Pazar 22.12.2013
Son Güncelleme: Cumartesi 21.12.2013

Çınar ormanlarına keyifli bir yolculuk

Sonbaharda binbir rengiyle sizi şehrin karmaşasından sıyırıp huzur verecek bir orman hayal edin. İşte bu manzarayı Trakya'ya yapacağınız keyifli bir gezide bulabilirsiniz...

Şimdi bir ormanın içinde olsanız, yeşil, sarı, kızıl, kahverengi bir denizin derinliklerine doğru yol alsanız... Dertleriniz geride, tasalarınız şehirde kalsa; dünyayı unutsanız. Ormanın derinliklerinde küçük çakıl taşlarını önüne katarak akan küçük bir ırmak olsa, suların, çakılların, dere kenarında öten kuşların sesine dalsanız, güzel olmaz mı? O zaman bir tatil gününün sabahı yola çıkın. İstanbul'un Trakya tarafından kendinizi TEM'e vurun. Kınalı kavşağında direksiyonu Tekirdağ'a doğru kırın. Kınalı-Tekirdağ yolu eskiden bir buçuk saatte ancak aşılıyordu. Duble yollar yapıldıktan sonra yarım saatte vilayetin kıyısındaki köfteciye ulaşabiliyorsunuz. Yani yorulmadan Tekirdağ'a varıyorsunuz. İl merkezinden 4 kilometre kadar yol aldıktan sonra, o kocaman elli Namık Kemal heykeline varacaksınız. Heykeli sağınıza alın ve karşı yola geçin. Artık deniz tarafındasınız ama henüz deryayı göremiyorsunuz. Çünkü suya ulaşmak için daha geçeceğiniz çok güzel köyler ve Ganos adında bir ulu dağ var.

GÖÇMENLERİN HİKAYELERİNİ DİNLEYİN
Fakat köy yollarını işaret eden ve üzerinde Yazır ve Naif yazan tabelayı kaçırmamalısınız. O yola girin. Sararmış ayçiçeği saplarıyla kaplı tarlaların arasından kıvrıla büküle inerek yemyeşil bir vadiye çıkacaksınız. Naip köyünün girişindesiniz. Köyün meydanında üç kahvehane göreceksiniz. İkisi eski, biri yeni... Ama hepsinin de çayları çok güzeldir. Üşüyorsanız içeri girin, odun sobasının başında ısınıp çayınızı için. Eğer ışıklıysa hava, kendinizi Allah'ın büyük sobasına yani güneşe verin. Bir çay daha için ve illaki geçeceğiniz köylerde rast geldiğiniz güngörmüş insanlarla sohbet edin. Size yaptıkları uzun yolculukların hikayelerini anlatacaklardır. Çünkü bu köylerde genel tabirle 'muhacir' dediğimiz insanlar ikamet eder. Yani göçmenler. Bulgaristan, Makedonya, Romanya, Yunanistan eski topraklarımızın dışında kalınca, anavatanda yaşamayı tercih eden yurttaşlar... Size bitmek tükenmek bilmeyen göç yollarından bahsederler. Naip'ten sonra Yeniköy'e varırsınız. Bu köy çiçekleriyle ünlüdür. Her evin bahçesi, pencere önleri sardunyalarla, küpe çiçekleriyle ve krizantemlerle doludur bu mevsim. Ağaçlarda da kara kovanlar. Bu köyün kava kovan balları da meşhurdur. Köyü geçip tepeye varınca ansızın karşınıza deniz çıkacak, sakın şaşırmayın. Ve deniz o kadar aşağıda, o denli uzakta duruyor ki sakın heyecanlanmayın. Bundan fazla değil beş sene kadar önce bu yolu aşmak büyük bir cesaret isterdi. Çünkü daracık toprak yoldan, bir virajı aşınca birden bire önünüze devasa kayalar çıkardı. Üstelik bu yol iki aracın yanyana hareket edemeyeceği kadar daracıktı ve bu da yetmezmiş gibi deniz tarafı dipsiz bir uçuruma açılıyordu. Ama artık meraklanmayın. Bundan beş yıl önce burada görev yapmış olan Kaymakam Mümin Heybet sayesinde yol genişletildi ve asfaltla kaplandı. Yani anlayacağınız sizi bundan sonraki Uçmakdere köyüne ulaştıracak yol düzgün ve konforlu. Yarım saatlik yolculuktan sonra artık Uçmakdere'desiniz. Bu köyün geçmişi 800 yıl öncesine kadar gidiyor. Korsan saldırılarından korunmak için köyü deniz kıyısının uzağında yapmışlar. Denizden bakınca görülmüyor, vadinin kıvrımında kayboluyor bu köy. Köyün merkezindeki kahveler çok güzeldir. Sivil mimari açısından çok zengin bir yerdir burası. Trakya'nın Safranbolu'sudur adeta. Birkaç ev restore edilip ortaya çıkarılmış ama çok sayıda bina metruk vaziyette duruyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ve valiliğin ilgisini bekliyor.
ŞARAPLARIYLA ÜNLÜYDÜ
Siz sokaklarda gezinin. Yakut rengini almış olan Frenk sarmaşıklarının yanından geçin. Eski evlerin taş duvarlarına sırtınızı verip Ganos Dağı'na bakın. Ben şimdi Ganos diyorum ama okul kitapları artık öyle yazmıyor. Işık Dağı diye değiştirmişler çünkü adını. Istıranca Dağları'nın adını Yıldız Dağları yaptılar, Terkos Gölü'nü Durusu'ya çevirdiler ya böylesi manasız bir kararla Ganos'tan da Işık çıkarmışlar. Mübadele dönemine kadar bu köyde 1200 hane bulunuyormuş. Zengin bir Rum köyüymüş burası. Ahali bağcılık, tütüncülük, balıkçılık gibi işlerle uğraşır, ipek böceği yetiştirirmiş. Şarabı ve rakısı da çok ünlüymüş bu köyün. Fransızlar gelir fıçılar dolusu şarabı alır, Marmara'yı, Ege'yi ve Akdeniz'i aşarak memleketlerine taşırlarmış. 1923'te Rumlar gidince yerine Selanik ve İskeçe tarafından Türkler gelip yerleşmiş. Onlar da aynı işleri tutturmuş, hayatlarını sürdürmüşler. Bu bölgenin şaraplık üzümleri meşhurdur. Uçmakdere, Hoşköy, Mürefte ve Şarköy hattı Türkiye'nin en eski şarap vadilerinden biridir. Şimdi geçmişi bırakıp tekrar önümüze bakalım. Yola devam... Denize doğru ilerlediğinizde köy biter bitmez sağınızda yüksek çınarlarla çevrili bir orman göreceksiniz. Bu kadar çınarı bir arada memleketin başka bir yerinde görmeniz mümkün değildir. Deniz kıyısına ulaştığınızda Çınar Motel Kamping tabelasıyla karşılaşacaksınız. İlerleyin. Ormanın içine girin ve yürüyün. Hayat güzel bir ülkedir, anlayın. İçinde küçük bir otelin ve büyükçe bir kamp alanının bulunduğu bu tesis yaz boyunca, bayramlarda, yılbaşlarında, talep olursa hafta sonlarında açılıyor. Bunun için gelmeden birkaç gün önce arayıp rezervasyon yaptırmalısınız. İstanbul'la Uçmakdere arası toplam 175 kilometre tutuyor. Deniz kıyısından 10 kilometre yol aldığınızda Gaziköy'e varacaksınız. Burası da yaklaşık 1500 yıllık bir yerleşim alanı. Nereyi kazsanız altından tarihi bir obje ya da kalıntı çıkıyor. 5-6 kilometre yol alırsanız Hoşköy'e varacaksınız. Ama siz bu kasabaya girmeden önce sol tarafta, üzerinde Melen Köyü yazan tabelayı izleyerek tepelere doğru yol alın. Burası da bölgenin en eski köylerinden biri. Aslında iki köyden oluşan bir yerleşim alanı. Ortasından bir derenin aktığı bu köyde eskiden suyun sağında Rumlar, solunda ise Türkler yaşarmış. Bu tarafta kiliseler, karşısında camiler yükselirmiş. Bu köyü, halen ayakta duran 600 yıllık bir Osmanlı köprüsü birbirine bağlarmış. 1923'ten sonra Rumlar gidince köyün karşısındaki alana Trakya'nın çeşitli yerlerinden geçen Türkler yerleşmiş. Çok güzel bir köy burası. Camiye, çeşmeye, eski kabirlere uğramadan geçmeyin.

GÖLÜ GÖRMEDEN DÖNMEYİN
Köyün altında bir de manastır var. Türkiye'nin kırsal bölgelerinde ayakta kalmış tek manastır burası. Çetintaş ailesine ait. Bu aile 1912'den beri bölgede şarapçılık yapan ve memleketin en iyi butik şarap üreticilerinden biri. Ailenin markası olan Melen Şarapları'na ait olan bu manastırı görmek için Hoşköy'e gitmeli ve ailenin üçüncü kuşak temsilcisi Cem Çetintaş'ı bulmalısınız. Gitmişken Melen Şarapları'nın antik fabrikasını da mutlaka görmelisiniz. Dönüşte isterseniz aynı yolu izleyin, eğer arzu ederseniz kuzeyden, Melen Köyü'nün yamaçlarından Ganos Dağı'nı aşan bir yola girin. Bu yol da sizi ormanlara götürecek. Tepeyi aştıktan birkaç kilometre sonra görmeniz gereken bir de göl var. Gölü de gördünüz mü? Tamamdır artık. Akşam erken iner Ganos Dağı'na. Artık eve dönme zamanı gelmiştir.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.