Pazar 11.08.2013

Üç kadının paralel aşk evreni

Trajik yaşamıyla Maria Callas, güzelliğini mutsuzlukla ödemiş Marilyn Monroe ve dul 'first lady' Jackie Kennedy... Üç kadının hikayesi, aynı denize dökülen nehrin suları gibi birleşiyor

Antik Yunan'ın büyük filozofu Efesli Herakleitos, en büyük iki karşıt (ölüm ve yaşam) arasındaki derin, sonsuz ilişkiyi açıklamak için "Ölümlüler ölümsüzdür. Onlar birbirlerinin ölümlerini yaşarlar ve birbirlerinin yaşamlarını ölürler," demişti. Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de biri Yunan, üç kadının birbirini etkileyen yaşam öykülerinden kesitler aktaracağım. Öyle bir etkileşim ki bu, ölene dek ve belki de ölümlere vesile olacak şekilde sürüp gitmiş. Üç kadının, her biri birbirine paralel ilerleyen, bununla birlikte kimi yerde kesişip ayrılan hikayelerinin merkezinde iki erkek var. Aralarında sadece üçer yaş fark olan bu kadınlardan ilki -yaş sırasına göre gidelim- Maria Callas. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bir ay sonra, 2 Aralık 1923'te New York'ta doğan Yunanistan kökenli Callas, geçtiğimiz yüzyılın en büyük sopranolarından biriydi. Ama aynı zamanda çapkın, maço ve poligam ruhlu bir armatörün sevgilisi olarak biliniyor. İkinci özelliği, ne yazık ki ömrünün sonlarına doğru geçmişteki başarılarına gölge düşürecek kadar sanatçılığının önüne geçti.
TENYA YUMURTASIYLA ZAYIFLADI
Gerçi Callas sesiyle, yani sanatıyla olduğu kadar yaşantısıyla da ses getirmiş bir sanatçıydı. İhtişamlı başarılar, hayal kırıklıkları, zaferler, mağlubiyetler, büyük sevinçler ve acılarla dolu iniş-çıkışlı yaşamı onu, medyatik biri yapmıştı. Bir gazetecinin, biyografi yazarının ve dahi romancının aradığı ilk şey onun hayatında fazlasıyla vardı: Trajedi. Çocukluğunda aşırı kiloları yüzünden arkadaş çevresinde alay konusu olurdu. Ayrıca annesi, ona hayatı zindan edecek kadar yarı-şizofrenik, baskıcı bir kadındı. Callas bu yüzden kendini müziğe verdi. Sanatı için her şeyi yaptı. Sesinin rengini değiştirdiğine inandığı kilosunu azaltmak amacıyla tenya yumurtası yemeyi bile göze aldı. Bu sayede bir yılda 30 kilo verdi. 1957 yılında sanatının zirvesindeyken tanıştığı Aristotle Socrates Onassis ile ilişki yaşamaya başladıktan sonra çok büyük bir hata yaptı ve müziği bıraktı. Onassis ve Callas, hiç evlenmediler. Çünkü Callas, bir Ortodoks olmasına rağmen Giovanni Battista Meneghini adlı İtalyan bir zat ile Roma-Katolik nikahıyla evliydi. Onassis de yıllar önce, rakibi bir armatörün sonradan iki çocuğunun annesi olacak kızıyla evlenmişti. Onassis-Callas ilişkisi 1968 yılında bitti. Sebep, Onassis'in ABD'nin 1963'te gizemli bir suikast sonucu öldürülmüş başkanı olan John Fitzgerald Kennedy'nin karısı, eski 'first lady' Jacqueline Kennedy ile ilişki yaşamaya başlamış olmasıydı. Onassis'in kızı Caroline, Jacqueline Kennedy'yi bir türlü sevmedi. Jacqueline'nin kocasının ailesinin lanetinin kendi ailelerine de bulaştığını öne sürdü. Kimbilir belki de haklıydı. Çünkü Onassis'in oğlu, tıpkı Başkan John F. Kennedy'nin kardeşi Edward Kennedy gibi bir uçak kazası geçirdi. Ve oğul Onassis, kazadan yaralı kurtulan Edward Kennedy gibi şanslı değildi. Hayatını kaybetti.
HÜZÜNLÜ GÜLÜMSEYİŞLER
Aristotle Socrates Onassis, bilge ve çilekeş Antik Yunan filozoflarının adlarını taşısa da hedonizmin simgesi olan Antik Yunan tanrısı Pan'ın mitolojideki imajı ile uyumlu bir hayat sürdü. Yani zevk-ü sefa içinde yaşadı. Bir 'sonradan gurme' olarak balığın iyisini yedi (Balığın iyi yerlerini, misal yanağını yermiş). Güzel, mühim kadınlarla birlikte oldu. Koşullar elverse ya da gücü yetse bu metinde yaşam öyküsünden kesitler sunulan üç kadından biri olan Marilyn Monroe ile de birlikte olurdu. Monroe ile değil ama onun sevgilisinin karısıyla, yani ABD tarihinin Protestan olmayan (Katolik) tek ve en genç ikinci başkanı olan John F. Kennedy'nin karısı Jackie Kennedy ile ilişki yaşadı. Jackie'nin mutluluğu, Callas için yıkım oldu. John F. Kennedy ile büyük bir aşk yaşayan Marilyn Monroe da Jackie'yi yıkmasa da sarsan kadın oldu. Üç kadının hikayesi, aynı denize dökülen bir nehrin suları gibi bir yerde birleşiyor. Sanata kaçış için mükemmel fırsatlar sunan trajik yaşamıyla Maria Callas, olağanüstü güzelliğini Adorno'nun deyişiyle, mutsuzlukla ödemiş Marilyn Monroe ve burjuvazi kadınlarına ilham verecek şık giyim tarzıyla gelmiş geçmiş en medyatik 'first lady' olan Jacqueline ya da Jackie Kennedy... Üçünün de güzel yüzünde kadınlara özgü gizemin şifrelerini içeren hüzünle karışık bir tebessüm var. Hüzünleri de, güzelliklerinin kefareti...
CALLAS'IN İNTİKAMINI PEŞİN PEŞİN ALDI
Üç kadından en hüzünlü ve güzel gülümseyeni Marilyn Monroe. Çokları onun gelmiş geçmiş en güzel kadın olduğunu söylüyor. Güzellik izafidir. Ama tüm zamanların en popüler kadını olduğu muhakkak. Monroe üç evlilik yaptı. Arthur Miller ile olan evliliği sayesinde entelektüel açlığını giderdi. Monroe, Kennedy'le ilişkisiyle de konuşuldu. Ölümünü komplolara açık hale getiren de bu ilişkiydi. Kennedy'nin Monroe ile evlenmeyi düşündüğü söyleniyor. Monroe'nun Beyaz Saray'ı arayıp Jackie Kennedy'ye, "Eşinle birlikteyim," dediği, Jackie'nin de bunun üzerine "Sen Beyaz Saray'a taşın. Ben buradan gideyim, tüm sorumluluklar senin olsun," diye cevap verdiği rivayet ediliyor. Böyle dese de bu kötü ihtimal onu çok korkutuyordu. Marily Monroe'nun "Erdemli bir kız öpüşür ama âşık olmaz, dinler ama inanmaz ve terk edilmeden önce terk eder" ya da "Tek başına mutsuz olmak, biriyle mutsuz olmaktan iyidir," gibi aforizmanları da var. Monroe'nun, bu tür aforizmalarla (ikincisine Twitter'da zaman zaman rastlıyorum) günümüzün yalnız, kendi ayakları üzerinde duran, ilişki yaşamak için taviz vermeyen ve bu yüzden mutsuzluğu bile göze alan kadın tipini etkileyen bir numaralı popüler figür olduğu söylenebilir. Gerçi Callas'ın yenilgisine bakınca, insanın Monroe'ya hak vermemesi mümkün değil. Monroe, Kennedy ile önceden ilişkiye girerek Callas'ın intikamını da peşin peşin almış. Anakronik bir intikam bu. Henüz suç ortaya çıkmadan kesilmiş bir ceza gibi...
'YARIM BURJUVA'NIN EKSİK AŞKLARI
Dışarıdan bakınca tuhaf görünen Onassis-Jacqueline evliliği, ABD'de de büyük rahatsızlık yarattı. Bu metinde öyküsünden kesitler aktardığım üç kadından biri olan Marilyn Monroe'nun yakın arkadaşı Truman Capote, Jacqueline Kennedy için "Amerikalı geyşa," dedi. 'Ex-first lady' bu yaftalamayı hak ediyor muydu, bilinmez. Çünkü Onassis ile kocasının ölümünden sonra kendisinin ve çocuklarının hayatından endişe ettiği için evlendiği söyleniyor. Hatta "Eğer Kennedyler hedefse, sonraki hedef çocuklarımdır," dediği de biliniyor. Ne var ki, evlenmek için Onassis gibi sabıkası bozuk bir adamı ve Callas'ın sevgilisini seçmiş olması öyküyü karmaşıklaştırıyor. Callas'ı, tanıştıkları günden beri ayrı kaldıkları her bir günü simgeleyen 473 çiçekle tavlayan Onassis, zengin olsa da zorluklar yaşamış bir ailenin 'burjuva ahlakı' edinememiş çocuğuydu. Baba, tütün ticareti yaparak zengin olmuş, Kayseri Talaslı bir Rumdu. Onassis, Yunan askerlerinin 'denize döküldüğü' dönemlerde İzmir'de doğmuştu. (Rum da olsa bizim coğrafyanın burjuvazisi, 'yarım' işte.) Türk askerlerine de "Mustafa Kemal'in gerillaları," dediği rivayet edilir.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.