Son Güncelleme: Pazar 14.07.2013
Savaş çocukları muzu kabuğuyla yer
"Acı veriyorsa geçmiş, geçmemiş demektir..." Gazeteci Emine Şeçeroviç Kaşlı'nın kuşatma altındaki Saraybosna'da geçen çocukluğunu, belki de en iyi Murathan Mungan'ın bu dizeleri anlatıyor...
Okula gitmek üzere kalktı, üzerine tam oturmayan ama tertemiz kıyafetlerini giydi. Küçük kız ailesiyle birlikte sığındığı bodrumdan yavaşça çıktı, önce sokağı kontrol etti. Duvar diplerinden yürümeye özen göstererek ilerledi, tehlikeli bölgeye geldiğinde yaşadığı şehri çevreleyen yeşil dağlarda dolaştırdı gözlerini. Emniyette olduğunu anlayınca zikzaklar çizerek koşmaya başladı, kurşunlarla delik deşik olan kırmızı arabaya ulaşana kadar da hiç durmadı. Sırtını arabaya yaslayıp etrafı tekrar kolaçan etti, keskin nişancı falan görmeyince, "Camiye kadar ulaşırsam, tamamdır," diye geçti aklından. Zikzak çizerek koşarsa dağlarda bekleyen keskin nişancının işini zorlaştıracağını büyükler öğretmişti ona ve arkadaşlarına. Bomba düştüğünde, kurşun sesi duyduğunda da ne yapacağını biliyordu elbette... Her şey Bosna Hersek'in bir referandum sonucu bağımsızlığını ilan etmesiyle başladı. O güne kadar bir arada yaşayan halklar arasında savaş çıktı. Sırplar, Hırvat ve Boşnaklar arasında yaşanan savaş büyük dramlara sahne oldu, binlerce insan öldü, bir o kadarı yerinden yurdundan oldu. 1992'de başlayan ve üç buçuk yıl süren savaşın faturası ağır oldu. Koca bir ülke yandı, yıkıldı, sayısız savaş suçu işlendi, kadınlara tecavüz edildi, esir kamplarında insanlara akıllara durgunluk veren işkenceler yapıldı. Dünya savaşa müdahale ettiğinde çok can yanmıştı, en büyük zararı gören taraf ise Boşnaklar oldu.
AMACI UNUTTURMAMAK
1992 yılında, o korkunç savaşın içine düştüğünde henüz yedi yaşındaydı Emine Şeceroviç, Saraybosnalı Boşnak bir ailenin tek kızı, iki ağabeyinin anne ve babasının prensesiydi... O küçük kız bugün 28 yaşında, gazeteci hâlâ ailesinin prensesi, yakında anne olacak. Küçük ve mutlu bir kızken, tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan ve üç yıl içinde yaşadığı Bosna Savaşı'nı hiç unutmamış, unutmak da istemiyor, direniyor. Kararlı, unutmayacak ve unutturmayacak... Kurşunların da Rengi Var adlı kitabı da bu yüzden yazdığını söylüyor Emine Şeçeroviç. Derdi, unutturmamak ve gerçekleri kayıt altına almak. Kurşunların da Rengi Var'ı bir savaşı, bir çocuğun gözlerinden anlatıyor. Emine Şeçeroviç bunu özellikle yaptığını söylüyor: "Çünkü bugüne kadar kimse çocukların gözünden savaşı anlatmadı. Genelde savaş konusunda çekilen belgeseller, yazılan kitaplar hep yetişkin gözünden... Bombalar nasıl düştü? İnsanlar nasıl savaşa gittiler, nasıl yemek yaptılar? Bunlar hep büyüklerin gözünden anlatıldı, öyle bilindi. Ama çocuk gözünden bir tanıklık yoktu. Bir de şöyle bir durum var; büyüklerin gözünden bilmiyorum savaşı, çocuktum ben."
AĞABEYİMLE GURUR DUYUYORUM
Savaş anıları doğaldır ki acıdır, özlenmez. Emine yazarken zorlandığını anlatıyor, yaşananlar geçmişte bile kalsa öyle çok da kolay olmamış geriye dönmek: "Bu kitabı beş senedir yazıyorum ama yazamıyordum. Açıyorum, kapatıyorum ama olmuyordu... Başta çok kolay olacağını sanıyordum. Ama öyle olmuyormuş... Tekrar o günlere gitmek çok zor oldu. Tekrar hatırlamak çok çok canımı yaktı... Kimi yerlerde yazmayı bırakmak zorunda kaldım." Özellikle yaşanan bir bombardımanda anne-babasının 30 yılını verdiği ev yıkılınca Emine Şeçeroviç ilk büyük şoku yaşıyor. Evlerinin yıkılması kollarını kanatlarını kırıyor Şeçeroviç ailesinin. 'Mala gelsin, cana gelmesin,' deriz ya, sıra cana da geliyor... Şeçeroviç ailesi bir saldırıda büyük oğulları, 18 yaşındaki Sinan'ı kaybediyor. Sinan da diğer Boşnaklar gibi savaşta üzerine düşeni yapıyor. O gün nöbetten doğru eve geliyor. Temizleniyor, üzerini değiştirip arkadaşlarıyla buluşmaya gidiyor. Buluşacakları arasında beğendiği kız da var. Yedi arkadaş her zaman bir araya geldikleri binanın merdivenlerinde oturup, bir an savaşta olduklarını unutup, bir yandan satranç oynayıp bir yandan şakalaşıyorlar. Ve tam o anda bir patlama oluyor, hepsi oracıkta, o merdivenlerde can veriyor. Emine Şeçeroviç anlatırken zaman zaman tekrar o günlere dönüyor, normalde gözleri ışıl ışıl, zor anılara sıra geldiğinde gözleri daha başka bakıyor. "Canını en çok ne yaktı?" diye sorduğumuzda da gözlerine o başka bakış yerleşiyor: "Tartışmasız ağabeyimin vefatı. Ağabeyim bir saldırıda, arkadaşları ile birlikte hayatını kaybetti. O beni en zorlayan bölüm oldu, çok bıraktım yazmayacağım diye... Ben ağabeyimden büyük bir gururla bahsediyorum, ondan konuşurken hiçbir şekilde zorlanmıyorum. Çünkü o acıdan büyük olan tek şey; gurur. Ben ağabeyimle gurur duyuyorum. O yüzden her zaman gülümseyerek ondan bahsedebilirim. Ama o akşama dönmek... İşte o öyle kolay değil benim için."
EN SON HABERLER
- 1 Kuruluş Osman’ın Ulcay’ı Ümit Kantarcılar’dan samimi açıklamalar! “Dizi ve sinema sektöründeki başarımız tesadüf değil”
- 2 Dünya çatışıyor ABD kazanıyor
- 3 Türklerin Lahey’deki hayatı: Gurbet, gözyaşı ve umut
- 4 Bu turun farkı kadınlar
- 5 Sessiz lüksün sembolü
- 6 Düşünceleriniz hayatınızı yönlendiriyor
- 7 Atalarının mirasını fotoğrafta yaşatıyor... Adıyamanlı kadınların kültürel mirası: Kofi
- 8 Osmanlı alimlerinin 150 yıllık kayıp hikayesi
- 9 Başkasına yardım derken kendini unutma
- 10 Moda, kadın sporcuların peşinde