz hale getirir bu. Neruda, bir diplomattı ama şiirlerinde diplomatik bir dil kullanmadı. Aksine, "Aşk ne kadar kısa ve unutmak ne kadar uzun", "Seni sevdiğimi anlayacaksın, sevmediğim zaman," gibi dolaysız ve içtenlikli dizeler yazdı.
Pablo Neruda; bir şair ve muhalif entelektüel olarak saygı duyulan bir isim olsa da yaşantısı ve giderek karakteri tartışma konusu olmuş bir sanatçı. Kızı, Nazi işgali altındaki Hollanda'da hastalıkla boğuşurken Neruda, karısını ve kızını terk etmişti. Yeniden evlenmesinde bir beis yok elbette, ama 7 yaşındaki kızının ölümünü başka bir kıtada öğrenecek kadar ailesine karşı sorumsuz biri olması şairin insanlık karnesindeki notunu epey düşürüyor. Kendi jenerasyonunun kimi entelektüelleri gibi Josef Stalin'e hayranlık duyması da 'pek iyi' değil. Stalin'e öyle hayrandı ki, ona yazdığı güzellemeler sayesinde Stalin Barış Ödülü'nü aldı. Pablo Neruda'nın arkadaşı olan şair Octavio Paz, "Neruda her geçen gün daha fazla Stanilist olurken ben günden güne ondan daha az etkileniyorum," demişti. Arjantinli yazar Jorge Luis Borges de Neruda ile ilgili fikri sorulduğunda aynen şöyle diyor: "Çok iyi bir şair olduğunu düşünüyorum. Ama bir insan olarak ona hayranlık duymuyorum. Bence çok alçak bir adam." Borges bunu tam olarak hangi sebeple söyledi bilinmez, ama böyle konuşmak için haklı gerekçeleri olmalı. Sonuçta aşkın ve onurlu muhalefetin, romantizmin ve komünizmin şairi Pablo Neruda bu yönleriyle de bilinmeli. Neruda, bir insan olarak belki en uysal, en mazlum haline, aşkı yaşarken ve yazarken bürünüyordu. Müntehir İtalyan yazar Cesare Pavese'nin aşka ve kadına yönelik güçlü öfkesinin ve isyanının, Neruda'da aşk ve kadın ile kaderci bir barışa dönüştüğünü görüyoruz. Yani Neruda, Pavese'den farklı olarak 'şeytanı'yla savaşmayı bırakmıştı. Şu dizeler bunun kanıtı gibidir:
"Ölüm bir tek bana yazılmış bu öyküde
Ve aşktan olacak ölümüm; seni sevmekle
Çünkü seviyorum seni aşkım
Kanla, ateşle…"
Savaşı bırakmıştı, yaralarını iyileştirmeye bakıyordu o. Aslında âşık olduğu öznelerden bağımsız olarak sürekli aşkla yanan yüreğinin ateşini, mecaz yerindeyse kar bastırıp sağaltmaya çalışan, ama kendini iyileştiremeyen bir şairdi. Belki de tam anlamıyla iyileşmek, içindeki yangını söndürmek de istemiyordu. Ne yaparsa yapsın iyileşemeyeceğini baştan kabullendiğinden olsa gerek. Çünkü kar, alevi söndürmez.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.