Gelecek pek karanlık!
Sinema, insanlığın geleceğini iyi görmüyor. Karamsar bir bakış hakim. Kurtuluş reçetesi de başka gezegenler. Küresel çevre kirliliği, iklim değişiklikleri, savaşlar, nükleer felaketler düşünüldüğünde beyazperdeye yansıyan distopik geleceğin temelsiz olduğunu kim söyleyebilir?
TOPRAK BİZE KÜSERSE
Son yılların üzerine en çok konuşulan bilimkurgu filmi Yıldızlararası ise dünyada tarımın yapılamaz hale gelmesi sonrasında uzayda koloni kurmak için başka gezegenler arayan bir grup bilim insanının hikayesini anlatır. Christopher Nolan'ın yönettiği filmde bilim insanları yapılan zorlu yolculuk sonunda o gezegeni bulur ve insanlık da başka bir dünyada yaşamaya başlar. İki filmin de bize geleceğin distopik olacağını söylemesi tesadüfi değil. Çünkü sinemada uzun zamandır gelecek distopik bir şekilde resmediliyor. Aslında sinemada distopik bir geleceğe yabancı değiliz. Defalarca işlenmiştir. Ama eskiden Soğuk Savaş'ın getirdiği gerilimden beslenirdi kıyamet senaryolu distopik yapımlar. Genelde, gelecek ütopik olarak resmedilirdi. Teknolojik gelişmelerin hayatımızı daha iyi hale getireceği vurgulanırdı. Yani daha iyimserdik gelecek beklentimiz karşısında. Ama son zamanlarda sinemanın gelecek tasavvuru neredeyse tamamen distopik olmaya başladı. Oysa Soğuk Savaş uzun yıllar önce bitmişti. Peki ne oldu da böyle oldu? Çünkü iklim değişikliğinin günlük hayatımızı bile etkilediği, savaşların hiç eksik olmadığı, çatışmaların bir türlü sonlandırılamadığı, çevre kirliliğinin önlenemediği, nükleer felaketlerin yaşandığı, küresel salgınların peydah olduğu, doğal olmayan ölümlerin olağanlaştığı bir zamanda açıkçası dünyanın yakın zamanda yaşanmaz bir yer olacağına dair düşünceler gün geçtikçe güçlü bir şekilde kendine taraftar bulmaya başladı. Sinemada bilimkurgu filmlerinin algısı da bu yüzden değişti.
VİRÜS SALGINLARI KABUSU
Yaşanacak olası küresel felaketlerin senaryoları film olarak bu yüzden çıkıyor karşımıza işte ve bu filmler hep yaşanmış bir gerçeklik üzerine kuruluyor. Mesala bir virüsün insanlığı nasıl felakete sürüklediğini anlatan kaç film izledik son yıllarda? Sıralayalım, Salgın, Dünya Savaşı Z, Ben Efsaneyim, Körlük, 28 Gün Sonra, Son Umut, İstila... Açıkçası geçen yıllarda Ebola'nın ya da 2000'lerin başında Sars virüsünün yarattığı paniği, kuş ya da domuz gribi salgınlarını falan düşününce bu kadar 'virüs kaynaklı salgın filmi'nin çekildiğine şaşırmamak gerek. Bir başka örnek, 2004'teki Hint Okyanusu'ndaki deprem sonrası yaşanan tsunami ile 2011'deki Japonya'da yaşanan depremden sonra Fukuşima'daki nükleer kaza! Bu felaketlerin nasıl yaşandığı sonradan film olarak karşımıza çıkabiliyor ve üzerimizdeki karamsarlığın dozunu artırıyor. 2012 yapımı gerçek bir hikayeden yola çıkan Kıyamet Günü bu filmlerden biri. Filmde tatil yaparken tsunami dalgalarına kapılan ve parçalanan bir ailenin hikayesini izleriz. Tsunami gerçeğiyle de ziyadesiyle yüzleşiriz. Oysa 90'larda tsunami çok da belleğimizde olan bir kelime değildi! Bir diğer örnek: Mad Max serisi Soğuk Savaş'ın sinemadaki en iyi tezahürlerinden biriydi. 30 yıl sonra dördüncü film çekilince kıyametin Soğuk Savaş yüzünden değil, Fukuşima benzeri nükleer facialar nedeniyle kopacağını söylüyordu film bize...
İKLİM DEĞİŞİR VE...
Sular, dev dalgalar demişken, buzulların eriyip suların karaları yuttuğu, insanların da su yüzünde yaşamak zorunda kaldığı bir zamanda geçen 1995 yapımı Su Dünyası, vizyona girdiğinde, inandırıcı bulunmamış ve abartılı olduğu söylenmişti. Ama aradan dokuz yıl geçtikten sonra çekilen, iklim değişikliğinin yarattığı felaketi anlatan Yarından Sonra ne inandırıcılık sorunu yaşadı ne de abartılı bulundu. Bilakis yaşanan iklim değişikliğiyle ilgili pek çok tartışmayı da beraberinde getirmişti. Yani sadece dokuz yılda iklim değişikliklerinin dünyanın seyrini değiştireceğine inanmıştık artık. 1984'te Terminatör'ü ilk izlediğimizde makinelerle insanların bir gün savaşacağına inanmamız zordu. Beş filmlik seri bize hep bu fikri aşıladı. Geldiğimiz noktada dünyanın gittikçe dijitalleşmesi, yapay zeka ile ilgili gelişmeler artık bu fantezi fikrin bir gün gerçekleşme imkanı olabileceğini düşündürüyor. Geçen yıl vizyona giren Evrim filmi tam da yapay zekanın hayatımızı nasıl değiştireceğine iyi bir örnektir mesela... Michael Winterbottom'ın gelecekte geçen Kod 46 filminde, şehirlere girmek için 'papel' adlı bir belgenizin olması gerekmektedir. Eğer bu belge yoksa şehirlerin dışında sersefil bir hayat sürmek zorundasınızdır. 2003'te bu film çekildiğinde Suriye'de iç savaşın çıkma ihtimali sıfıra yakındı. Aradan sekiz yıl geçti iç savaş başladı. Bugün Suriyeli mülteciler ülkelerini terk edip Avrupa'ya gitmek istiyorlar. Ama belgeleri yok ve sınırlarda, sokaklarda sersefil, tıpkı Kod 46'da resmedildiği gibi yaşamak zorunda kalıyorlar. Örnekleri çoğaltabiliriz. Geldiğimiz noktada geleceğe karamsar bakıyoruz. Belki de "Yok başka bir cehennem yaşıyoruz işte" derken şair haklı. Belki de bunun için Mars'ı kurtuluş umudu olarak görmek bize iyi geliyordur! Bilinmez!
EN SON HABERLER
- 1 Kuruluş Osman’ın Ulcay’ı Ümit Kantarcılar’dan samimi açıklamalar! “Dizi ve sinema sektöründeki başarımız tesadüf değil”
- 2 Dünya çatışıyor ABD kazanıyor
- 3 Türklerin Lahey’deki hayatı: Gurbet, gözyaşı ve umut
- 4 Bu turun farkı kadınlar
- 5 Sessiz lüksün sembolü
- 6 Düşünceleriniz hayatınızı yönlendiriyor
- 7 Atalarının mirasını fotoğrafta yaşatıyor... Adıyamanlı kadınların kültürel mirası: Kofi
- 8 Osmanlı alimlerinin 150 yıllık kayıp hikayesi
- 9 Başkasına yardım derken kendini unutma
- 10 Moda, kadın sporcuların peşinde